Sağdaki iki partinin koalisyon hükumeti kurmasıyla birlikte Avusturyalılar daha fazla neoliberalizm ve daha fazla yabancı düşmanlığı bekleyebilirler.
Benjamin Opratko | Jacobin
Çeviri | Kontra Salvo
Avusturya’da geçtiğimiz Pazar günü yapılan genel seçimleri ülkenin savaş sonrası tarihinde bir dönüm noktası, aşırı sağcı Avusturya Özgürlük Partisi’nin (FPÖ) yükselişine başladığı 1980’lere dayanan bir siyasi devinimin zirvesi olarak hatırlayacağız
Avusturya’lı seçmenler, 1945’ten bu yana en sağcı parlamentoyu seçtiler. FPÖ, oylarını yüzde 5,5 arttırarak toplamda yüzde 26’ya ulaştı. Ama tartışmasız galip, oylarını 2013’te yüzde 24’ten yüzde 31,5’e çıkaran muhafazakâr Halkın Partisi (ÖVP) oldu.
Toplamda yüzde 57,5 oy ve 103 milletvekili (toplam 183) kazanan sağ blok, hiç bu kadar büyük olmamıştı. Ve bunlara, yüzde 5,3’le parlamentoya giren iş dünyası yanlısı, neoliberal “Neos”u eklediğinizde, sağcılar anayasayı değiştirme gücünü veren üçte iki çoğunluğa sahip oluyorlar.
ÖVP’nin kısa süre önce yaşadığı dönüşüm, sonuçları daha da endişe verici kılıyor. Sebastian Kurz, Avusturya muhafazakârlığının geleneksel partisini bu yılın başlarında bir darbeyle ele geçirdi. Partinin gençlik örgütünün otuz bir yaşındaki eski lideri, 2011 yılında Entegrasyon Bakanı olarak atandığında hükumetin en genç üyesi olmuştu. Şimdi de ülkenin en genç hükumet başkanı olacak.
Kurz, Mayıs ayında parti başkanı olduğunda ÖVP onun görüşlerini benimsedi ve o da partiyi zafere götüreceğini vaat etti. Partinin oy pusulasındaki adını “Kurz Listesi – Yeni Halkın Partisi” olarak değiştirdi; partinin geleneksel siyah rengini turkuaza çevirdi ve aday listeleri üzerinde veto hakkı olduğunu söyledi.
Kurz bütün bunları başarabildi çünkü partinin eski yapısı ve kaynaklarından neredeyse bağımsız hale gelmeyi başardı. O ve takımı, kendisini ÖVP’yi ebedi koalisyon ortağı gibi görünen Sosyal Demokrat Parti’den (SPÖ) kurtaracak en iyi ihtimal olarak gören büyük sermayenin ciddi bir kesiminin desteğini –ve ciddi bağışlarını- kazandı.
İçyapıdaki ve dış görünüşteki değişim yeni bir siyasi görünüşle geldi. Kurz ve sadık takipçilerinden oluşan ekibi, sermaye yanlısı ve refah karşıtı programlarına kitlesel desteği ancak -Kurz gelene kadar tüm anketlerde neredeyse iki yıldır birinci çıkan- FPÖ’nün ırkçı, otoriter ve göçmen karşıtı duruşunu tamamen benimserlerse kazanabileceklerini fark ettiler.
Plan işe yaradı. Kurz’la birlikte Avusturya’lı seçmenler, kendilerini aşırı sağ veya faşizmle ilişkilendirmeden FPÖ’nün programına oy verebileceklerdi. İslam, göç, mülteciler gibi aşırı sağın tercih ettiği başlıklar kampanyayı sürükledi. Hem Kurz hem de FPÖ lideri Heinze-Christian Strache kapalı sınırlar ve islamofobik yasaları ülkenin toplumsal ve siyasi sorunlarına en iyi çözüm olarak sundular.
Söylemleri Avusturya kamuoyunu daha da sağa çekti ve Kurz’un “yeni” ÖVP’sinin FPÖ’ye zarar vermeden kazanmasına imkân verdi. Strache’nin kendisi seçim sonuçlarını en iyi şekilde özetledi: “Bu gece FPÖ’nün seçim programı neredeyse yüzde 60 oy aldı”.
FPÖ’nün yükselişine dair 2015’te yazdığım makalede şunu söylemiştim:
Sınırın ötesinde, Viyana’dan yaklaşık yüz kilometre uzakta, Viktor Orbán, Macaristan Cumhuriyeti’ni, sivil toplumun ilerici unsurlarını boğan, muhalefeti dışlayan ve sivil özgürlükleri kısıtlayan yarı otoriter bir rejime dönüştürdü. FPÖ liderliği açıkça ve defalarca Orbán’ın projesine yakınlık duyduğunu vurguladı. . . Gramsci’nin dediği gibi onlar hükumetin bir parçası olmayı değil “devletin kendisi olmayı” hedefliyorlar.
Bu analiz bir soruyu açıkta bırakıyor: aşırı sağ, devletin böylesi derin bir dönüşümünü demokratik araçlarla nasıl tamamlayacak? Seçim sonuçları olası bir yanıtı ortaya çıkarıyor.
Sağcı otoriter popülizm artık tek bir partiyle sınırlı değil. Bu siyasi, toplumsal ve kültürel güç artık parlamentoda iki partiyi kontrol ediyor ve bu iki parti önümüzdeki haftalar büyük ihtimalle koalisyon kuracaklar.
Aklın Kötümserliği
Avusturya’daki otoriter popülizmin bu yeni şeklinin merkezinde iki unsur var: neoliberal reform ve ırkçı dışlama.
Hem FPÖ hem de ÖVP, işsizlik yardımlarını ciddi bir şekilde kısma planlarını ve esnek iş yasasıyla azami çalışma saatlerini günde sekiz saatten on iki saate ve haftada kırk saatten altmış saate çıkarma hedeflerini açıkladılar.
Yeni sağcı hükumet aynı zamanda Avusturya’nın toplu pazarlık sistemini de hedef alacak. İş sözleşmelerinin yüzde 97’sinin asgari düzeyde sendikal ücret korumasında olduğu bir ülkede, toplu pazarlık sistemi, ücret düzenlemesinin önemli bir bileşeni. Bu reformların hepsi, küresel ihracat piyasalarının kârlarını arttıracak yüksek derecek esnek iş gücünün (güvencesiz diye okuyun) olduğu bir düşük ücretliler sektörü yaratacak.
FPÖ ve ÖVP aynı zamanda sosyal yarımları için yapılan kamu harcamalarını kesmeyi, kurumsal vergi oranlarını düşürmeyi ve Avusturya kentlerindeki kiraları göreceli olarak düşük tutan kira yasalarını değiştirmeyi planlıyorlar.
Elbette bütün bu önlemler bu partileri geçtiğimiz yıllarda destekleyen sermaye kesimlerinin çıkarlarına hizmet edecek. İhracat odaklı üretim sermayesi düşük ücretler ve esnek çalışan işçiler istiyor, mali sermaye toplumsal üretimi malileştirecek yeni yollar arıyor ve gayrimenkul sermayesi kiraları attırma ve ev sahipliği için yeni teşvikler yaratma peşinde.
Yaşam standartlarına yönelik bu radikal saldırı derinleşen bir otoriterlik ve ırkçı dışlamayla birlikte gelecek. İçeride Müslümanlar bu önlemlerin odak noktasındaydı. SPÖ-ÖVP koalisyon hükumeti özellikle İslami kurumları ve ibadet yerlerini hedef olan yasaları çoktan çıkarmıştı.
Yeni reforme edilen “İslam yasası” başka bir hiçbir dine uygulanmayan özel düzenlemeler ve hükümler getirdi ve hem Kurz hem de Strache bu yasaları İslami örgütleri daha kolay kapatmaya imkân verecek şekilde değiştireceklerini vaat ettiler. Kısa süre önce Avusturya, SPÖ’nün de tam desteğiyle kamusal alanlarda peçe takmayı yasa dışı ilan etti.
Hem ÖVP hem de FPÖ seçim kampanyası boyunca devamlı olarak İslamofobik gündemlerini öne çıkarttılar. Ahlaki panik zamanlarının birinde Kurz, Müslüman mali destekçiye sahip çocuk yuvalarının çocuklara “siyasal islamın” değerlerini aşıladığını iddia ederek devletin bunları kapatmasını talep etti. Bu sırada Strache durmadan “kadınlarımızı” tehdit eden “Müslüman cinsel avcılar”dan bahsediyordu.
Devam eden bu İslamofobik söylem ve siyaset dalgası, sekiz milyonluk ülkenin altı yüz binini oluşturan Müslüman Avusturyalıların çoğunu korkuya sürükledi bile.
Sınıf savaşı ve ırkçı dışlama yapısal olarak birbirlerine bağlılar. Tutulmama ihtimali olan sosyal kesintilere destek bulmak için devlet Müslümanlara ve mültecilere saldırılarını arttırıyor. Sağ partiler polis gözetimini genişleten, gösteri hakkını kısıtlayan ve kamu yayıncılığını kontrol altına alan otoriter önlemleri teklif ettiler bile ve yeni ÖVP-FPÖ hükumeti bunları hayata geçirecek gibi görünüyor. Şu ana dek bu önlemlere karşı direniş çok sınırlıydı.
İradenin İyimserliği
Bu vahim durumda Sol nerede? Sol, İkinci Dünya Savaşı’nın bitiminden bu yana hiç bu kadar güçsüz olmamıştı.
İlk bakışta 2007’den beri hükumetin başında olan SPÖ, beş sandalye kaybetse de 2013’teki desteğini koruyormuş gibi görünüyor. Ama daha yakından bakılırsa ciddi sayıda seçmenin SPÖ’yü bırakarak iki sağ partiye kaydığını ve SPÖ’nün kaybını eski Yeşil parti destekçileriyle kapattığı görülüyor.
Yeşiller için tam bir çöküş oldu. 1980’lerdeki çevre ve barış hareketlerinden doğan parti, Parlamentodaki otuz bir yıldan sonra seçmenlerinin üçte ikisini kaybederek yüzde 4’lük seçim barajının altında kaldı. Artık Avusturya parlamentosunda yoklar. Yerlerine, eski Yeşil siyasetçi Peter Pilz’in daha bu Temmuz’da kurduğu Liste Pilz parlamentoya girecek.
Pilz “anavatanı” hem “aşırı sağcı popülistlere” hem de “siyasal islama” karşı koruma programıyla seçime girdi. Yaygın Müslüman karşıtı duygulara oynayarak yüzde 4,4 oy almayı başardı.
Daha soldaysa komünist KPÖ, Yeşillerin eski gençlik örgütü ve bağımsız solcularla ittifak halinde seçime girdi. Bu geniş tabana ve etkileyici kampanyaya rağmen adı KPÖ Artı olan bu koalisyon, zaten marjinal olan oy oranından da geriye düşerek yüzde 1’in altında kaldı.
Otoriter sağcı popülizm artık gerçek bir hegemonik sınıflararası proje haline geldi. Mavi yakalı işçilerin yüzde 74’ü ve girişimcilerin yüzde 64’ü iki sağ partiden birine oy verdi. Şoke edici bir şekilde, 16-29 yaş arası seçmenlerin yüzde 30’u FPÖ’ye tercih etti. Buna Kurz’un yüzde 28’ini de eklersek ve gençler arasında otoriter sağcı popülizmin yüzde 58’le çoğunluğa ulaştığını görüyoruz. Sosyal Demokratları tercih eden tek demografik grup emekliler oldu. Bu, sağcı hegemonyanın ne kadar derin olduğunu gösteriyor.
Bu hegemonyanın ne kadar istikrarlı olduğu görülecek. Ücretler ve emekli maaşlarına, refah devletine ve sosyal güvenliğe yönelik saldırılar direnişi kışkırtacaktır.
Eğer olursa bu direnişin Avusturya solunun yeniden dirilişini ateşlemesi bir dizi faktöre bağlı: Sol, Sağın ırkçı korkutmalarla destekçi toplamasını başarılı bir şekilde kesebilecek mi? Sosyal Demokratlar ve sendikalar hükumetin saldırılarıyla etkin bir şekilde mücadele edecek mi? Paramparça olan Yeşiller kendilerini gerçek bir toplumsal ve ekolojik değişim için çalışan bir parti olarak yeniden kurabilecekler mi? Solun, siyasi partilerin içindeki ve dışındaki, farklı kesimleri halkçı, daha birleşik bir proje için bir araya gelmeyi başarabilecekler mi? Bunlar Avusturya’daki sağ hegemonyaya gerçek bir alternatif inşa etmeyi hedefleyen her siyasi gücün karşılaşacağı güçlükler olacak.