Ne güzeldir ve de anlamlıdır Nâzım Hikmet’in “Mesele esir düşmekte değil, teslim olmamakta bütün mesele” dizeleri.
Geçtiğimiz hafta KKTC denen “Absürdizmin” yine oldukça absürdist 35. yıl kutlamalarına/soytarılıklarına tanık olunca ve dönemin siyasetçilerinin söyleşilerini okurken, Nâzım Hikmet’in bu dizelerini anımsadım.
Sevgili Tümay Tuğyan’ın geçtiğimiz hafta GazzeddaKıbrıs’ta yayınlanan ve önemli sorgulamalar ve tesbitler içeren yazısında da belirttiği gibi o dönemin sol kulvardaki siyasetçileri KKTC’nin kuruluşuna onay vermelerini “akıllıca ve stratejik” olarak değerlendiriyorlar. Kimileri, bu devleti “tanıtmak için “uğraşmadığımızdan” yakınıyor, kimileri ise “KKTC’ye sarılmamız” gerektiğini salık veriyor.
Hiç biri de çıkıp “hata yaptık” veya “Evet esir düştük, ama direnebilirdik! Direnmedik. Teslim olduk” diyemiyor. Ayrılıkçı yapıya ve bu yapıyı cazip kılan “ayrıcalıklara” teslim oldukları gerçeğini konuşmak istemiyor.
Oysa hatırlatmakta yarar var. Öncülleri, Kavazoğlu, Fazıl Önder, Ayhan Hikmet ve daha niceleri, taksim çabalarına karşı canları ile bedel ödediler. Oysa onların en çok ödeyeceği bedel “Partilerinin kapatılması” olacaktı.
Ayrılıkçı ilanı reddedip, bu zeminde bir mücadele örülse daha iyi olmaz mıydı? Bu güne kadarki pratiğe baktımızda şüphesiz daha iyi olurdu! Ve belki de bu gün çok farklı bir yer de çok farklı hedefler için mücadele veriyor olurduk.
Yalnızca dönemin siyasetçileri de değil ayrıca. Toplum olarak da teslim olduk. Ve ne bu teslimiyeti ne de gerçekleri konuşmak istemiyoruz. Bölünmüşlüğü, ayrılıkçı yapıyı, esareti, ganimetler, on üçüncü, on dördüncü maaşlar, ek ikramiyeler, 35 yaşında emeklilik, bolca emekli, şehit, gazi ikramiyeleri ile kabullendiğimizi konuşmuyoruz. Küçük çıkarlar için ülkemizi, geleceğimizi heba ettik. Hala da heba ediyoruz!
Topyekün bizi yokoluşa götüren bu ayrılıkçı yapıyı, esareti sorgulamak, reddetmek yerine, absürdizmin dibine batmış bir vaziyette hükümetçilik oyunu oynamaktan kendimizi alamıyoruz mesela. Devlet dediğimiz ve kutladığımız bu çürümüşlüğü bazılarımız öylesine benimsemiş durumda ki, insan bazen ben de mi bir sorun var diye kendini sorgulamaktan alamıyor.
Oysa bütün mesele gerçekle yüzleşebilmekte. Ayrılıkçı rejimi reddedip, bize çizdiği sınırların dışında bir siyasi mücadele örgütlemekte. Bu yalnızca siyasette değil, Akademi de, sanatta, çalışma yaşamın da, kısacası hayatın her alanında böyle olmalı. Çizilen sınırlar içerisinde gerçekliğe dokunmadan “mış” gibi yapmaktan vazgeçmekte. Vazgeçebilmekte!
Bütün mesele teslim olmamakta, esareti reddetmekte. Çizilen sınırları aşıp, başka bir pratiği örgütlemekte.