Kıbrıs adasında Kıbrıs Ortodoks Kilisesinden sonra en eski kurumlardan biri de Evkaf idaresidir.
Bu idare 1571 yılında Osmanlı İmparatorluğu’nun adayı kontrol etmesi ardından kurulur, 1878 yılında adanın Britanya İmparatorluğu’na kiralanması ile kendine özgü yapısını kaybeder ve 1914 yılında adanın İngiltere tarafından ilhakı ve Türkiye Cumhuriyeti’nin yasal zemini oluşturan Temmuz 1923 tarihli Lozan Antlaşması ile Kıbrıs’ın Britanya İmparatorluğu’na ait olduğu tescil edilerek, adanın resmen kolonize edilmesi ile kurum tamamen sömürgecilerin kontrolüne kalır.
O dönem yazılanlardan anladığımız kadarı ile bu dönemde Evkaf İdaresi varlıklarını kaybetmiştir.
Ancak, 1950’li yılların başında Kıbrıs solu bünyesinde oluşturulan Türk Eğitim Kulübü Evkaf’ın Kıbrıslıtürk toplumuna iade edilmesi gerektiği fikrini ön plana çıkarır.
Dönemin milliyetçileri sömürge idaresi ile ilişkilerinden ötürü bu fikre önceleri sıcak bakmaz. Ancak, 1955 yılına yaklaşırken EOKA’nın Koloni İdaresini hedef alan saldırıları başlamasına doğru Evkaf konusu daha sık gündeme gelir.
Büyük mitingler organize edilir. Konuya dair solcuların yanısıra milliyetçi Kıbrıslıtürk öncüler daha görünür olurken, EOKA saldırılarının başladığı 1 Nisan 1955 yılından tam 1 yıl sonra; 15 Nisan 1956’da Evkaf Kıbrıslıtürklere iade edilir.
Bu aslında dönemin ruhu içinde, Kıbrıslıtürklerin siyasi statüsünü yükselten önemli bir olay olarak görülmelidir. Bu açıdan da Evkaf’ın kimin tarafından ve nasıl yönetildiği sadece Evkaf’ı meselesi değildir. Siyasi kurucu özne olmakla ilgili önemli ilişkisinden ötürü Kıbrıslıtürk siyasi kimliğinin merkezi bir noktasında yer alır.
1956 yılından itibaren Evkaf idaresi Kıbrıslıtürkler tarafından gerçekleştirilirken geçen 66 yılda adada Kıbrıslıtürklerin siyasi varoluşunun merkez unsuru olan bir kurum bugün yetkisiz yetkililer, çıkar ilişkileri ve rant ilişkilerinin tam göbeğindedir.
Ciddiyetten uzak, misyonundan uzak laf ola iş yaptığını iddia eden bu kurumu kendi çiftliği gibi yöneten idarecilerin yetkisiz ifade ve uygulamalarına karşı bazı siyasi seçkinlerin yada belli başlı medya mensuplarının “özenli” hali, esasen yolsuzluk sarmalının ne kadar geniş bir çerçeveye ulaştığını da gösteriyor.
Bir taraftan iyi idarenin öneminden bahsederken, diğer taraftan yolsuzluğa, yetkisiz kişilerin asılsız iddialarına dayalı bu kurumun hal ve gidişine parmağının ardına gizlenmeden bir şeyler söyleyebilecek biri yok mudur?
Esas sorulması gereken soru bence budur.