Birleşik Krallık Parlamentosu, Başbakan Theresa May’in Avrupa Birliği ile yürüttüğü müzakereler sonucu ortaya çıkan AB’den çıkış antlaşma metnini (Brexit Deal) reddetti.
Hem de tarihi bir farkla; 202 milletvekili metne onay verirken, tam 432 vekil aleyhte oy kullandı.
Bu sonuç sürpriz miydi?
Hayır.
May’in AB uzlaşısının parlamentodan vize alamayacağı, çok önceden belliydi.
Burada sürpriz sayılabilecek tek şey, 200 civarı fark beklenen oylamada, sayının
230’a ulaşması, o kadar.
Esas önemli olan ve şu an itibarıyla kestirilemeyen, bundan sonrası!
Bundan sonra ne olacak?
29 Mart 2019, Birleşik Krallık’ın AB’den çıkış tarihi olarak orada duruyor.
Theresa May’in ‘AB ile varabileceğimiz en iyi uzlaşı’ şeklinde pazarlamaya çalıştığı metin dün akşam itibarıyla reddedildiğine göre, 29 Mart gece yarısı itibarıyla yürürlüğe girmesi öngörülen ‘çıkış’, hangi koşullara göre düzenlenecek?
Şu anda elde hiçbir şey yok ve bu şekilde, yani hiçbir düzenleme olmaksızın AB’den çıkış, her anlamıyla tam bir kaos demek.
Parlamentonun şu anda acilen, ‘Anlaşmasız çıkış (No Deal)’ ihtimalini ortadan kaldırma ve treni tekrar rayına sokma gibi önemli bir görevi var.
Birkaç gün önce yine parlamentoda onaylanan bir yasal değişiklikle, Theresa May’in ucu açık karar yetkisi elinden alınmış ve dünkü oylamayı takip eden üç gün içerisinde, B Planı’nı parlamentoya sunma şartı getirilmişti.
Dolayısıyla May, bu sürede (muhtemelen Pazartesi günü) yeni planıyla milletvekillerinin karşısına çıkmak durumunda.
Eğer parlamento, kısa sürede, çoğunluğun onaylayacağı bir ‘model’ ortaya çıkaramazsa, geriye kalan tek seçenek, çok büyük ihtimalle yeniden halka gitmek, yani ikinci bir referandum olacak.
İkinci referandum, çok uzun zamandır bir seçenek olarak konuşulmasına rağmen, milletvekilleri arasında, yeterli ölçüde destek bulabilmiş değil.
Bunun sebebi de, her ne olursa olsun, halkın Haziran 2016’da yapılan referandumda ortaya koyduğu iradenin hilafına davranmamak gailesi!
AB ile yürütülen Brexit müzakereleri ilerledikçe ve anlaşmanın iskeleti belirdikçe, ayrılıkçı kampanyanın (Leave campaign) referandum öncesindeki vaatlerinin aslında gerçeği yansıtmadığı da ortaya çıkmaya başlamıştı.
AB’ye giden paranın ülke içinde kalıp refahı artıracağı…
Başta sağlık sistemi olmak üzere birçok alanda maddi anlamda ciddi rahatlama yaşanacağı…
Serbest dolaşım ve yerleşim hakkı kapsamında Birleşik Krallık’ta yaşayan ve çalışan AB vatandaşlarının sayısının azalacağı yani göçün (immigration) önüne geçileceği ve dolayısıyla da AB vatandaşlarınca ‘çalındığı’ iddia edilen iş olanaklarıyla sosyal hizmetlerin, yerli halka geri teslim edileceği…
Bütün bunların ve daha birçok iddianın gerçekle bağdaşmadığı ortaya çıktıkça ve fiiliyatta Brexit’in ‘yarar’ değil ‘zarar’ getireceği öngörüsü güç kazanmaya başladıkça, halkın Brexit’e olan desteği de azalmaya başladı.
May’in AB ile vardığı çıkış anlaşmasında yer alan ve çıkışla beraber halihazırda AB üyesi olan İrlanda Cumhuriyeti ile Birleşik Krallık unsurlarından biri olan Kuzey İrlanda arasında sınır ve gümrük oluşturulması konusu da, gerek parlamenterlerin gerekse halkın bu anlaşmaya karşı duruşunun önemli sebeplerinden birini oluşturdu.
Yapılan kamuoyu yoklamalarının sonuçları, ikinci bir referanduma gidilmesi durumunda ibrenin ‘AB’de kalınması’ yönüne döneceği ihtimalini güçlendirdi.
Fakat yukarıda da bahsettiğim gibi, başta Başbakan Theresa May olmak üzere parlamentonun önemli çoğunluğu (ki buna referandumda ‘AB’de kalınması’ yönünde propaganda yapıp bu yönde oy kullanan parlamenterlerin hatırı sayılır bir kısmı da dahildir), ‘insanlar AB’den çıkış yönünde oy kullandılar, bunu yapmak zorundayız’ diyerek, ikinci referandum fikrine sıcak bakmadı, hâlâ da bakmıyor.
Bakmasına bakmıyor ama dün gece oylama sonrası yapılan değerlendirmelerde gördük ki, ‘başka çare kalmaması’ durumunda, yakında ikinci bir referandum sandığının kurulma ihtimali, yükseliyor.
Bu ihtimalin bugüne değin güçlü bir biçimde parlamento gündeme girmemesinin önemli bir nedeni, ana muhalefet İşçi Partisi’nin Başkanı Jeremy Corbyn’in bu konudaki duruşuydu.
Liberal Demokratlar, açık bir biçimde ‘AB’de kalınması ve ikinci bir referanduma gidilmesi’ yanlısı olsa da, İşçi Partisi’nin bu konuda net bir tavrı yok.
Parti içerisinde yaklaşık 150 milletvekilinin ‘AB’ yönünde iradesinin bulunduğu ifade ediliyor.
Ancak Corbyn, yukarıda bahsettiğim ‘AB’de kalınmasından yana olan’ parlamenterler arasında olsa da, halkın isteği doğrultusundaki tavrın terkedilmemesi gerektiğini savunarak, ikinci referanduma parlamento içinde ‘sayısal’ destek vermiş değil.
Corbyn, bana sorarsanız biraz da ‘popülist’ bir tavırla, bu kaotik durumu, partisinin lehine çevirme gayretiyle, ısrarlı bir biçimde erken seçim istiyor.
Theresa May’in tarihi yenilgiye uğradığı dün akşamki oylamanın sonuçları açıklanır açıklanmaz, milletvekillerine seslenen Jeremy Corbyn, hükümete karşı güven oylaması talep etti ve bu akşam parlamento, güven oylaması gündemiyle toplanacak.
Corbyn’in beklentisi, hükümetin düşürülüp en kısa zamanda erken seçime gidilmesi ve seçim sonrasında oluşacak yeni hükümetin (ki İşçi Partisi’nin seçimden galip çıkıp hükümeti kuracağı iddiasını taşıyor), AB’den ek süre isteyip, yeni bir anlaşma metni için yeniden AB yetkilileriyle pazarlık masasına oturması.
Oysa Avrupa Birliği’nin bu konudaki tavrı son derece net.
Daha önce de defalarca en üst düzeyde ifade ettikleri gibi, AB söz konusu anlaşma metnini (Brexit Deal) yeniden pazarlığa açma niyetinde değil.
Dün akşamki oylamanın ardından yapılan açıklamalarda da anlaşmanın değiştirilemeyeceği, AB yetkililerince bir kez daha teyit edildi ve AB Komisyonu Başkanı ile AB Konseyi Başkanı, Theresa May’e , ‘durumu netleştir’ çağrısı yaptı.
AB’nin, herhangi bir pozisyon değişikliğine gitmemesi ve Birleşik Krallık’la yürütülen çıkış anlaşması müzakerelerinde gösterdiği katı tutumun sebebi, halihazırda AB ilişkileri konusunda rahatsızlık yaşayan başta İtalya olmak üzere diğer ülkelere net bir mesaj göndermek; ‘ Birleşik Krallık’ın çıkış macerasına kanıp, bize benzer taleplerle gelmeyin, çünkü çıkışın bedeli ağırdır’ demek!
Bu akşam yapılacak güven oylamasına dönecek olursak, sonucun Corbyn lehine, yani erken seçim yönünde olacağını düşünmüyorum.
Her ne kadar Muhafazakar Parti’nin önemli çoğunluğu, Theresa May’in Brexit Anlaşması aleyhinde oy kullanmış olsa da, hükümetin düşmesinden yani dolayısıyla partilerinin iktidardan gitmesinden yana oy kullanacaklarını sanmıyorum.
Muhafazakar Parti, Brexit tartışmaları nedeniyle çok ama çok yıpranmış durumda ve olası bir erken seçimde, büyük ihtimalle iktidarı kaybedecek, yani birçok Muhafazar milletvekili, koltuklarını diğer partilere kaptıracak.
Bunu göze alacaklar mı?
Dediğim gibi, sanmıyorum.
Bu akşam Theresa May büyük olasılıkla parlamentodan güven oyu alacak ve Pazartesi günü, ‘B Planı’ ile (tabii öyle bir planı varsa) milletvekillerinin karşısına çıkacak.
Çoğunluğun desteğini sağlayabilirse, ‘Anlaşma olmaksızın AB’den çıkış’ (No Deal) kabusu sona erecek ama sağlayamazsa, görünen o ki yakın gelecekte, halk bir kez daha Brexit konusunda fikir beyan edecek.