Dome Hotel meselesiyle ilgili haftalardır dönen bir tartışma var. Bu tartışma süreci bazı şeylerin netleşmesi bakımından örnek bir süreç oldu. Çok uzatmayacağım. Fakat bazı noktaları vurgulamak gerekiyor. Kısa kısa gidecek olursak:
- Bugün Dome Hotel’e gözünü diken kesimler, kurumun ticari veya turizm değeri kaygılarından değil, tamamen işletmet modeli ve bu modelin yayılmasını önlemek amacıyla kollarını sıvamaktalar. Dayanışmanın, katılımcılığın ve ortak yönetim idealleri zemininde işletilen Dome, sadece bir hotel değil aynı zamanda müşterek değerler ve örgütlenme bağlamında şekillenmesi arzu edilen bir yaşam biçimini de simgelemektedir. Esas mesele de devlet ile özel dışına taşan bu simgesel değeri yok etme, bunun yayılıp gelişmesini engelleme meselesidir. Çünkü bu ülkede ezelden beri yapıldığı gibi Kıbrıslı Türkerin elindeki tüm değerler ve kurumlar ortadan kaldırılmalı, batırılmalı, gasp edilmeli veya ister yerli olsun ister Türkiye eksenli veya yabancı olsun sermayeye hediye edilmelidir! Bundan dolayıdır ki Dome Hotel’i ele geçirmek isteyenlerin meselesi, Kıbrıslı Türklerin iradesizleştirilmesi sürecinin de bir parçasıdır.
- Peki bunu kim yapıyor? Yani doğrudan, somut olarak kimler yapıyor? Bu kez karşımızda geçmiş dönemlerden farklı bir durum var. Geçmişte ya doğrudan taşeron bir siyasi parti ya da asalak bir kurum vasıtasıyla bu tarz ‘pis’ işler yürütülürdü. Yani bir nevi resmi ve tüzel kişilikler tarafından. Fakat bu kez sahada bambaşka bir örgütlenme top sürüyor. Sermayesi, kanaat önderleri, medyası, bazı kurumlarda ciddi ilişkileri olan bir grup. Başaran Düzgün geçtiğimiz günlerde bunu açık açık yazdı. Muhtemeldir ki o da başka acılardan ve intikam güdüsüyle o yazıları kaleme aldı. Ama herkesin birbiriyle konuştuğu ama bir türlü açık açık söyleyemediği bazı şeyleri söyledi.
Kimisi buna ‘çete’ diyor… Belki de siyasi bir terminoloji kullanıp ‘hizip’ demek daha doğru olur. Hizip nedir? İçinde bulunduğu kurumu, partiyi veya herhangi bir organizasyonu kendi değerleri doğrultusunda değiştirme, dönüştürme ve ele geçirme, veya herhangi bir kuruma dışarıdan hükmetme amacı güden grublara verilen isimdir. Bugün Dome Hotel’e yönelik gerçekleştirilen operasyon da işte tam da böyle bir grubun medyasıyla, sermayesiyle, rezil sendikalarıyla ve resmi kurumlarıyla yürüttüğü bir operasyondur. Fakat işin daha da vahim tarafı bu operasyonun münferit bir operasyon olmadığı, bir süreden beridir herhangi bir alanda karşımıza çıkabilecek bir mesele olmasıdır. Dome’da yaşanan süreç yarın başka bir kurumda da veya başka bir alanda da yaşanabilir. Mesela CTP gibi bir kitle partisini dönüştürmeye çalışabilir, medyada yer edinip toplumsal mühendislik süreçlerinin tamamen bir eşik bekçiliğine soyunabilir veya herhangi bir kurumu çökertmeye çalışabilir. Kıbrıslı Türk siyaseti ve medyası artık ‘hizip’ ile tanışmış durumda! Geleneksel partiler ve siyasi odaklar hızla erirken ve yerine eşitlikçi-dayanışmacı değerler zemininde yeni hareketler ve kurumlar ortaya çıkamazken, karşı karşıya olduğumuz tüm müşterek değerleri yok etmeye programlanmış kurumlar dışı ama bir o kadar da kurumların içine sirayet edebilen bir ‘hizip’ oldu. - Son nokta ve bitiyoruz. Dome Hotel meselesiyle ilgili olarak iki hususu net olarak ortaya koymak lazım. Birincisi sık sık söyleniyor. Evet, sözleşmesi yenilenmeli ve var olan yönetim Dome Hotel’i yönetmeye devam etmeli. Çünkü orası her şeyden önce toplumsal bir değerdir. Evet ganimet mi? Ganimet. Fakat o ganimeti koruma ve tarihi önemine-değerine sadık kalabilme görevini herhangi bir sermeye odağı değil, müşterek değerleri hayata geçirme gailesi olan işçiler ve yöneticiler yapabilir. Tam da bu noktada Dome’u savunanlar tarafından sürekli olarak söylenmesi istenmeyen, gizlenen hatta kendi kendilerine bile itiraf edemedikleri hususları da konuşmak lazım. Evet Dome Hotel’in sözleşmesi yenilenmeli. Fakat Dome Hotel yönetimi de bundan sonraki süreçte çok daha şeffaf ve açık olmalı. Hotel yönetiminde katılımcılığın ve işçiler tarafından yönetimselliğin eksik ve yetersiz olduğunu biliyoruz. Hotel yönetimi gerçekten müşterek değerlere sadık bir biçimde işçilerin yönetime katılımı, kararlara müdahil olmasını ve bizzat yönetsel faaliyetlerde de bulunmasının önünü açması lazım. Bu tarz yapıların bizim ülkemizde yaşadığı en büyük eksiklik de yatırım yapmaması, yenilenememesi ve sürekli bir devinim içine girememesidir. Sendikalardan, siyasi partilere kadar sol değerleri savunan kesimler -istisnalar var tabii ama çoğunluğu- hala 70’ler kafasından sıyrılamayan, kendisini yenileyemeyen ve siyasal konformizle iç içe geçmiş kurumlar haline geldi. Açıkcası bunu Dome Hotel’de de görmek mümkün. Dolayısıyla Dome Hotel, yatırım yaptığı, kendi kendisini sürekli yenilediği, işçiler ve çalışanlar tarafından gerçeken ortak ve katılımcı bir şekilde işletildiği, hesap verebilir ve şeffaf olduğu sürece savunduğu değerleri ve yaratmak istediği örnek yaşam biçimini de güçlendirecek ve başka alanlara da bulaşmasını sağlayacaktır. Daha açık olmak gerekirse, karşımızdakilerin ne olduğunu ve ne kadar tehlikeli olduklarını biliyoruz ve bunu konuşuyoruz. Ama kendi eksiklerimizi ve yanlışlarımızı konuşmadığımız, gizlediğimiz sürece hakikatten de kaçmış olacak ve eksilmeğe devam edeceğiz. Dome Hotel bu dayanışma, paylaşma ve eşitlik değerlerinin somut hale geldiği, müşterek bir yaşamın kök saldığı bir kurum. Buralarda kötülüğün yayılmasına izin vermeyelim. Ama bunu yaparken müşterek değerlerimize de sıkı sıkı sarılalım, geliştirelim, açıklarımızı kapayalım.