Kurucusu Yunus Nadi…
Öldüğünde İnönü çelenk bile göndermemiştir.
Oğlu Başyazar Nadir Nadi; “Mustafa Kemal’in adını siper alarak birey ve kuruluşları bağlayıcı, kendine özgü belirsiz hükümler ortaya atan bir başka anayasa var mıdır?, diyerek Anayasa’nın 2. ve 70. maddelerini Cumhuriyetteki köşesinden eleştirebilmiş insandır.”
İlhan Selçuk…
Cumhuriyetteki kendi köşesinden 82’inin 28 Temmuz’unda Nadir Nadi’ye destek vermiş insandır.
Suç işleyenlere çanak tutmamış gazetedir Cumhuriyet.
Cumhuriyet’in yüzü demokrasiye, insan haklarına, haber alma özgürlüğüne, evrensel hukuk ilkelerine bakar.
Yobazların öldürdüğü Kubilay için en etkin kampanyayı yine Cumhuriyet yönetmiştir. Çünkü Cumhuriyet yobazlığa, insan öldürmeye, faili meçhule, işkenceye karşıdır.
25 Aralık 1995’ten beri süresiz Cumartesi Annelerinin sesi olmuştur.
***
İkinci Dünya Savaşı’na gelindiğinde kâğıt kıtlığı nedeniyle gazete dört sayfaya inmişti.
Nasıl ki imam hatiplerin önünü Kenan Evren açtıysa, hükümetin yayın politikasına aykırılıktan 1934’de İnönü hükümeti on gün 1940’da Refik Saydam hükümeti gazeteyi doksan gün kapatmıştır.
Yedi yazarı öldürüldü, bir yazarı felç oldu…
Çektiği sıkıntılar biter mi? Tehditler mi almadı, el bombası mı atılmadı?
Nadir Nadi 12 Martta bir yıl gazeteye giremedi.
Sayısız yazarı hapse atılmış yahut yargılanmıştır.
En son dokuz yöneticisi ve yazarı hapse atılmıştı.
***
13 Haziran günü, tel örgüler, çelik kapılar, kurşungeçirmez mevziler, çelik yelekler, şüpheli bakışlar ve makineli tüfekli polislerin arasından Cumhuriyet Gazetesine girdim.
Girişteki duvarda büyükçe 1 Eylül 2015 günü atılan “Barışa el verin” manşeti vardı.
Korku İmparatorluğunun kuşattığı, ışık ve mücadele münevveri,
Cumhuriyet Türkiye’sinin iki büyük yanlışlığı oldu. Birincisi geçmişi yıkarak yeniyi inşa edeceğini zannetti, ikincisi de münevverlerine çok sahip çıkmadı.
Sanki o bütün Türkiye kısılmış, kısılmış, yürekli, umutlu, mücadeleci, korkusuz o binaya sığdırılmıştı.
Sanırsın deniz kenarındayız…
***
Seksenlerden kalma bir asansörle yukarıya Önder Abi’nin odasına çıktık, tahta kapıları ve mobilyaları eski, çanakçı plaza gazetelerine benzemeyen bu odaya çıkınca anladım. İçeride yoksunmadan, öykünmeden, tıpkı evrim süreçleri gibi kabuğunda mutlu bir yaşam öyküsü devam ediyordu. Önder Abi halk diliyle Cumhuriyeti basan, dağıtan kişiydi.
Cumhuriyet’in içinde geçmiş yegâne 42 sene…
Bütün emekli tazminatını gazeteye bağışlamış insandır Önder Çelik.
Sahne gerisinde, ünlü olmaya girişmeden, sakin, mütevazı, kalabalıktan kaçan ruhuyla benimle sohbet etti.
***
Murat Abi’nin odasına geçtiğimizde daha çok anlamaya başlamıştım.
Bizlerin o içselleştirdiği bütün baskı, onların ayak uydurduğu, akıllarında sıradanlaştırdığı, yaşamı anlamlandıran bir trajediye dönüşmüştü.
Murat Sabuncu 25 aylık genel yayın yönetmenliğinin 17 ayını hapiste geçirmiş biri olarak, benim hayallerimi dinliyor ve kendi hayallerinden bahsediyordu.
***
Cumhuriyette yönetimler çok değişmiştir, fikir ayrılıkları olmuş, gelenekçiler, yenilikçiler olmuştur. Hep olacak… Fakat geçmişi yıkarak geleceğin tesis edilemeyeceğini herkesin bilmesini isterim. Cumhuriyet bunun için kurulmuştur. Karanlıktan ışığı çıkarmak için… Bütün çağdaşlığın basamakları kalemin, sanatın ve bilimin merdivenleriyle kurulmuştur. Bütün bu çağdaşlık ve ışık, ümit bitti denilen zamanda, baskı denilen yerde, türlü türlü zorlukların, zulümlerin içinden çıkmıştır.
***
Önder Abi’nin temizlik işçisinin ayağındaki sağlık problemlerini sorarak, on dakika sohbet etmesini ve Murat Abi’nin çay getiren işçiye davranışlarını unutmayacağım.
Bana makamlarda otururken, daha fazla insan olmaya gayret etmeyi, korkusuz olmayı, mücadeleci olmayı, borazancı olmamayı, tetikçi olmamayı, para için yazmamayı, ilkeli olmayı, inandığı değerler uğruna ödün vermeyi, bedel ödemeyi, hayallerinin peşinden gitmeyi bir kez daha hatırlattıkları için minnettarım.