22 Ocak 2018’de gerçekleşen eylem bugün yaşadıklarımıza dair, ders almamız gereken en önemli olaydı. Hala daha bu olayın aydınlatılmamış ve kamuoyu vicdanında netleştirilmemiş noktaları sürüyor. Bunun en somut boyutu, aranan 9 kişinin hala daha bulunamamış olması, yakalananların bir kısmının “şartlı tahliye kurulu” tarafınca erken serbest bırakılmasıdır.
Bununla beraber, ifade özgürlüğünün sınırlandırılmasına yönelik oluşan tehdit ve baskı dalgası bu süreçte daha bariz bir biçime dönüştü.
Afrika Gazetesi’ni hedef alan saldırı, meclis damında gerçekleşen eylem, Milletvekili Doğuş Derya’yı hedef alan saldırı, dönemin cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı’ya dönük tepkilerin süreç içinde sosyal medya linç kampanyasına dönüşmesi, gerçekleşen olayların anlık bir provokasyon değil, ideolojik bir tercihin açık bir göstergesi olmuştur.
Gerçekleşen olaylara karşı kitlelerin olay gecesi Afrika önünde buluşması, kısa bir süre sonra “tedbirli” eylem ile varız mesajı vermesi ile siyasi seçkinlerin konuyu toplumsal hafızada yer tutmayacak gibi geçiştirme çabaları da bu anlamda önemli siyasi kararlar olarak bilinmeli.
İşi gündelik dar politik çekişmeler yerine, genel bir davranış ilişkisi içinde okuduğumuzda; bir coğrafyada alınan kararların, ifade biçimlerinin, uzak bir coğrafya tarafından müdahale edilerek bastırılması olarak okuyabiliriz. Bu, anlayış Edward Said’in, bir devletin kendi egemenliği dışında olan bir coğrafyaya dair karar verebilme çabaları olarak tanımladığı ’emperyalizm’ tanımına net bir biçimde oturmaktadır.
Konuya bu çerçevede baktığımızda, üstünden 3 yıl geçmesine rağmen yaşananları politik meselesi haline getirmeyen siyasi örgütlerin de aslında, gerçekleşen müdahaleci politikaları makulleştiren aracılar olarak görülmesi durumunu ortaya çıkarmaktadır. Şahsi görüşüm, bu Kıbrıslı Türk siyasi partilerini, bir tür diaspora örgütü haline getirmekte, Kıbrıs üzerinde Türkiye Cumhuriyeti devletinin çıkarlarını savunma ve ilerletme gailesi ile hareket eden yapılanmalar haline dönüşmelerine neden olmaktadır. Tabii ki, mesele siyah – beyaz gibi değildir. Sessiz olunduğu kadar, siyasi partilerde yaşananlardan rahatsız olan öznelerin de olduğu gerçeğini göz ardı etmemek gerekmektedir.
Ancak, kırılma noktası dediğimiz meselenin ardından yaşanan ve dozu gittikçe artan uzaktan yönetim davranışının sisteme nüfuz etmesi çok daha derin bir kutuplaşma iklimi yarattığı açıktır. Özellikle 2020 Cumhurbaşkanlığı seçimi bu durumun ne kadar yaygın bir durum çıkardığını göstermekle birlikte, uzaktan müdahaleden rahatsız politik çevrelerin dahi, önceliğinin gündelik ekonomik çıkarlar olduğu gerçeğini ortaya çıkardı.
Ekonomiye dair aktörlerin son 3 yıldır yaşanan siyasi sıkışıklığı gördüğü halde, ekonomik önceliklere odaklanarak, uzaktan yönetime alan tanıyor olması tarihe not edilmesi gereken bir noktadır.
Çünkü, pandemi ile derinleşen ekonomik kriz ve bununla birleşen siyasi kriz, birçok zorluklara gebeyken, geçmişle yüzleşerek nerelerde hata yapıldığına dair de oturup düşünmeyi zorunlu kılacağa benziyor. Bu da yeni yaklaşımların, bildik siyasi nutukların fazlasını gerekli kılacağını ortaya koyuyor. Bu durumda, sonunda ne olacağı belli olmayan bu dönemde, toplumsal muhalefetin dilininin çok daha belirleyici olacağı ihtimalini de göz ardı etmemek gerekiyor.