Dışişleri Bakanı Kudret Özersay, son dönemde özellikle Kıbrıs sorunu bağlamında, kendine net bir pozisyon belirleyerek, hareket kabiliyetini o pozisyon ekseninde mobilize ediyor.
Özersay’ın, bu pozisyonuna dayanak oluşturan unsur ya da unsurlar, muhtelif zeminlerle şekilleniyor olabilir.
9 ay sonra yapılacak Cumhurbaşkanlığı seçimi yarışı için kulvarlar oluşturmak…
Adada var olan siyasi statükonun, federal bir yapıya değil, ayrı unsurlar üzerinden yükselen yeni modellere evrilmesi gerektiği inancını, fiili duruma dönüştürmek…
Türkiye Dışişleri Bakanlığı’nın adadaki ‘güvenilir’ ayağı olmak ve Türkiye’nin hedeflerinin misyonerliğini üstlenmek…
Yukarıda sıraladığım örnekler, kamuoyunda Özersay’la ilgili oluşan izlenimin farklı varyasyonlarıdır.
Belki bunlardan sadece bir tanesi, Özersay’ın ‘gerçek’ gailesidir, ama belki de aslında tümü, pozisyon ekseninin sahici belirleyenleridir.
Bizlerin, bu listeyi speküle etmenin ya da daha da çeşitlendirmenin dışında, yapabileceğimiz somut değerlendirmeler, varabileceğimiz ampirik sonuçlar yok.
Özersay’ın, siyasi hareketlerini mobilize eden eksenden ve aldığı pozisyondan rahatsız olan çevrelerin bu noktada takınabileceği en anlamlı tavır, karşı cephede, tıpkı O’nun yaptığı gibi net bir pozisyon almaktır.
Cumhurbaşkanı Akıncı ile Dışişleri Bakanı Özersay arasında bir süredir devam eden gerginliğin son bulması yönünde çağrı yapmak, bence doğru bir yönlendirme değildir.
Bilakis, Özersay’ın pozisyonunu tasvip etmeyenlerin ki görünen odur ki, bunu tasvip etmeyenler hiç de azınlıkta değildir, seslerini daha da yükseltmesi, tam karşı cephede, çok daha net bir saf tutmaları gerekmektedir.
Kudret Özersay aslında, bilerek ya da bilmeyerek, Kıbrıslı Türkler’in önüne çok büyük bir fırsat penceresi açıyor; değil mi ki Cumhurbaşkanı Akıncı, tam da bu vesileyle, kendine bir karşı pozisyon belirliyor ve son dönemde yaşananlardan duyduğu rahatsızlığı, yeterince yüksek sesle olmasa da seslendirmeye başlıyor.
Akıncı gerek son günlerde sosyal medya hesabından yaptığı paylaşımlarda, gerekse bugün düzenlediği basın toplantısında, önemli bir eşiği atlayarak, birtakım sorunlara işaret ediyor, sorunların kaynağı olarak gördüğü birtakım unsurlara göndermeler yapıyor.
Ne diyor Akıncı; ‘Ben bostan korkuluğu değilim’ diyor!
‘Kıbrıslı Türkler, kendi evlerinin efendisi olmak istiyor, birilerinin, bizi Türkiye’nin bir vilayeti haline getirmek gibi bir hedefi ve niyeti varsa, bunun gerçekleşmeyeceği ortadadır. Çünkü halka rağmen bunun gerçekleştirilmesi mümkün değildir’ diyor!
Bunun burada kalmaması, toplumdan ve siyasetten gelecek güçlü bir destek kuvvetiyle, direncin yükseltilmesi bu aşamada son derece önemli.
Aksi halde, ‘aman gerginlik olmasın’ mantığıyla, yine bir sessizliğe gömülür, karşısında olduğumuz tavırların ve kesimlerin yollarındaki ‘dikenleri’, kendi ellerimizle temizler duruma geliriz.
Gerginlik olacaksa olacak, böylelikle taraflar ve pozisyonlar netleşip, sağlamlaşacaktır.
Nasıl ki bundan 15 yıl önce Denktaş, halkın geleceğini halka rağmen tayin etmeye kalktığında, siyasi ve sivil irade güçlü bir karşı duruş sergilediyse, bugün de bizi çıkarmak istedikleri tehlikeli sulara çıkmayacağımızı, karşı tarafa gösterme kararlılığında olmamız gerekiyor.
Akıncı’nın sesini daha da yükseltmesi ve de aynı zamanda liderliğini göstererek, edilgen olmaktan çıkıp, süreçte çok ama çok daha etken ve etkin bir rol üstlenmesi gerektiği gibi, O’na bu liderliği gerçek anlamda sergileyebileceği zemini yaratma görevi de bizimdir.
Kıbrıslı Türkler de bostan korkuluğu değildir!