Kıbrıs’ın kuzeyinde etkin biçimde çalışan bir demokrasi var mı sorusuna açık yüreklilik ile “evet” deyemediğimiz sürece; elektrik mevzusundan, atanmışlar idaresine kadar çeşitlendirebileceğimiz gayri demokratik uygulamalara dair demokratik kaygılarımızı karşılayacak çözümler bulabilmek oldukça çetrefillidir.
Demokratikleşme yönünde bir yol haritası olmadan, herhangi bir meseleye dair demokratik araçlarla mücadele iddiasının nihai süreçler üretebilmesi oldukça zor olacağı açıktır.
Hal böyle olunca, oldukça zor olacak süreçleri zor bela oluşturmayı becerenlerin, nihai bir sonuç üretmemesinin yaratacağı çöküntü, ağırlıkla Kıbrıslıtürk solunda gözlenen marazi hali oluşturan onlarca unsurdan bir tanesi olarak karşımıza çıkmaktadır.
Öyleyse, “Ne yapmalı?” sorusunun politik karşılığı daha büyük bir demokrasi mücadelesinin içinde, birbiri ile ilintili mücadeleleri birbirinden dışlamadan ama bir arada da tutabilmekten geçmelidir.
Kıbrıs adasını kendine yurt bilmiş insanların adanın geleceğini belirleme iradesinin gasp edilmesi ile enerji gibi stratejik bir alanda karar alabilme iradesinin gasp edilmesi siyasi olarak hep aynı kapıya çıkan konular değil mi ?
Bir taraftan tepeden inme otoriterleştirme denemeleri, diğer taraftan tepeden inme demokratikleşme denemeleri arasında savrulan Kıbrıslıtürk toplumunda geleneksel anlamda sol ile sağ arasındaki ayrıştırmaya sınıfsal, etnisiteler arası veya Kıbrıs sorunundaki bakış açılarının yanında; demokrasi ve otoriterleşme arasında bir tercih olarak bakmakta yarar vardır.
Zamanın ruhu ile uyumu da ancak bu durumda yaşayabiliriz. Taleplerimiz, kaygılarımız ve beklentilerimiz de ancak o zaman karşılık bulur. Bu mücadeleleri başka biçimlerde ifade etmek isteyenleri dışlayan / değersizleştiren bir biçim değildir ancak on yıllar öncesine dair politik tarihin mirasını reddetmeden, onu güne ve geleceğe bağlayan yeni bir yeni tahayyülün eski ile yeni arasındaki zincirin bir halkası olabilir.
Eğer ki tarihsel süreçlerden ders almış; kararlı bir politik zeminde geniş bir politik dönüşüme niyet ediyorsak; iktidar olma ihtimaline duyulan arzunun ötesinde, yaşamaya değer bir ülke ve yaşamaya değer bir hayat için kapsayıcı bir mücadele zemini arıyorsak; cevap, samimi ve gerçek bir demokrasi arayışından geçmektedir. Bunun yolu da sadece ve sadece yerleşik kalıpları aşan, yeşil hattı aşan, yerel ve uluslararası kanalları etkin bir şekilde kullanabilecek bir çaba ile mümkündur.
Bunun söylemin ötesinde yapılandırılmmış araçları da vardır. Mesela, BM tarafından oluşturulmuş “Çalınan Varlıkların Geri Alınması Girişimi” veya StAR Initiative olarak bilinen yapı, yolsuzluk ve kara para aklama faaliyetleri ile ele geçirilen varlıkların geri alınmasını hedefleyen bir yapıdır.
Ada toplumlarının tümünün “Çalınan Varlıklarının Geri Alınması” için oluşturulacak ortak bir politik iradenin demokratikleşme ve adaletin sağlanması; yeniden yakınlaşma için, geleceği ortak bir şekilde tahayyül etmek için bugün başımıza üşüşen çeteci yönetsel akla karşı verilecek etkin bir mücadele zemini oluşturduğu açıktır.
Kim çalmışsa yanına kalmayacağı bir süreci uluslararası bir alana taşırken, geniş tabanlı demokratik bir mücadeleyi ortaya koymak; adaleti tescil etmek için bir yol haritası hazırlamak ve bu konuda girişim yapmak temel bir mücadelenin başlangıç noktasını temsil ederken. Olan bitene karşı sessiz kalmak, ezbere slogan savurmak veya bunca yıldır sonuç almayan yöntemleri yeniden denemek ise suça ortak olmaktan başka birşey değildir.