Yugoslav komünistleri o kadar çok futbolcu silah altına almışlardı ki bazıları partizanlara üzerlerinde hâlâ formaları varken katılmışlardı. Ama bugün, Balkanlarda futbol, aşırı sağcı olmasıyla biliniyor.
Eski Yugoslavya’daki futbol sahalarının keskin bir şiddet geçmişi var. Savaş sonrası sosyalist devletin 1990’larda çöküşü ve bölgenin topyekûn savaşa sürüklenmesinin ardından, bazı stadyumlar esir kampı, hatta toplu infazlar için kullanıldı. Yakın zamanlarda dahi Balkanlarda futbol, şiddetli holiganizm ve savaş suçlusu oyuncu ve taraftar övgüleriyle lekelendi.
Ama futbol bazen Balkanların en çirkin yüzünü gösterse de bu her zaman böyle değildi. Yirminci yüz yılın ilk kısmında, Yugoslavya’nın çok zengin bir işçi spor kulübü geleneği vardı ve 1941-45’in partizanlarının Nazi işgaline son vermesinden önce bile komünistler, futbolu, yeni Yugoslavya için enternasyonalist ve anti faşist bir kimliği öne çıkarmak için kullanmaya başlamışlardı.
Bütün bunlar 1990’da, sıklıkla (ve abartılı bir şekilde) Yugoslavya’nın nihai çöküşünü tetiklediği iddia edilen bir futbol isyanıyla sona erdi. Ama spor, siyasi değişimi başlatabilir mi yoksa sadece var olan toplumsal gelenekleri mi yansıtır? Jacobin, Yugoslavya’da Futbol Siyaseti: Spor, Milliyetçilik ve Devlet kitabının yazarı Richard Mills’e, Balkanlarda futbolun nasıl bir, bir arada var olma aracından çatışma sahasına döndüğünü sordu.
Röportaj | Richard Mills | Jacobin
Çeviri | Kontra Salvo
Hırvatistan’ın Dünya Kupası finaline çıkması, taraftarlarının ve oyuncularının, Nazi işbirlikçisi Ustaşa’nın övgüyle anılması da dâhil, önceki ırkçı taciz ve şiddet olaylarının sosyal medyada tartışılmasına neden oldu. Ülkenin futbolla ilgili bu imajı ne zaman ortaya çıktı? Bu, kökü bağnazlığın eski dip akıntılarına dayanan bir tarih mi yoksa 1990’larda Yugoslavya’yı yıkan savaşların bir ürünü mü?
İkinci Dünya Savaşı’nın faşist hareketlerini hatırlatan provokatif tezahüratların varlığı yeni değil. Eski Yugoslavya çapında sesi hep çıkan azınlıktaki bir taraftar grubu, Hırvat Ustaşa, Sırp Çetnik ve diğer şiddet kullanan siyasi uçları öven tezahüratları hep söylediler. Josip Broz Tito’nun muzaffer partizan hareketinin iç düşmanlarına yapılan bu atıf, komünist yetkililerle karşı karşıya gelişin ve diğer halkların aşağılanmasının patlamaya hazır bir aracı haline geldi. Belgrad ve Zagreb kulüpleri arasında savaş sonrasında oynanan ilk maçlar bu yönde gelişti ve az miktarda seyirci rakiplerini “Çetnik çeteleri” veya “Ustaşa” diye tanımlamaktan vazgeçti. İktidardaki komünistler bu tür davranışları, “halkın düşmanlarına” gerçekten sempati duyan veya öyle olduğu söylenen taraftar, oyuncu ve yöneticileri kınayarak, hatta onları tutuklayarak çok ciddiye aldıklarını gösterdiler.
1940’lardaki şiddetin çoğu, yirminci yüz yılın ikinci yarısını uzun süre etkisi altına alan etnik ayrıcalık arayışı nedeniyle gerçekleşti. Yeni, sosyalist Yugoslavya’nın köşe taşlarından biri de komünist “kardeşlik ve birlik” fikriydi. Ulusal anlaşmazlıklarla felç olmuş ve etnik gruplar arası şiddet nedeniyle tükenmiş bir savaşlar arası dönem Krallığının yıkıntılarında yeni bir devlet inşa etme girişiminde bulunan Tito, yenilen Ustaşa ve Çetnikleri, bölgeyi kavuran karanlık milliyetçiliğin simgeleri olarak sundu. Yeni Yugoslavya ise bileşen ulusların farklılığını titizlikle koruyacak bir federal devlet olacaktı. Devlet inşa sürecinin parçası olarak gözden düşen rejimlerle bağlarıyla veya dar etnik kimlikleriyle bilinen futbol kulüpleri zorla kapatıldı. Gözden çıkarılan bu kalıntılara itibarlarını iade etme girişimleri tabu haline geldi. Bu tür tasfiyeler, komünistlerin kendilerinin de işlediği suçlar yüzünden pek çok insanın siyasi huzursuzluk zamanlarında yüzeye çıkacak bir adaletsizlik duygusu hissetmesine neden oldu.
1980’lerde Yugoslavya, dış borç ve yaşlanan komünist liderlik yüzünden zayıflamıştı. Bileşen cumhuriyetlerde ortaya çıkan siyasi alternatifler, ülkenin sorunlarını milliyetçilik prizmasından görme eğilimine girerken genç futbol taraftarları –ve bazı siyasetçiler- geçmişin gözden düşmüş ikonlarına döndüler. Kayda değer sayıda taraftar grubu, faşist hareketlerin isimlerini onur nişanesi olarak taşıdı. Daha sonra Yugoslavya’nın dağılmasının tetikleyicisi olarak anlatılan 1990’lardaki Maksimir Stadyumu İsyanı’ndan önce, Kızıl Yıldız taraftarlarının hayatını kaybeden komünist lider Tito’yu alaya aldıkları ve Çetnik Generali Draza Mihayloviçî övdükleri duyulabilirdi. Hırvat benzerleri Bad Boys taraftar grubu karşılık olarak Ustaşa lideri Ante Paveliç’i yücelttiler. Takip eden savaşlarda, taraflar yarım yüz yıl önce işlenen katliamlara dönerek ateşe benzin döktüler.
Şiddetli tartışmalara yol açabildiği için İkinci Dünya Savaşı’nın provokatif terminolojisi, eski Yugoslavya topraklarındaki militan futbol taraftarları için etkili bir silah olmaya devam ediyor. Bu yöndeki manşetleri süsleyen Hırvat taraftarlar –ve ara sıra oyuncular- bu tür davranışların tekeline sahip değil ama ulusal takımlarının son yıllardaki başarıları nedeniyle çok daha fazla görünür oldular.
Eski Yugoslav ülkelerindeki stadyumlar, 1990’lardaki savaşların suçlularına saygı gösteren pankartların asılması gibi güçlü siyasi kimliklerin sergilenmesine sahne oldu. Taraftar örgütleri veya holigan grupları içerisinde bu tür görüntülerin, bildik siyasi örgütlerle ne tür bağları var?
1980’lerin sonunda ortaya çıkan siyasi partiler, kendilerinden önce gelen komünistler gibi sporda elde edebilecekleri faydaların farkındalardı. Sağın yükselen sesleri etkin bir şekilde en büyük futbol taraftar gruplarının ilgisine oynadılar. Vuk Draşkoviç ve Sırp Yenilenme Hareketi, milliyetçi söylemi sayesinde doğrudan Kızıl Yıldız Belgrad taraftarlarını çekti. Batıda ise Franjo Tudjman’nın Hırvat Demokratik Birliği, seçimler sırasında stadyumların içine reklam panoları dikti ve yeniden oluşturulan Hırvat ulusal takımını, henüz Yugoslavya’nın bir parçasıyken ulusal gururu beslemek için kullandı. Tudjman, kariyerinin başlarında komünist dönem Yugoslav Halk Ordusu’nda albay ve ordu takımı Partizan Belgrad’ın başkanı olduğu sırada, futbolu siyasi amaçlarla kullanma konusunda tecrübe kazanmıştı. Çok sayıda taraftar, bazı önde gelen oyuncular gibi, açık bir şekilde siyasi şahsiyetleri ve tehlikeli programlarını sahiplendiler. Kızıl Yıldızlı Dragon Stojkoviç, Sırbistan’da Slobodan Miloseviç’i açıkça destekleyenlerin arasındaydı.
Devlet çökerken lig maçları da taraftarlara siyasi bağlılıklarını ve karşılıklı olarak milliyetçiliklerini ifade etme imkânı verdi. Bu hiç de yeni bir şey değildi; benzer karşılaşmalar hem savaşlar arası dönemdeki Yugoslav Krallığı’nda hem de sosyalist halefinde sürekli meydana geliyordu. Ancak siyasi olarak harekete geçirilen olayların sıklığında ve çapında, 1980’lerin sonunda ciddi artış oldu. Efsanevi Maksimir İsyanı, Dinamo Zagreb’in Kızıl Yıldız’la olan maçı başlama vuruşundan önce terk etmesiyle sonuçlandı. Bu Hırvat-Sırp holiganların kapışmasının gerçek savaşı tetiklediği miti romantik bir efsaneden fazlası değilse de devam eden olaylar futbol, örgütlü siyaset ve çatışma arasındaki karşılıklı ilişkiyi belirginleştirdi.
Maksimir İsyanı’nın, Yugoslavya’nın dağılmasının sembolik açılış savaşı olarak varsayılmasının bir nedeni de rakip taraftar gruplarının takip eden çatışmalarda yer alması oldu. Miloseviç döneminde, Sırp güvenlik aygıtı, doğrudan Kızıl Yıldız’ın Delije (Kahramanlar) taraftar grubuyla ilgilendi. Söylenene göre devletin kirli işlerini yapan yeraltı dünyasının suçlu ismi Zeliko “Arkan” Raznatoviç, Kızıl Yıldız tribünlerinde etkili bir ses oldu. Savaşın patlak vermesinden kısa bir süre önce, Kaplanlar olarak da bilinen paramiliter Sırp Gönüllü Muhafızlar örgütünü kurdu. Delije grubunun çekirdeğinin üyelerini oluşturduğu bu kötü şöhretli birlik Hırvatistan’da, Bosna’da ve Kosova’da savaştı ve ardından Arkan savaş suçlusu olarak mahkemeye verildi. Kaplanlar’ın ilk eylemleri sırasında Kızıl Yıldız, Avrupa Şampiyonluğu’nu elinde tutuyordu ve kulübün dergisi, en bağlı taraftarlarının bazılarının askeri başarılarıyla övünüyordu.
Hırvatistan ve Bosna’da da taraftarlar kurulmakta olan ordulara koştular. Tecrübeli holiganlar savaşı milliyetçilikle gazlanmış stadyum çatışmalarının doğrudan bir devamı olarak gördüler. Bir tank, Dinamo Zagreb’in Bad Blue Boys grubunun ardından adlandırılırken kulüp armaları da eğreti üniformalarda ulusal sembol olarak kullanıldı. Belgrad, Zagreb, Saraybosna ve diğer yerlerdeki taraftar grupları, ölen üyeleri için anıtlar diktiler ve anılarına tribün koreografileri hazırladılar.
Taraftarların savaş zamanı katkılarından üretilen gururun aksine, örgütlü siyasetle kurulan doğrudan ilişki çok daha sorunlu bir miras bıraktı. Silahların susmasından bile önce Bad Blue Boys, Hırvatistan Cumhurbaşkanı Tudjman’la, Dinamo’nun yeniden adlandırılması üzerine yıllar süren bir tartışmaya girdi. Belgrad’da, Delije, Miloseviç’i Hırvatistan ve Bosna’daki savaşları yürütme biçimiyle Sırpları yüzüstü bırakmakla suçladı. Grubun çok sayıda üyesi, 2000 yılında devrilmesine yol açan devrimci eylemlere katıldı. Taraftarlar hâlâ, her ikisi de Lahey’de savaş suçu işlemekten mahkum edilen Bosnalı Sırp Radovan Karadziç ve Rako Miladiç gibi uzlaşmaz siyasetçi ve askeri şahsiyetlere duydukları hayranlığı ifade etmeye devam ediyorlar.
Bunların hepsi sekterliğin çirkin resmini gösterse de on yıllar önce futbolun anti-faşistler için bir referans noktası olabileceğini söylüyorsunuz. Futbolun 1943-45 devriminde oynadığı role dair ne söylenebilir?
Tito’nun partizanlarının 1941’de dağlara çıkmasından çok önce, komünistler oyunla yakın ilişki geliştirdiler. Yugoslavya Komünist Partisi (KPJ), 1921’de yasadışı ilan edildi. Yeraltına zorlanan üyeleri, etkinliklerine devam etmek için yeni yollar aradılar. Parti, ciddi bölünmelerle zayıfladı ve uzun bir süre etkili olamadı ama işçi futbol kulüpleri hem komünistlere hem de komünist olmayanlara etkinliklerine devam edebilmeleri imkânını sağladı. Bu uğraşlar risksiz değildi: savaşlar arası dönenin yetkilileri onlarca işçi kulübüne baskı yaptı ve kapattı ve üyelerini yasadışı siyasi çalışma yapmaktan tutukladı. Mostar’da KPJ doğrudan bir kulüp kurdu. Kasabanın yanındaki dağın adını alan Velez, işçi siyasetinin kalesi görevini gördü. Sıkıntılı yıllar boyunca Partinin imdadına yetişti. Bu tür kulüpler yasadışı yayınların basılması ve dağıtılması için bir faaliyet alanı, İspanyol İç Savaşı’na giden gönüllüler için bir kanal ve gösteri düzenlemek için bir araç işlevi gördü.
Mihver devletlerin Yugoslavya’yı işgalinin ardından, işçi kulüplerinden yüzlerce oyuncu, çalışan ve taraftar, Partinin silah başına çağrısına uydu. Bazıları futbol ayakkabıları ve kışlık antrenman kıyafetleriyle partizan birliklerine katıldı. Bu şevkin korkunç sonuçlar getirdiği, tecrübesiz savaşçıların mücadelenin ilk aylarında düşmesiyle kanıtlandı. RSK (İşçi Spor Kulübü) Split 1941 Sonbaharında bütün bir takımı kaybetti. Savaş bittiğinde, işçi kulüplerinin binlerce taraftarı Ulusal Kurtuluş Mücadelesi için hayatını kaybetmişti. Faşist rejimler de yeraltı için çalışmakla suçladıkları bir dizi ünlü oyuncuyu öldürmüştü. Aralarında ulusal takım oyuncusu Milutin İvkoviç de vardı.
Savaştan sonra, mütevazı kulüplerin fedakârlıkları, zengin öykülerle ve anıtlarla takdir edildi. Bu örgütler devrimin kaleleri oldular ve Partinin üst düzey yöneticileriyle yakın ilişkiler geliştirdiler. Velez Mostar ve Zeljezniçar (Demiryolu İşçisi) Saraybosna gibi kulüpler Yugoslav liginde üst sıralara yükseldiler.
İşçi sporunun, serbest zaman ve özerk bir işçi sınıfı kültürü oluşturma mücadelesi içinde kökleşen eski bir geleneği var. Sadece sendikalar ve sosyal demokrat partilerin kurduğu spor birlikleri yoktu, bir de 1920’ler ve 1930’lar İşçi Olimpiyatları vardı. Bu gelenek savaşlar arası dönemdeki Yugoslavya’da da var oldu mu?
İşçi sporları ve özellikle de futbol, savaşlar arası dönemdeki Yugoslavya Krallığında her şeye rağmen yeşerdi. Spor etkinliklerinin yanı sıra, işçi kulüpleri üyelerinin sosyal ve siyasi olarak bir araya gelmelerini, müzik ve drama grupları kurmalarını ve kendilerini eğitmelerini sağladı. Erken aşamalardan itibaren bu az gelirli kulüpler, sayıların önemli olduğunu fark ettiler. 1920’lerin ortasında, temel hakları koruma ve baskın “burjuva” kulüpleri ve futbol birlikleriyle eşitlik sağlama amacıyla bir blok kurdular. Burjuva kulüpleriyle ilişkileri zayıftı ve işçiler sık sık polis tacizine maruz kalıyorlardı. Blok ve çok sayıda üyesi, 1929’daki kraliyet diktatörlüğünün ilanına eşlik eden baskı dalgası sırasında kapatıldı. Kısa bir süre sonra İşçi Spor Birliği adlı başka bir örgüt kuruldu. Blok gibi o da ağırlıklı olarak futbol odaklıydı ve Yugoslav Futbol Birliği içerisinde de destek kazandı ama iç çatışmalar ve iktidar mücadeleleri yüzünden bölündü. Savaşın patlak vermesine değin, polis, kulüplerin peşini bırakmadı.
Anlatımınızda Hajduk Split, “Ulusal Kurtuluş Ordusu’nun takımı” olarak özellikle önemli bir rol oynuyor. Ne anlamda yeni sosyalist Yugoslavya’nın “elçisi” olarak hizmet etti?
Hajduk, İtalyan işgalcilerden cazip teklifler gelmesine rağmen oynamayı reddeden birkaç büyük takımdan biriydi. Bu da kulübün işbirlikçilikle lekelenmemesini sağladı ve Dalmaçyalı komünistlere fırsat sundu. Partizanlar 1944’te Hajduk’u, Ulusal Kurtuluş Mücadelesinin propaganda kolu olarak kullanma niyetiyle yeniden yapılandırdılar. Split düşman elinde kaldı ve çok sayıda oyuncusu, bir çoğu saflarda savaşan arkadaşlarının yanına katılmaları için işgal altındaki bölgelerden kaçırıldı.
Üst düzey komünist liderliğin desteği ve formalarındaki beş köşeli sosyalizm yıldızıyla birlikte Hajduk, Britanya Silahlı Kuvvetleri takımlarıyla onlarca maç oynadı. Baştaki başarılardan sonra kulüp, kurtarılmış Akdeniz bölgelerinde zorlu bir turneye başladı. En önemli kısmı, Bari’de, 50.000 izleyicinin önünde profesyonellerle dolu bir Britanya Ordu takımıyla karşılaşmalarıydı. İlk defa Yugoslavya’nın yeni yıldızla donatılmış üç renkli bayrağı stadyumda Britanyalı rakiplerininkiyle eşit bir şekilde dalgalandı ve yeni ortaya çıkan devletin marşının duygusal bir icrası çok sayıda partizanı göz yaşlarına boğdu. Hajduk, İtalya’dan sonra Malta, Mısır, Filistin ve Suriye’de de maçlaraa çıktı. Resmi bir görevdeki askerler olarak gittikleri her yerde uluslararası basının ilgisini çektiler, partizanların amacı için farkındalığı arttırdılar.
Kurtuluşun ardından kulüp yıkıntılar içindeki Yugoslavya’yı turladı. Takım, büyük kalabalıkları topladı ve Tito oyuncuları ağırladı. Askeri nişanlarla donatılan Hajduk, Yugoslavya’nın varlığı süresince devletten destek buldu. Ancak, aynı zamanda, daha dar, bir kentin, bölgenin ve Hırvat kimliğinin de simgesiydi ve bu Belgrad’la ilişkilerin gerildiği zamanlarda sık sık ön plana çıktı. Yugoslavya dağıldığında, Yugoslav ve Hırvat kimliklerinin tartışmalı doğası kulüp içerisinde özellikle belirginleşti. Hajduk’un amblemiyle ilgili sert tartışmalar patlak verdi. Çok sayıda kişi beş köşeli yıldızın bırakılıp Hırvat simgesi Şahovniça’nın (kırmızı beyaz dama) yeniden getirilmesini için ısrar ediyordu. Büyük tartışmalar sonucu 1990’da amblem değiştirildi. Kulübün karmaşık geçmişi bütün bir bölgeninkini yansıtsa da Yugoslavya sonrası dönemde, partizan dönemi başarıları önemsiz gibi gösteriliyor.
Komünist yetkililer, savaş sonrası dönemde futbolu nasıl araçsallaştırdılar?
Hajduk’a ek olarak, komünist yetkililer oyundan birçok yönden faydalandılar. Başlangıç olarak futbol manzarasını kendilerine göre şekillendirdiler. 1940’ların devrimci kargaşa ortamında mimli kulüpler kenara itilirken devrim ruhuyla doldurulmuş yenileri onların yerini aldı: Kızıl Yıldız, Proleter, Kardeşlik ve Birlik, Savaşçı, Özgürlük… Hajduk, silahlı kuvvetleri temsile devam etmesi için Belgrad’a taşınması davetini reddedince yetkililer yeni bir takım kurdular. Yugoslav Halk Ordusu Partizan Topluluğu, -tartışmalı bir şekilde- bazıları Zagreb’in gözden düşmüş kulüplerinden olanlar da dahil olmak üzere ülkenin en iyi oyuncularını başkente topladı. Diğer önde gelen takımlar Yugoslavya’nın bileşen cumhuriyetlerinin güvenlik aygıtlarıyla yakın ilişkinin faydasını gördü veya büyük fabrikalar tarafından desteklendi.
Yeni lig ve kupa sistemleri de yeni gerçekliği güçlendirmek için tasarlandı. İlk Federal Lig 1946-47 sezonuyla başladı. Kulüpler cumhuriyet seviyesi maçlar yoluyla yükseldiler. Her bileşen cumhuriyete en az bir temsilci hakkı verildi ve Yugoslavya’nın yeni iç sınırları vurgulandı. Yetkililer yeni yarışı yeni dış sınırlar iddialarını desteklemek için de kullandılar: sezon başladıktan sonra, ülkeye yeni katılan Rijeka’dan (İtalyanca Fiume)bir takım lige eklendi. Bir başka son dakika katılım daha da tartışmalıydı: üç yıl boyunca küçük bir işçi kulübü olan Ponziana, tartışmalı Trieste şehrini Yugoslav lig sisteminde temsil etti. Bu esnada şehrin başka bir takımı da İtalya’nın birinci liginde oynuyordu.
Diğer yönlerde oyunu manipüle etmek daha güçtü. Oyun, savaşlar arası dönemin yasadışı Komünist Partisi için etkili bir araç görevi görmesi gibi sosyalist dönemde de statükoyla mücadele etmek isteyenlere hizmet etmeye devam etti. Haklı olarak Hırvat kulüpleri ve birlikleri, Belgrad tarafından maruz bırakıldıkları eşitsizliklerden hoşnutsuzlukları sık sık dile getirdiler. Daha geniş siyasi anlaşmazlıkları yansıtan tartışmalar, 1970’lerdeki Hırvat baharı zamanında yaşananlar da dahil olmak üzere, özellikle keskin olabiliyordu.
Futbol aynı zamanda Yugoslav toplumunun en kötü yönlerini de açığa çıkarttı. Sosyalist dönem boyunca yolsuzluk, kayırmacılık, şike ve şiddet oyunu mahvetti. Bütün bunların yetkililer üzerinde kötü etkisi oldu, özellikle üst düzey parti yöneticilerinin ölçüsüzlükten ve skandaldan uzak durmamaları nedeniyle. Yugoslavya’nın yenilikçi işçi özyönetimi sisteminin –oyunculara yüksek ödemelerin yapılması ve gizli transfer anlaşmaları da dahil olmak üzere- kötüye kullanılması siyaseten zehirleyiciydi.
Tito hükümetleri, ulusal takımı kullanarak ortak bir Yugoslav kimliği yaratmak için hangi girişimlerde bulundu? Spor bağlantıları, bağlantısızlar hareketindeki Yugoslav dış politikasına nasıl hizmet etti?
Yugoslavya’nın 1952 Olimpiyat Oyunları’nda Sovyetler Birliği’ne karşı kazandığı zafer, genç devlet için çok ciddi simgesel bir öneme sahipti. Dört yıl dışlandıktan sonra, Tito’nun Yugoslavyası’nın her şeye rağmen yaşamaya devam edişini vurgulamak için bir şanstı. Yugoslav komünistleri 1948’den önce yüzlerini köklü Sovyet müttefiklerine dönmüş, devletlerini Sovyet modeline göre temellendirmiş ve spor ve kültür fizik alanı da dahil pek çok uygulamasını almışlardı. Stalin, Tito’yu kontrol edilemez bir maceraperest olarak ilan edip kendileri sırt çevirdiğinde, ateşli bağımsızlık yanlısı Yugoslavlar ihanete uğradıklarını hissettiler ve ciddi ekonomik güçlükler ve düşmanlıklarla karşı karşıya kaldılar. Olimpiyat zaferi, faşist Batının uşağı olarak görülen bir halkın Sovyet kibri karşısında üstünlük göstermesine imkan verdiği için daha da güzel geldi. Yugoslavya’nın dört bir yanında radyolar kutlama yayınları yaptılar ve siyasi liderlik, güçlükler karşısında nadir görülen bir birlik gösterdi.
Tito-Stalin ayrımı, Yugoslavya’yı müttefik aramak için komünist dünyanın ötesine bakmaya zorladı. Başlangıçta kapitalist batıya dönen Belgrad, 1950’lerin başlarında Üçüncü Dünya’nın yeni bağımsız devletleriyle bağlarını geliştirmeye başladı. Futbol, bu yenilikçi dış politika dönüşümünün öncüsüydü. Ulusal takım ve önde gelen kulüpler, Afrika, Doğu Asya ve Orta Doğu’ya düzenli olarak gitmeye başladılar. Bu sporcu elçiler Endonezya’da Başkan Sukarno’yla, Etiyopya’da İmparator Haile Selassie’yle ve Çin’de Başkan Mao’yla görüştüler. Aynı zamanda Yugoslavya, onlarca antrenörü yeni müttefiklerine gönderdi. Yetenekli Yugoslavlar, Afrika ve Asya çapında –ve Batı Avrupa’nın en iyi liglerinde- ulusal takım ve kulüp antrenörleri olarak hizmet verdiler ve oyun, Soğuk Savaş dünyasında “üçüncü yol” arayan bir ülkenin etkili yumuşak güç aracı haline geldi.
Çok etnikli bir ulusal takımın sembolik önemi en başlarda fark edildi. 1952’deki takımı tanımlayan özelliklerden birisi de Hırvat Stepan Bobek ve Sırp takım arkadaşı Rajko Mitiç’in verimli hücum işbirliğiydi. Sosyalist Yugoslavya’nın var olduğu süre boyunca tüm bileşen halklar bir şekilde ulusal takımda temsil edilse de takımın, devletin Slav olmayan yurttaşlara erişme başarısı tartışmaya açık.
Ulusal takıma destek 1980’lerin sonlarında azalmaya başladı. İtalya 90’da, güçlü Yugoslav takımı evinde ciddi bir destek almadı. Hırvatistan’ın bağımsızlığa doğru gitti bu zamanda takım, Zagreb’de, yola çıkmadan önce yuhalandı. Çeyrek finalde Arjantin’e yenilgisi, ülkenin çeşitli kesimlerinde tartışmaları tetikledi. Takıma en büyük destek, çoğu insanın kararlılıkla Yugoslavya sorununun siyasi çözümüne tutunduğu ve Bosnalı yıldızlarla dolu bir takımın başarılarını kutlayan çok etnikli Bosna Hersek’in başkenti Saraybosna’dan geldi.
Bugün futbol kulüpleri sekterliğin mücadeleci kimliklerin alanıysa Tito zamanında bunun üstesinden nasıl gelindi? Kadrolar ve taraftar camiası gerçekten Yugoslav yanlısı mıydı? Ulusa gerilimlerin ne tür işaretleri vardı?
Yugoslavya’daki en başarı takımlar çok etnikli olanlardı. 1940’lar, 1950’ler ve 1960’ların şöhretli Partizan takımı ülkenin en yetenekli oyuncularını bir araya getirmişti. Bunun, diğer cumhuriyetleri başarıdan mahrum kıldığı tartışılsa da Yugoslavya çapında taraftarları kendine çekti. 1966’da Avrupa Kupası finaline çıkan Partizan takımı, ülkenin sekiz federal biriminin beşinden oyunculara sahipti ve Sırbistan’ın güneyinden etnik bir Müslüman tarafından yönetiliyordu. Yirmi beş yıl sonra aynı şehirden rakibi olan Kızıl Yıldız, daha iyisini yapıp Yugoslavya’nın dağılmasının hemen öncesinde Avrupa Kupası’nı kazandığında da benzer bir durum vardı. Parlayan takım, her ne kadar Sırp milliyetçiliği zaferden esas faydalanan olsa da gerçek bir Yugoslav takımıydı.
O zamandan beri her iki Belgrad kulübü de ciddi miktarda destek kaybına uğradı. Taraftar gruplarının şovenizmi çok sayıda Sırp olmayan taraftarın desteği bırakmasına yol açtı. Müslümanlarla ilgili onur kırıcı tezahüratlar Belgrad tribünlerinde yankılandıkça kulübün çok sayıda Bosnalı Müslüman ve Arnavut taraftarının takımla duygusal bağını devam ettirmesi giderek zorlaştı. Kızıl Yıldız ve Partizan, Hırvatistan’da Dinamo Zagreb ve Hajduk Split’in oynadığı rolün benzerini, yeni siyasi iklimde Sırp milliyetçiliğinin duygusal totemleri olarak yerine getirdi. Çoğu kişi için bu kulüpler on yıllardır bu rolü yerine getiriyordu.
Ülkenin etnik çeşitliliğiyle bilinen kesimlerinde taraftar grupları kozmopolit Yugoslav yanlısı kimliklere çok daha uzun süre tutundular. Bu eğilim özellikle Müslüman, Sırp ve Hırvatların, Velez Mostar, Zeljeznicar ve Borac (“Savaşçı”) Banja Luka takımlarını farklılıkların olduğu toplumlarının bir yansıması olarak desteklediği Bosna kentlerinde daha güçlüydü. Bununla birlikte, ulusalcı suiistimal taraftar rekabetine hakim oldukça ve Miloseviç, Yugoslav fikrini Sırp çıkarları için manipüle ettikçe bu tür bakışları korumak giderek güçleşti. Bosnalı gruplar başlangıçtaki Yugoslav yanlısı duruşlarını daha kozmopolit bir Bosna yanlısı duruşa çektilerse de tüm gruplar nihayetinde çatışmayla birlikte parçalandılar. Komünist kardeşlik ve birliğin meşhur simgesi Velez de kurbanlardan biriydi. Sırp ve Hırvat oyuncuların çoğu, Hırvat milliyetçileri kulübün tesislerini hedef aldıkça sırasıyla doğuya ve batıya doğru kaçtılar. Velez, batı Mostar’ın çok sayıda sakini gibi nefret edilen Yugoslav döneminin istenmeyen simgesi olarak temizlendi. Savaştan sonra dahi, bu kulüplerin çoğu, çok daha sadeleşmiş bir etnik haritaya rağmen kucaklayıcı tavırlarından sıcak bir şekilde bahsetmeye devam ettiler. Velez taraftarları kulübün komünist mirasına da değer vermeye, devletinin yok olmasında uzun süre sonra Tito’ya övgü şarkıları söylemeye devam ettiler.
1990’lardaki savaşlar sırasında futbol stadyumlarının da gözaltı ve katliam araçları haline geldiğini yazdınız?
Savaşlardan bu yana, Eski Yugoslavya Uluslararası Savaş Suçları Mahkemesi, Yugoslav oyununun karanlık sonuna dair detayları gün yüzüne çıkarttı. Hırvatistan’daki düşmanlıkların başında, futbol stadyumları askeri tören alanları olarak kullanıldı. Bosna’da, Zeljezniçar Saraybosna’nın stadyumu çatışma süresince ön cephedeki bir savaş bölgesiydi. Bosnalı Hırvat güçler Velez Mostar’ın sahasını, Müslümanları sürmeden önce toplanma alanı olarak kullandılar. Bosnalı Sırpların bölgesinde, alt liglerin futbol takımlarının sahalarını benzer bir anlayışla kullanıldı. Srebrenica yakınlarında olduğu gibi, bazıları toplu infaz alanları haline geldi. Böylece bir zamanlar Yugoslavya yurttaşlarını bir araya getirmeye hizmet eden futbol sahalarında çok etniklilik sona erdi. Kuşatılmış Saraybosna’da, Koseva Stadyumunun antrenman sahaları mezarlığa döndü.
Eski Yugoslav ülkelerinin ulusal takımları arasında yakın zamanda gerçekleşen karşılaşmalar sert koşullarda oynandı. Bu ülkelerde, federasyonlarında ve medyada futbolun siyasi ilişkileri normalleştirmek için kullanılmasıyla ilgili ne ölçüde ses çıkıyor?
Uluslararası futbol, bölgenin siyasi gerçekliklerini açığa çıkarıyor. Bazen oyunun uluslararası kurumları siyasi denklerinden daha hızlı hareket ederek çeşit çeşit güçlükler çıkarıyorlar. Kosova, daha Birleşmiş Milletler üyesi olmadan FIFA ve UEFA gibi futbol otoriteleri tarafından tanındı. Kosova’nın bağımsızlığını tanımayan Sırbistan ve Bosna için sonuçları futbol sahasının çok ötesine taşındı. Sırp bakış açısıyla Kosova’nın Avrupa Şampiyonası’na ve Dünya Kupası elemelerine katılması, kendi güney ili olarak gördüğü bir yerin ayrılmasını kabul etmeyi reddetmesiyle dalga geçilmesi oluyor.
Komünist selefleri gibi 1990’ların devlet inşa projeleri de futbolu, devlet olma haliyle ilgili iddialarının “ulusal” ligler, kupa yarışmaları ve ulusal takımlar yoluyla altını çizmek için kullanmaya çalıştılar. Kendini devlet ilan eden bazı yerlerde, küçük kent takımlarının mütevazi sahaları “ulusal stadyum” seviyesine yükseltildi. Kosova gibi bazı projeler dayanırken Hırvatistanlı Sırpların –Krajina Sırp Cumhuriyeti- gibi kaybetmeye mahkum devletlerininkiler başarısız oldu. Futbol istisnasız siyasileşti. Bu süreç, Kosova’nın kuzeyindeki tartışmaları bölgelerdeki Sırp kulüplerin ısrarla Sırbistan ulusal yarışmalarına oynamasıyla devam ediyor. Oyun, devlet olma halinin ifadesinin ve sınırları belirlemenin etkili bir aracı olmaya hizmet etmeye devam ettikçe ihtilaf çıkarmaya devam edecek.
Bununla birlikte, futbol aracılığıyla ilişkilerin düzelmesini savunanlar çok sayıda ses var; medyada ve diğer yerlerde dünyayı ihtilaf çıkaran milliyetçi prizmadan bakmayı reddedenler mevcut. Sırbistan’ın en başarılı sporcusu Novak Cokoviç, Dünya Kupası’nda Hırvatistan’a destek verdiğini yüksek sesle söyledi. Benzer şekilde Hırvatistan’lı İvan Rakitiç ve Sırp teknik direktör Mladen Krstayiç arkadaşlıkları ve turnuvada birbirlerini desteklemeleriyle ilgili hislerini sıcak bir şekilde dile getirdiler. Hepsi ulusalcı suiistimalin olumsuz sonuçlarına maruz kaldılar.
Kitabınızda –kulüpleriyle, siyasi kullanılışıyla, taraftarlarıyla ve kimliğiyle- bir futbol çalışmasının daha geniş toplumsal gelişmeleri anlamak için bir pencere açtığını söylüyorsunuz. Ama toplum tarihçilerinin neden kitle kültürünün diğer daha az “popüler” biçimlerine kıyasla göreceli olarak bu alanı atlama eğilimde olduğunu düşünüyorsunuz?
Geçmişte akademisyenler sıklıkla futbolu, çevresel alt kültür olarak yok saydılar. Neyse ki bu, daha fazla tarihçi oyunun zengin karmaşıklığını kabullendikçe hızla değişiyor. Dünya çapında futbol, kimliklerini bu alana bağlayan milyonların tutkularını ateşliyor. Eski Yugoslavya da bir istisna değildi. Tarihçiler, Yugoslav komünist lider Josip Broz Tito ve merkez komitesinin, 1990’ların Hırvatistan başbakanı Franjo Tudjman’ın ve bir sürü diğer siyasi liderin çok ciddiye aldığı bir sporu, risk alarak görmezden geldiler. Oyun, içinden çıkılmaz biçimde, bölgenin yirminci yüz yıl tarihinin her dönemiyle bağlantılı. Yüzlerce insan onunla bağları nedeniyle öldüler ve yüz binlercesi tarihse gelişmeleri onun araçlığıyla deneyimledi ve yorumladılar. Kitle kültürünün az sayıdaki başka biçimi, Temmuz’da Hırvatistan’da yaşanan çapta ulusal kutlamaya neden olabilir veya cumhuriyetin Dünya Kupası başarısına eşlik eden keskin tartışmalar kadarını kışkırtabilir.
https://jacobinmag.com/2018/08/yugoslavia-balkan-war-football-riots