Öncelikle, gelinen noktada asgari ücret artışının gerekli olduğuna inanıyorum. Ancak, ekonomi disiplini çerçevesinde konuya yaklaşmak çok daha sağlıklıdır.
Halihazırda enflasyon baskısı yaşıyoruz. Bununla beraber literatürde Philips Curve olarak bilinen ve işsizlik ile enflasyon arasındaki ilişkiyi gösteren eğriye göre yüksek enflasyonun düşük işsizlik oranı yaratması gerektiği kabul edilir. Ancak, bu genel kabulün dışında gelişmeler yaşadığımız aşikar. Yüksek enflasyon yaşarken işsizlik rakamı da zirveyi yokluyor.
Bu adanın kuzeyinde esasen “stagflasyon” yaşadığımızın en önemli göstergelerinden biri…
Stagflasyon yaşandığında Philips Curve sağa kayar. Bunun anlamı işsizlik artmaya devam eder, ücretler artar ancak enflasyonun da artması ücretlerin artış hızını geçer ve gerçek kazanç geriler.
Bu durumda sebep yükselen enerji fiyatları, yükselen gıda fiyatları, para değerinde kayıp ve artan vergiler nedeniyle (örnek asgari ücretteki durum) içinden çıkması zor bir durum oluştuğu açıktır. Dahası, son çalışmalarda, enflasyonun artacağına yönelik beklentilerin artması, tüketiciye yansıtılan fiyatlarda normalin üstünde artışlar yaratarak beklentilerin de enflasyonu arttırdığı bilinmektedir.
Çözümü ücret artışının yanında, faiz üzerinde uygulamaların yapılması olarak anlatılır ancak TC’nin faiz kararı enflasyonun artışı uğruna büyümeyi korumak şeklinde geliştiği için burada bir etkinin oluşması mümkün değil.
Dahası, enflasyon geçirgenliği, yani yaşanan kurlardaki artışın hane halkına etkisi TC’de 3 ayın üzerinde bir zamana denk gelirken, Kıbrıs’ın kuzeyinde bunun hissedilmesi çok daha kısa sürer (referans aldığım bir çalışma bunu 6 hafta olarak ölçmektedir)
Yani biz önce kurdan kaynaklı enflasyonu TC henüz hissetmeden deneyimliyoruz. İlk şoku yiyoruz. Ardından TC enflasyonunu ithal ediyoruz. İkinci bir şok daha yiyoruz. 6 Hafta önce dolar kuru 8.88di. Şu an ise 13,79. Biz şu an 8.88 seviyesindeki dolar etkisini hissediyoruz. Daha TC kaynaklı son enflasyonun TC fiyatlarına yansıyarak bize geri dönüşünü henüz hissetmedik. İkincil bir etki olarak onu da hisseceğiz. Muhtemelen Mart ayına gelirken daha sert hissedeceğimiz bir dalga olacak. O yüzden marttan evvel asgari ücrette yapılacak bir artış bu dalgayı kısa süre önler ancak marttan sonra artış etkisiz hale gelir. Bir sonraki asgari ücret tartışması ise haziran ayında olursa hali hazırda yoksulluk kapıyı çalar.
Peki Stagflasyondan kurtulmak için ne yapmalı?
Aklıma ilk gelen çözüm enerji bağımlığını azaltmak. Ancak toplu taşımanın bile olmadığı bu coğrafya daha uzun erimli yaklaşımlar gereklidir. Ayrıca yeşil enerjiye ve enerji verimliliğine dönük yatırımlara ihtiyaç vardır. Bu açıdan bunu uzun dönemli bir politika olarak düşünmemiz gerekiyor.
Bana göre bu süreçte enflasyon baskısından kurtulmak için tek gerçekçi alan hem emek verimliliğinin hem de sermayenin üretkenliğin arttırılması üzerinden gerçekleşebilir.
Bunun belki daha alternatif olarak gerçekleşmesi devlet eliyle arz yönlü müdahalelerin gerçekleşmesi ve bu müdahalelerin verimlilik arttırıcı nitelikte planlanmasından geçmektedir. Ancak bunun da tek başına yeterli olacağını söylemek gerçekçi olmaz.
TC’nin mevcut politikaları değişime uğrasa bile (faiz arttırımı gibi) yine de uluslararası örnekler stagflasyon döngüsüne giren ekonomilerdeki toparlanma sürecinin medya süresi 4 yıla yayılmaktadır. Yani bugün sihirli bir değnek ekonomiye dokansa 2025’e kadar yolumuz var.
Hal böyleyken, euro kullanımına geçilmesi fikrinin enflasyon üzerinde olumlu etki yaratacağı açık olsa da bunun da dikkatli planlanmış bir süreç olması gerektiği, yapısal reformlarla birlikte ele alınması gerekliliği bir kez daha yüzümüze çarpıyor.
Bu durumda kapsamlı bir tedavi için bir taraftan stabil bir para birimine hazırlık yapılırken diğer taraftan da net faktör verimliliğinin arttırılmasının olmazsa olmaz olduğunu söyleyebiliriz.
Bu durumda ücret artışını desteklerken, diğer bacaklarının görmezden gelinmesi ortalama 4 yıl olarak düşündüğümüz süreci çok daha uzun bir zamana yayacak, yoksulluğun çok daha derinleşmesine neden olacaktır.
Euronun para birimi olarak kabulünün hemen gerçekleşemeyeceği ve TC’deki seçimlerin en erken 2022 son çeyreğinde yapılacağını farz edersek; seçim ardından faiz konusunda kararların hızla alındığı, dış politikada risklerin hızla ortadan kalktığı bir süreçte bile hayal ettiğimizde 2023 yılında işsizliğin ve enflasyonun artmaya devam edeceği, dengeye 2024 ortasında erişilmesi durumunda bile covid başlangıcı noktaya erişmenin 2025 sonrasından erken olmayacağını söylemek mümkündür. Bu dönemde Türkiye muhalefetinin öngördüğü yeniden parlementer sisteme dönüşün tarihi ile oluşacak durumda ise belirsizlikler devam edecektir.
Bu açıdan aslında erken zamanda yapısal dönüşümü sağlamaya yardımcı olacak eurolaşma politikasının geniş bir konsensus oluşturulmaz veya uygulanması gecikirse, adanın kuzeyinde 2020 – 2030 arası tarihte kayıp 10 yıl olarak bilinecektir.
Hal böyleyken, neredeyse bir buçuk ay sonra yapılacak seçimlerde seçmenin tavrından bağımsız ortaya uygulanması gerekli bir ekonomik program ortaya çıkıyor.
İster her şey böyle devam etsin, ister federasyon olsun veya anarşik bir ekonomik düzen oluşturalım hiç farketmez.
– Stabil bir para birimi için uygun koşulların sağlanması
– Özelde petrol genel olarak fosil yakıt bağımlılığının azaltılması
– Yapısal reformların gerçekleştirilmesi
– Emek ve üretim teknolojilerinde verimli ve üretkenliğe olanak sağlayan alanların açılması olmazsa olmazdır.
Bir yol haritası olmadan sadece asgari ücrete yönelik bir artış politik anlamda güçlü bir söylem olabilir ancak tek başına hiçbir şeyin çözümü değildir.