Krizin reel sektörü deşip geçtiği döneme geldik. Bugüne kadar alınmamış önlemler, doğru düzgün sağlanmayan destekler, kredi ile kurtulma reçeteleri ile birlikte kapısına kilit vuran veya vurmak üzere olan işletmeler birer birer görünür olmaya başladı.
Krizin en çok küçük işletmeleri, sermaye birikimi sınırlı olanları, gençleri, kadınları etkileyeceğini bu yüzden de bunlara yönelik hedeflenmiş politikaların aciliyetini kriz başladığı günden bu yana yani neredeyse 1 yıldır yazıyorum.
Bu tarz işletmeler, 1 yıl bekleyişin ardından artık kendini kurtarmayı çözüm olarak bulmak zorunda kaldılar. Bir kısmı tüm işçilerini durdurmaya, bir kısmı ise olduğu gibi devretmeye girişti. Görünen o ki, reel sektördeki bu sıkışıklığın aşılması için artık nakdi destek programları da tek başına yeterli olmayacak. Hali hazırda sağlanan 1,500 TL tutarındaki yardımları asgari ücretin neredeyse üçte birine denk geldiğini düşündüğümüzde, aslında cemile yardımından farksız olduğu ortadadır.
Alım gücü her geçen gün azalırken, kamu ve özel borçlarının döngüsündeki kırılganlık da artacağı aşikar. Bankalarla ilgili çok bir şey söyleyemesek de, Merkez Bankası verilerine göre 2020 yılı Aralık göstergesine göre Bankacılık Sektörü Net Karı 671 milyon olmuş. (http://www.kktcmerkezbankasi.org/tr/node/3921)
Bahsedilen, 671 milyonluk net kar, tüm personelin ödendiği, devlete ve kurum olarak tüm yükümlülükler getirildikten sonra ortaya çıkan artı değerdir. Tertemiz kazançtır.
Bu kazanç kriz döneminde yapılan kardır. 671 milyonluk karın bir bölümü bu noktada yeniden düzenlenmesi, krizin faturasını esnafa ödetmek yerine, bankaların karları üzerinden daha adil bir dağılım ile ekonominin kurtarılması için harcanamaz mı ?
671 milyon TL’lik kara sahip olan bankacılık sektörünün toplamda 21 ticari ve şube bankası olduğunu biliyoruz. Başka bir deyişle, sadece 21 ticari ve şube bankasının kurumsal olarak bu karı paylaşıyor.
Oysa ki, 21 kurum yerine bu karın belli bir oranının kamulaştırılması mümkün olmalıdır. Yaratacağı risk bankacılık sektörüne zarar vermeyeceği gibi, bankaların işgücü azaltmasına da neden olmayacaktır çünkü mevcut operasyonları için giderleri sonrası kalan kar söz konusudur.
Hal böyle olunca, 671 milyonun kayda değer bir miktarının kamulaştırılması ile reel sektördeki krizin çözülmesi mümkün olurken, aynı zamanda bankacılık sistemindeki geri ödenemeyen borç miktarlarının kontrollü tutulması da sağlanabilir.
Böyle bir kar paylaşımı, sadece küçük işletmeleri değil aynı zamanda uzun dönemli olarak bankaların kendi krizlerinden de koruyacak bir ara çözüm olabilir.
Ancak, ara çözümü uygulamak için bir tarafta siyasi irade gerektirirken, diğer taraftan da böyle bir planının güven veren bir sistematik çözüme sahip olması gerektiği noktası da unutulmamalıdır.
Yani sorumsuzca bir kesinti değil, iyi planlanmış, kırılgan alanlara dönük iyi hedeflenmiş bir yeniden bölüştürme pratiği sosyal kriz yaratmadan etkin bir çıkış yolu olabilir.
Nesillerce sürecek bir yoksullaşma yaratan, ev içi şiddetin hızla artmasına neden olan, temelde sosyal bir kriz için tüm unsurları barındıran öteleme anlayışı yerine hedef odaklı bir program şimdi çok daha gereklidir…
Aynı gemide olmadığımızı biliyoruz ama aynı fırtınada olduğumuz kesin. Bazı sektörler batarken, bazılarının milyonlarca lira kar yapması, fırtınanın bazılarını hiç etkilemediğini gösteriyor. Fırtınadan etkilenmeyen, etkilenenlere dayanışma göstermeyecekse adaletten ve eşitlikten nasıl bahsedebiliriz?