Bir gün birisi çıkıp; enerji kaynakları değişince yaşam şartları da ona göre değişir demişti. Yapay zekayı tasarımda aracı yaparak resim ve hareketli resimler yaratmak, bütün sorulara cevap aramak imkânlı hale geldiği için, zamanla çeşitleneceği, daha da gelişince, elbet bu gelişme yaşam şartlarımızı da değiştirecek.
Şu an yaptığıysa sorular yaratmak ve iki boyutlu sanatın üç boyutlu sanata geçişinden öte dönüşmüş durumda. Bu boyutsal sanat düzlemi sadece sanatın kendine yakıştırdığı veya sanatın boyutlarını tanımlamak için kullanılan bir teknolojiden de ibaret değil. Yakın zamana kadar iki boyutlu tabloları, eserleri duvarımıza asarak onun içindeki fikre bakar, sanatın bizden de ayrı kendi başına düşündüğünü sanarak, döner döner duvardaki o resimde iç içe geçmiş ışıklara bakar, renklerin içindeki değişik renklere cevaplar bulurduk. Bu doğruydu. İki boyutlu dünyada her seferinde geri sararak aynı hikâyelere başka sorular sorarak, cevaplar bulunurdu.
Üç boyutlu dünyada ise evrenin enerjisini dönüştürerek ortaya yapay zeka gibi yeni bir enerji kaynağı çıkınca üretimi hızlandırdı. Bütün bu buluş, iki boyutlu dünyada geçirdiğimiz varoluş sürecinin sonunda oluş sürecine geçilmesiyle ortaya çıkan üç boyutlu dünyadan başka bir şey değildi.
Üç boyutlu sanat üretimi artırınca, artık tek bir eser yerine milyarlarca üretim üzerinden milyarlarca soru sorulmaya başlandı. Yakın zamanda en iyi sanat eserleri en iyi soruyu sorduran sanatlar eserleri olacak.
Bütün bunlar evrenin enerjisini dönüştürerek ürettiğimiz yeni enerji kaynaklarının yaşamımızı değiştirmesi üzerine, yaşamımızı değiştirme hızını da bir kez daha şöyle bir gözlerimizin önünden geçirirsek, ne kadar güçlü olduğunu görebiliyoruz.
Geçen hafta Dersim Belediye Başkanı Fatih Mehmet Bey belediye işçilerinin maaşına yüzde seksen maaş zammı yaparak 11 bin 500 lira olan maaşlarının 21 bin 200 lira olduğunu açıkladıktan sonra, Ağustos ayında artık mesailerinin sekiz saatten yedi saate düşeceğini açıkladı. Bu açıklama bize üretim kaynaklarını işçilerin ele geçirmesiyle bizlerin çalıştırılarak ne kadar zamanımızın çalındığını ispatlıyor. Evrenin enerji kaynaklarının dönüştürülmesi önündeki engelin kalkması için üretim kaynaklarının ele geçirilmesi veya patronun yeni enerji kaynakları yatırımı yapmasını sağlayarak daha az çalışmayı, evrenle uyum içinde yaşamayı içerir. Çünkü insan dünyaya kol gücüne dayalı çalışmaya gelmemiştir. Dünya’ya evrenin yararına üretim yapmaya gelmiştir.
İki boyutlu sanat döneminde tek bir sanatsal üretim yaratmak için kol gücüne dayalı daha çok çalışmak gerekiyordu. İyi yanları da vardı. Sanatsal üretimin içinde gezerken ince eleyip sık dokumak, Van Gogh’un tek bir tablosunun tek bir fırça darbesi hiç abartısız bin fırça darbesiydi. Boya, kumaş, çerçeve, çiviler, tahta ve fırçaların üretimi aylar boyunca devam eden üretimin gücüyle ortaya çıkıyordu. Gücünü kol gücünden alıyordu. İyi yanları da vardı. Evrensel bir ölçekte özen geliştirmeye yarıyordu. En güzel eserler, evrensel ölçekte özen gösterilen titizlikteki eserlerdi.
Üç boyutlu sanatın üretim hızı iki boyutlu sanatın evinde büyümüş, ekmeğini yemiş, suyunu içmiş, gözüyle görerek inanmış her dünyalıyı içten içe huzursuz ediyor. İçine sinmiyor. Özensiz geliyor, ince elenmemiş, sık dokunmamış gibi hissettiriyor. Hakları yanları da var. Üç boyutlu sanatın en iyi sorularını sorarak muhteşem bir eser ortaya koymak için, ince eleyip sık dokumak, evrensel ölçekte bir özen göstermek gerekiyor.
İşte bütün bunları düşününce ne KIB-TEK’i ne de AKSA’yı istiyorum. Ben neden elektriğe para ödemek zorundayım. Kimin elektriği için kime para ödeyeceğim. Elektrik benim. Benim doğduğum dünyada benim için hali hazırda var olan, muhteşem bir insanın evrenin enerjisini dönüştürerek ortaya çıkardığı bir buluşu, hem de bütün evrenin faydası için bulduğu elektriği bana parayla satmaya kimsenin hakkı yok.
Dokuz ay güneşli, dört tarafı denizlerle çevrili, yeteri kadar rüzgârlı bir adada elektriğe para ödemek istemiyorum. Çok saçma. Enayilikten başka bir şey değil.
Bırakalım herkesi, KIB-TEK’in özelleştirilmesine liberaller bile karşı. Çünkü kamu tekelinde olan bir kurumu özelin tekeline vermek ticari ve müteşebbis bir zekâ ile bağdaşmıyor.
Bu bize devletin mali zekasının olmadığını, hükümetin ve özelleştirme isteyen herkesin beceriksiz mali zekalarıyla tostçu açsalar yarın batacaklarını ispatlıyor. Liberallerin neden karşı olduğunun diğer sebepleri bir kenara, mali müşavirlik, mali işler koordinatörlüğü yapmış Tatar’ın da mali zekâsının olmadığını gösteriyor.
Elektriği kablo ile almaya ister Türkiye’den ister Kıbrıs Cumhuriyeti’nden isterse de Avrupa’dan almaya gelince, böyle bir kararın, güneş, deniz, rüzgâr enerjisinin önündeki en büyük engel olduğunu anlayabiliyoruz. Biz yeni enerji kaynaklarına geçelim, zaten elektriğimizi satmak için birini buluruz. Fakat baştan elektriğimizi satma anlaşması yapmak da, güneş, deniz, rüzgâr enerjisinin üretilmesinden ortaya çıkacak yeni enerji kaynaklarının önündeki engel olur. Değişmeyen tek şey değişimin kendisidir. Elbet daha iyi yeni enerji kaynakları ortaya çıkacak.
Ben elektriğe para ödememeli ve daha az çalışmalıyım. Bu çalışmamak yan gelip yatmayı içermiyor. Yeni enerji kaynakları üretmek için, bütün evrenin yararı için çalışıp, bütün evrenle uyum içinde yaşamalıyım.
Elektriğe para ödememem içinde sadece enerji kaynaklarını dönüştürmekle kalmayıp, yaşamımın da değişimini yönetmeliyim. Elektrik maliyetini düşürecek binalar üretmeliyim. Altında kimsenin kalıpta ya ezilerek ya da açlıktan, susuzluktan ölmeyeceği binalar yaratmalıyım.
Ne çok beton bina yapılıyor. Sanki yaşadığımız yere hep birlikte dişlerimizi geçirmiş iştahlıca kanını emiyoruz. Ağzımız kan dolu, dilimiz ekşiyor, çenemizden kan damlarcasına ısırıyoruz yaşadığımız yeri. Önünüze konan her fırsatın çiğ çiğ etini parçalayarak iştahlıca yiyoruz.
Diş Hekimi Üstel aylardır damla güneş gözlükleriyle gezerken, nitekim Erdoğan görüşmesi öncesinde iyileşti. Aile şirketi UBP’nin içinde son beş senede gördüklerine onun da gözleri dayanamadı. Biz insanların kötülüğünü istemeyiz, şifa bulsun her zaman da, fakat anavatan marka damla güneş gözlükleriyle maskelediği ekonomiden kendisinin anlamadığı gibi, Erdoğan’da da mali zekâ olmadığı ortada. İnsanın ruhundaki hasarlar bedenine yansırmış. Acaba ruhumuza ne kadar hasar veriliyor da, bedenimizdeki hasar kim bilir ne boyutta.
Bırakalım liranın durumunu, zamları. Dolara bile zam geldi. Yerinde zor duruyor. Bugün mali zekâsı olan herkes bunun farkında. Çünkü ürünlere lira zammı gelmesi normal değil fakat mümkünken, Erdoğan dövizi her ne kadar iki koluyla tutmaya çalışsa da, ürünler dolar zammı görüyor. Bugün mali zekâsı olan herkes doların 26 lira olduğu gerçeğinin farkında. Kol gücüne dayalı sömürülenin de bu gerçeğe bakmaya her ne kadar vakti olmasa da, akşam işten eve yorgun gelmiş önünü göremiyor, nasıl baksın. Bu gerçeği yaşarken bedel ödeyerek hissediyor.
Muhtaçlığın evinde büyüyen çocukların bilinçaltlarında, anne ve babalarına karşı içten içe bir öfke büyürmüş.
Bütün bu bilinçaltı, ANAVATAN A.Ş’nin fatura kestiği UBP A.Ş.’nin milli eğitim bakanına, Erdoğan’a genç voleybol takımı göndertmeyeceğiz dedirtti. Fakat yitirdiğimiz 48 insanımızın neden öldüğünü biliyoruz. Nasıl ölmezlerdi biliyoruz. Bilinçaltımızda bu gerçekle yaşıyoruz.
Kırk sekiz insanımıza otopsi yapılmadığı gerçeğiyle bilinçaltımızın tersini yüzüne çeviren bu gerçekle yaşıyoruz.
Ve biz karanlıkta kalınca başka, 48 sevdiğini kaybedenler karanlıkta kalınca başka şeyler düşünüyor.
Adına siz ne derseniz o deniyor…. Bir kere karanlık yola girersen eğer, karanlık senin kaderini yönetir.