Ekonomik krizi, yoksullaşma riskini ve bunun yarattığı tahribatı bir süredir dile getiriyorum. Yoksullaşma konusunu resmi olarak ölçecek veri olmadığı için, buna dair en güçlü referans noktasının katma değer vergisi toplama performansıyla yorumlayabileceğimizi düşündüm.
Bildiğiniz gibi, aldığımız neredeyse tüm ürünlere karşı belli bir oran KDV ödüyoruz. KDV oranı 0 olan ürünler süt, ekmek, hayvan yemi gibi temel bazı ihtiyaçlar dışında %5, %10, %16, %20 olarak değişiyor. Aldığınız işlenmiş ürünlerden, çiçeğe, birine yaptırdığınız bir işe kadar herşeyin bir KDV değeri var. Tabi ki, faturasız yapılan alışverişlerde bu KDV vergisi alınamıyor. Kayıtdışı ekonomik faaliyetler kriz dönemlerinde de arttığı kesin. Bu açıdan, KDV’deki azalmayı göreceli olarak kavramak daha yerinde olur. İnsanların kayıtdışı faaliyetleri tercih etmesi ise sadece ahlaki bir sorun olarak görülmemelidir. Bu aynı zamanda iş yapılabilmesi için masrafların azaltıldığı durumları da temsil eder. Yani alacağınız bir ürün için fatura talep etmeniz durumunda %16 fiyat artışı olacaksa ve bu bahse konu verginin artık topluma geri dönmediğine inanıyorsanız, kayıt dışı ekonomik faaliyetler artacaktır.
Ancak, kayıtdışından kaçamayan birçok işletme vardır. Birçok mağaza siz isteseniz de istemeseniz de işlemlerini kaydetmektedir. Dahası kredi kartı veya banka kartı ile ödemelerde işlem dijital olarak kaydolduğu için yine KDV zorunlu hale gelmektedir.
Özetle, Adadaki yerli, yabancı tüm tüketicilerin ödediği bu verginin ne kadar toplandığı bizlere aslında adada yaşayanların tüketim eğilimlerine dair trend konusunda önemli bir ipucu verir. Bu da ekonomik performans konusunda değerlendirme yapmak için eksik ama önemli bir veridir.
Uzun bir giriş sonrasında aşağıdaki tabloya bakalım. Tablo, kktc Maliye Bakanlığı tarafından yayınlanan Gelir – Gider cetvelindeki KDV Dahil edilmiş vergilerin aylık toplamlarını temsil etmektedir. Mart 2019 ile Temmuz 2021 arasında bu verilere baktığımızda, 3 büyük kırılma dikkati çekiyor. Bunlardan birincisi 2020 başında gerçekleşen ilk kapanmada, ikincisi 2021 başında gerçekleşen ikinci kapanma ve sonuncusu da Temmuz 2021 döneminde gerçekleşiyor.
Birinci kırılmanın ardından işgücünün bir kısmının aşamalı olarak adayı terk ettiğini, öğrencilerin de ülkelerine geri döndüğünü, geçiş kapılarının kapatıldığı gibi gelişmeleri de akılda tutmakta yarar var. İlgili dönemde Kamunun KDV gelirleri 71,4 milyondan 15,1 milyon seviyesine gerilemiştir. Ardından hızla yükselmeye başlamıştır. İş yerlerinin kontrollü olarak açılmasıyla, bu dönem, kapanma sonrası ortaya çıkan psikolojik reaksiyonu yani hınç alışverişlerinin yoğunlaştığını göstermektedir. İkincisi, hane halklarının Covid19 konusunda tedbirli iyimserliğe sahip olduğu, pandeminin bu kadar uzun süreceğine dair inancın henüz yerleşmediği bir dönemdir. Kısa dönemli alışveriş faaliyetleri bu dönemde artmıştır. Evden çıkmayan hanehalkları, yurtdışına çıkma şansı da olmayınca tüketime ağırlık vermiştir.
Buna rağmen dikkat çekici bir biçimde Eylül 2020’de ekonomik faaliyetlerin görece genişlediğini söylemek mümkündür. Bu dönemde KDV gelirleri 64,6 milyona kadar ulaşmıştır. 2020 yılının Ekim ayında son derece kritik Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin yapıldığını düşündüğümüzde, bu dönemki genişlemenin seçim ekonomisinin yarattığı bir genişleme olduğu da dikkatlerden kaçmamalıdır. Bu dönemde göreceli olarak iyileşen KDV gelirlerindeki artış tüketimi tetikleyecek belli mali hamlelerin yapıldığını gösterir.
İşin ilginç tarafı, Ekim ayındaki Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden Aralık 2020’de Ersan Saner azınlık Hükümeti kuruluna kadar genel tüketimde bir denge olduğu görülmektedir. Bu geçiş döneminde 54 milyon TL gibi bir seviyede KDV geliri elde edilmiştir.
Şubat 2021 ayına geldiğimizde ise ikinci kapanma yaşanmış ve izleyen aylarda KDV gelirleri 36,7 milyon TL’ye kadar düşmüştür. Bir önceki kapanmaya göre çok daha esnek bir kapanma sürecinin deneyimlenmiş olması, KDV gelirlerinin de bir önceki senenin iki katından fazla toplanmasına 36,7 milyon TL ye ulaşmasını sağlamıştır.
İkinci kapanma sonrası normalleşme denemeleri devam ederken KDV gelirleri Ersan Saner hükümetinin ilk kurulduğu seviyeyi zorlasa da, ard arda gelen zamların alım gücüne etkisi görülmeye başlamıştır.
Öyle ki, Temmuz 2021 yılında ekonomik faaliyetler Şubat ayındaki kapanmanın gerisine düşmüş olmalı ki, KDV dahil olan gelirlerin toplanması 25 milyon TL seviyesine düşerek Covid19 başladığından beri en düşük 2. seviyede vergi geliri toplanmıştır.
Özellikle Haziran ayında geçiş kapılarının açımasının ikinci kapanma sonrasında en yüksek KDV gelirinin toplandığı zamana denk gelmiş olduğumuz gerçeğini göstermektedir. Öyle ki bu Turizm Bakanlığı tarafından Haziran 2021 tarihine kadar yayınlanmış istatistiklere de yansımaktadır. Mayıs 2021 tarihinde Güney Kıbrıstan 3729 giriş diğer ülkelerden ise 2916 giriş yapılırken, bu iki grubun toplamı 6645 olmuştur. Haziran ayında bu rakam dramatik bir biçimde artmış 90,680 Kıbrıslı Rum yurttaşın, 39340 ise diğer ülkelerden giriş yapılarak 143,536 kişi adanın kuzeyini ziyaret etmiştir. Bu neredeyse %2100 gibi devasa bir artışı temsil etmektedir. Ancak Temmuz verilerinin henüz paylaşılmaması temmuz ayında giriş çıkışların etkisinin azalan KDV gelirleri üzerinde etkisini yorumlamaya izin vermemektedir.
Bir diğer önemli gösterge ise ikinci tabloda yer alan aylık ortalama döviz kurunu gösteren tablo ile görülebilir.
Dolar kurunun özellikle Eylül dönemindeki artışın ardından KDV gelirlerinde aşamalı bir azalma başlamaktadır. Temmuz 2021 tarihine kadar kademeli olarak artan kurların etkisinin KDV gelirlerindeki azalma ile benzerlikler göstermesi aslında, ithalata dayalı Kıbrıslıtürk ekonomisinde, alım gücündeki kur baskısının da derinliğini göstermektedir. Yükselen kurlarla beraber, artan fiyatların alım gücünü azalttığı çok kez ortaya konulmuştur.
Bununla beraber, enflasyon kaynaklı fiyat artışını ücretlere yansıtacak asgari ücret artışının yapılmaması, hayat pahalılığının yansıtılmamış olması gibi meseleler de, adanın kuzeyindeki alım gücündeki azalışında göz ardı edilemeyecek sebepleri oluşturmaktadır.
Asgari ücreti arttırmayan, hayat pahalılığını doğru şekilde yansıtmayan ve ekonomi yönetimini gerçekleştirme konusunda başarısız olan kktc hükümeti ile yıllardır katmerlenen yapısal sorunları çözme konusunda irade gösteremeyen siyasi aktörlerin bizleri getirdiği nokta derin bir siyasi ve ekonomik krizdir.
Bu krizin çözümü artık ekonomik araçlarla çözülmekten uzaktır. Siyasi bir çözüm gereklidir ve bu çözümün yeni bir siyasi irade, AB ve Uluslararası aktörlerle samimi bir ilişki, Türkiye ile yapılan yardım programlarının yoksullukla mücadeleyi merkeze alacak şekilde yeniden tasarlanması ve adanın kuzeyi ile güneyi arasındaki ekonomik ilişkilerin derinleştirilmesinden geçtiği açıktır.
Yeterli sayıda olmayan göstergelerle çok fazla yorum yapmak sağlıklı olmasa da, eldeki sınırlı veri bile Covid19 krizinden itibaren deneyimlenen politik, ekonomik kararların hane halklarının son kertede daha az tüketim yapması, ekonomik faaliyetlerin ise kaydadeğer miktarda azalması ile sonuçlandığnı göstermektedir.
Maliye’nin kara para gelirlerini aklamayı seçerek gelir arttırma iddiası ise iktidarın hala daha ekonomik bir sistem kurmak yerine, korsan sistemlerle ayakta kalmaya çabaladığını göstermektedir. Aynısı akaryakıt konusunda da yaşanmıştır. Korsan uygulamalar ile bir yere varmak mümkün değildir.
Dahası, yaşanan sağlık krizinde antijen ve PCR testlerinin ücretli hale getirilmesi gibi sorunların ekonomik faaliyetleri daraltacağı kesindir. Gelinen noktada kktc, kamu sağlığını koruyacak önleyici tedbirleri alamayacaksa, daralan ekonomiyi genişletecek araçlara sahip değilse, istihdam önemli bir sorun haline geldiyse ve çözüm öneremiyorsa, Kıbrıs sorunu bağlamında ise yaşadığımız savrulmaların bir ekonomik bedeli olacaktır.
Rıza göstermediğim siyasi kararları alanların yaratttığı problemin ekonomik bedelini ödemeye karşıyım. Ekonomi odaklı bir siyasi mücadelesinin sloganı da burada saklıdır.
“Bu enkazı biz yaratmadık, bu enkazın maliyetini biz ödemeyeceğiz.”