2016 yılının Mayıs ayında İskoçya ve İngiltere’yi ziyaret ettiğimde henüz Brexit referandumu gerçekleşmemiş, referandumdan sonra Britanya Başbakanı olacak olan Theresa May henüz bu yazının başlığı olan meşhur Brexit means Brexit (Brexit Brexit demektir) lafını söylememişti.
Referandum üç yıl önce gerçekleşmesine ragmen hala daha Avrupa Birliği üyelinden çıkış tamamlanmadığı gibi, anlaşmasız bir ayrılık ihtimali (No-deal Brexit) bugünlerde bayağı olası gözükmekte.
Uzmanlar bu tarz bu ayrılığın Britanya için ciddi bir ekonomik kayıp olacağını söylemekte ve halk arasında da bu senaryonun gerçekleşmesden ciddi endişe duyan bir kesim mevcut.
Ama bir yandan da halk belirsizliğin bir an önce ortadan kalkması taraftarı. Bizim gibi 50 yıldan fazladır belirsizlik içinde yaşayan, her sene bu yıl çözüm yılı olacak laflarından artık baygınlık geçiren insanlar için 3 senelik belirsizlik o kadar da kötü duyulmuyor tabi.
4.5 yıl yaşadığım Brighton kentine referandum sonrası ilk defa bu yılın Temmuz ayında eski dostlarla tekrardan buluşmak için gittim. Hayatımın lise döneminde 2 yıl , lisans eğitimi sonrası
4.5 yıl olmak üzere toplam 6.5 yılının geçtiği ülkenin bu referandumdan nasıl etkilendiği ve iktidardaki Muhafazar Parti’nin uyguladığı politikaların etkisini az da olsa gözlemle şansım oldu.
Gözlemlediğim en olumsuz ve üzücü şey Brighton kentinde sokakta yaşayanların sayısında ciddi bir artış olduğu. İstatistiklere bakıldığında görülen şu : Muhafazakar Parti’nin iktidara geldiği 2010 yılından bu yana Britanya’da bu sayı 1000 lerden 10000’ in üstüne çıktı.
Şüphesiz hükümetin zaten yıpranmış olan refah devletini tamamen yok etme çabası bu konuda etken. İş imkanlarının azalması ve alım gücünün düşmesiyle belli bir kesim artık artan ev kiralarını karşılayamıyor.
Buna rağmen Brighton kenti hala daha çok güzel. Sanayi devriminin başladığı sınıf farkının hala daha net bir şekilde gözlenebildiği ve milliyetçiliğin yükseldiği bir ülkede insanların farklılıklarına rağmen sorunsuzca varolduğu bir yerleşim yeri.
Milyon sterlinleriniz de olsa, beş parasız da olsanız Brighton sahiline gidip özgürce uzanabiliyorsunuz. Elinizde bira gün batımını izlerken bir anlığına da olsa herşeyden uzaklaşma şansınız var. O an o aşık mı olursunuz, şiir mi yazarsınız, o size kalmış.
Kilometrelerce giden sahilde ise bir tane bile denize sıfır otelin olmamasına anlam veremedim. Halbuki yatırım teşvik edilse, denize sıfır oteller dikilse, arıtma tesisi yerine pisliklerini okyanusa boşaltsalar eminim kent çok daha fazla gelişir ama belli ki Brightonlılarda o vizyon yok.
Koskoca sahili insanların keyfine bırakmışlar. Sahilin çok az bir kısmını kaplayan I 360 British Airways kulesine bile muhalefet yapmaktalar. Girne kadar gelişememiş maalesef !
Şaka bir yana, Brigtonlıların yaşadıkları yere sahip çıkmaları örnek alınmalı. Kentin yapısını bozacak adımlara muhalefet eden, yeşil politikaları talep eden, haklarını sonuna kadar arayan, bunun yanında kentte ırkçılığa ve başka her türlü ayrımcılığa zerre prim vermeyen bir topluluk mevcut.
Brighton aynı zamanda Muhafazakar Parti’nin İngiltere’nin güneyindeki seçim bölgelerinde milletvekili çıkaramadığı tek yer (2 İşci Partili 1 Yeşil milletvekili).
Doğal olarak endişem de İngiltere’nin en özgürlükçü kenti olan Brighton’ın bu süreçten nasıl etkileneceği.
Kente gelenlerin hiçbir şekilde yabancılık hissetmediği, gerek iki üniversitesi gerek dil okullarıyla hatırı sayılır miktarda yabancı öğrenci barındıran, sanatla beslenen bu dinamik ve hoşgörülü kentin kimliğini kaybetmemesi heralde en büyük temennim.
Dünyada yüzümüzü güldürecek pek bir gelişmenin olmadığı bu günlerde ileriye umutla bakabilmek için buna ihtiyacımız var.