Her şey Başbakan’ın, çözüm önerisi olan varsa bildirsin ona göre gerekeni yapalım deyişi ile başlamıştı. Türk lirasındaki hızlı değer kaybı, buna yansıyan enflasyon artışı doğal dinamiklerimizin bir sonucuymuşcasına yerel tedbirler aramamız gerektiği gibi bir sorumluluk yüklendi.
Para değer kaybederken, kendi “egemenlik alanımızda” bağımsız para politikası uygulayamıyor oluşumuz, normal bir durum gibi koskoca bir ülkenin yükünü mahallesi büyüklüğündeki bir bölgeye yükleyerek çözeceğimize inanmamız istendi.
Sendikalar sorumluluk alıp sayfa sayfa çözüm önerisi yaparken, ana muhalefet kurultay hesaplarına gömülmeyi tercih edip, iktidarda olmayı kendine hedef belirledi. Ne de olsa, formül cepteydi! İktidardakiler ise (ekonomik) aklını bulmak için ekipler gönderiyor peşi sıra Ankaraya.
Sonra sihirli bir cümle geldi: “Herkes elini taşın altına koysun!”
İyi eğitimli solcularımıza, devlet dairesi radikallerimize, çıkarcı liberallerimiz, elçilik sözünden çıkmayan akil insanlarımıza ve gözünü kar hırsı bürümüş büyük sermayemiz bir anda makul bir yol olarak ellerini taşın altına koymaya karar verdiler.
Ancak yazılı olmayan kurallar geçerliydi.
Bazısının eli kanayacak, bazılarının ise “manikürü bozulmayacak” yumuşak derilerinin kıymetli yüzeyi zarar görmeyecekti.
Aslında, aynı oyunun yeni dekorlarla oynandığı bir sahneye çekilmiştik yine.
Her kriz gücü elinde bulunduranlar için bir olanak yaratırdı ve buraların efendisi olduğunu söyleyen deniz aşırı iktidar, sürer durumun devamı sağlansın da ne olursa olsunculuk oyununu oynamaya karar verdi.
Kuzey bir kez daha varoluş sancısı çekiyordu, yeniden dönüştürülürken…
Sancıyı en çok ücretliler, ay sonunu nasıl getireceğim diyenler ve sinek avlayan dükkanında hayatı yeniden sorgulayanlar hissediyor.
Onlar çaresizlerdir ve dönüşümün sancılarını yaşayan onlardı.
Kutsanacak bir doğum sancısından bahsetmiyoruz üstelik, düpedüz metamorfoz yaşıyoruz…
Çaresizler, makul ve ileri görüşlü ahbaplarının Gregor Samsa gibi bir böceğe dönüşümünü izlerken, onun metamorfozunun sancısı içinde yaşama cezası çekiyordu.
Böcekleşen ahbaplarının kabuklarının normalleşmesine şaşıracakken, midelerinden bacaklarına, kollarına yayılan sancı şaşırmalarına olanak tanımayacak bu sefer.
Üstelik, “eller de taşın altında olmalı!”
Çaresizler, bu krizden en çok etkilenecek olan kesimdir.
Onlar, ekonomik krizi çözmek için sorumlu davrananların lanetlediği görünmezlerdir.
Günün kasvetinde boş dükkanın duvarlarına bakanlar veya kan ter içinde çalışırken her gün alın terinin değeri azalanlardı.
Kapağı devlete atmayanlar, atamayanlar ve atmayacak olanlardır, devletle barışmayanlar ve hiçbir zaman kendini bir devlete ait hissetmeyi öğrenemeyenlerdir.
Şimdi başbakan diyecek “eleştiriyorsunuz ama makul olmayıp ne yapalım? Batalım mı ?”
Söylemek gerekmez mi o zaman: “krizin kaynağı Türkiye ile yapılan ekonomik programdır!”
Sessiz mi kalalım: “Krizin sebebi kuzeyde kurulan ekonomik modeldir!”
Görmezden mi gelelim: “bu model üzerinden üretilecek her türlü çare, bağımlılığın devamlılığı içindir!”
O yüzden gerçekten makul olup bağımlılığı mı güçlendirmeli yoksa zaten hiçbir zaman istenmeyen “çaresizler“ olarak bu modelin kendi sonunu getirmesini izlerken; çalışandan, emekten ve üretimden yana bir modelin tahsis edilmesi için bir araya mı gelmeli?
Gazeddakıbrıs Editöryal Kolektif