Son dönemde sayıları hızla artan saldırı, gasp ve cinayet vakaları içinde bulunduğumuz ciddi tehlikeyi ve sosyal bozulmayı, içimde hala fark etmediğimiz endişesini doğuruyor. Bir insanın önündeki tehlikeyi fark etmesi için illa ki bu tehlikeye maruz kalmasını mı gerektiriyor? Bu noktada kafam biraz karışıyor. Gürül gürül yanan bir sobaya (-ki sıcak olduğu tüm duyularımızla fark edebiliyoruz) elinizi bile bile dokundurmak demek, ya intihara meyilli hayattan vazgeçmiş bir psikolojik bozukluk içindesiniz demek, ya da kendinize acı çektirmekten, zarar vermekten zevk alan psikopat bir mazoşistsiniz anlamına geliyor. Her iki türlü de durum ciddi bir tedavi gerektiriyor.
4 Aralık’ta gencecik, başarılı ve geleceği umut vadeden bir sanatçı canımızı kaybettik. Tarihe dikkat eder misiniz? 4 Aralık! Yani Kadın Hakları Günü’nden bir gün önce, daha kötüsünü de söyleyeyim isterseniz, doğum gününden 2 gün önce.
Gencecik bir fidan, can. Belki de 3 Aralık’ta doğum gününde sevdikleriyle neler yapacağını, mutluluklarını, hayallerini, hedeflerini düşünüyordu.
Peki, şimdi bambaşka bir noktaya bakalım. Özgür Arduç adında bir vatandaş var. Askerliğini yaptığı 2005 yılında, 9 Mart ve 5 Nisan tarihlerinde olmak üzere iki kere askerlikten firar etmiş. Ardından Askeri Cezaevi’ne girmiş. 21-22 Mayıs tarihlerinde askeri cezaevinde isyana kalkışmış. Haziran ayının 15-16’sında Sarıkamış Askeri hastanesi Psikiyatri Kliniği’ne yatırılmış. Ruhsal muayenesinde “Mizacı kızgın ve sosyabilitesi güven telkin etmiyor” denilen Özgür Arduç için “Çocukluğundan beri otoriteyle problemlerinin olduğu, impulsivite (davranışlarına bir limit koyamayan), saldırganlık, askerliğin gereklerini yerine getirmediği, suç işlemeye meyilli olduğu anlaşılmaktadır” teşhisi konuluyor. Yani 15 yıl önce TSK’nın rapor hazırladığı ve sonrasında hiçbir makamın dikkate almadığı bir durum.
Bu hikâyenin daha ilginç bir başka yanı da Ceren’in katili Özgür Arduç’un babası Hüseyin Arduç’un da yıllar önce cinayet işlediği ortaya çıktı. Hüseyin Arduç, 1989 yılında Amasya´da kayınvalidesi ile bir kişiyi öldürüyor. Cezaevinden çıktıktan sonra ise ismi öğrenilmeyen bir akrabasınca öldürülüyor. O dönem 5 yaşında olan Özgür Arduç akrabaları tarafından yetimhaneye veriliyor. Okuduğum bir yazıda şöyle bir diyalog geçiyordu.
Hâkim karşısındaki sanığa idam cezası verir ve son sözünü sorar.
“Hâkim Bey, kimin sayesinde o koltuktasınız?”
Hâkim soruyu tuhaf bulur fakat cevapsız bırakmaz.
“Annemin ve Babamın emeği çok. Onlar sayesinde Hâkim koltuğundayım.”
Sanık istediği cevabı almıştır. Şöyle cevap verir.
“Benim de öyle, Annem ve Babamın emeği çok. Onlar sayesinde sanık koltuğundayım. Siz beni yok ediyorsunuz fakat onlar benden bir tane daha var edecekler. Cezayı sadece bana vermekle suçun kaynağını yok edemezsiniz.”
Tekrar dönelim bugüne, Ceren’in katili Özgür Arduç yakalanıp cezaevine konuldu. Ordu cezaevi. Ancak nakil kararı çıktı. Nereye, Şırnak’taki T tipi cezaevine. Sebep? Ceren’in bazı yakınlarının cezaevinde görev yaptığının anlaşılması. Şırnak cezaevi yönetimi hemen bildirimde bulunarak cezaevinde daha önce bu tür suçlulara saldırmaktan sabıkalı mahkumların bulunduğunu, Arduç’un Şırnak’a naklinin bu nedenle sakıncalı olabileceğini söylüyor. Aslında bir noktaya baktığınızda buraya kadar her şey devletin işleyişi, vatandaşına olan sorumluluğu ve görevleri açısında doğru görünüyor.
Asıl sorun bence burada başlıyor. 15 yıl öncesinde toplum için zararlı, şiddete ve suç işlemeye meyilli bir bireyin varlığını bilerek buna çözüm üretmeyen bir devlet ve mekanizmaları;masum, geleceğe umutla bakan ve bu toplum için bir ışık olabilecek bir canın katledilmesinden sonra dank ediyor ve işlemeye başlayıp çözüm üretir hale geliyor.
Sizce de bu işte bir tuhaflık yanlışlık yok mu? Devlet yaşatmak ve korumak için yok mu? Toplumsal düzeni sağlamak, refah ve huzur getirmek, adaleti sağlamak için yok mu?
İlla ki masum canların yanması, yok olması, geride acılı insanların mı kalması gerekiyor? Ben bir hukukçu değilim. Psikiyatri uzmanlığı olan bir doktor da değilim. Ama okuduğumu anlayabilir, anladığımı uygulayabilir, uygulayabildiğimle çözüm sağlayabilirim. Çatısı altında yaşadığımız Devlet! Sizce bunu anlamamış olabilir mi? Anlamadığı için bir uygulamaya yönelememiş ve çözüm sağlayamamış olabilir mi?
Son dönemde sık sık yaşadığımız kadın cinayetlerinde kişi ve mekân farklı olsa da temelinde sorun aynı değil mi?
Adaletin mülkün temeli olduğunu söyleyen sistemde gencecik bir can katledilmeden bilinen ve bildirilen bu tür insanlar rehabilite edilseydi de bu acılar hiç yaşanmasaydı. Devlet de sonradan bir katili korumak için bu kadar düşünüp tatlı canını yormasaydı fena mı olurdu.
Şunda hem fikiriz. Adalet herkes içindir. Suçlu da olsa hiçbir birey bir başkasının canına kast edemez, adaletini kendi sağlayamaz. Ancak o adalet masumların adaleti de olsaydı, hiç katiller olmasaydı, suçlular hangi cezaevinde rahatça cezalarını çekecek derdi, devleti yormasaydı!
6 Aralık Ceren’in doğum günüydü. İyi ki doğdun Ceren, keşke yaşasaydın.