Ali Kişmir’in yazdığı bir konu vardı. Neden Tatar’ı ödüle davet ettiniz diye;
Aslında haklıydı. Ali Kişmir’de gördüğüm naçizane bir yazı özelliği var. Yazarlık ne demek, yazı ne demek iyi anlıyor. Çünkü bir yazarın Tatar’ın katıldığı ödül törenine katılmaması gerekir.
Gazeteciler katılabilir.
Çünkü gazetecilikle yazarlık ayrı iki uğraştır. Gazetecilik bir meslektir. Yazarlık ise meslekler üstü, evrensel bir özen isteyen, yazdığın yazının Tokyo’da da bir karşılığı olması gereken, zamana direnmesi için uğraştığın edebi bir uğraştır.
Ali Kişmir’i bir tek Ulaş Barış anlamıştı. Çünkü yazarlık ne demek o da iyi anlıyor.
Diğer gazeteciler onu anlamamayı seçti. Yazarlık gözüyle bakınca haklısın, fakat biz gazeteciyiz diyemediler.
Rasih Reşat bile sen yazarlık açısından değerlendirdiğinde haklısın ama biz gazeteciyiz demek yerine, sen kısa pantolonla gezerken ve bana ayıp ettin demekle kaldı.
Köşeden köşeye kavgalar her zaman olmuştur ama, hem Rasih Reşat hem de Ali Kişmir için edilmedik dedikodu, bahsedilmedik zaaf, satılmışlık ifşaatlarına kadar edilen eski kahve dedikodularına bakınca, aslında gazetecinin yazardan, yazarın da gazeteciden daha önemli bir başka dostu olmadığı da ortada.
Çünkü bizde halk yazarını ödemez.
Ulaş Barış Türkiye’ye alınmadı diye tepki gösterir ama, gidip Ulaş Barış’ın yazdığı gazeteyi almaz.
Halk gazeteyi almaz, yazısını paylaşmazsa eğer, yazarlar, gazeteciler taş mı yiyecek?
Biz de telif haklarının evin içinde birgün olsun sözü bile geçmez. Telifini ödemezseniz kimisi de kalemini satıp bugün Ali Kişmir’i yarın Rasih Reşat’ı yerin dibine sokmak için elinden geleni yapar.
Hazineden geçinen askerlere gelirsek, onların böyle dertleri yok. Keyifleri yerinde. Lojmanları var. Kazan kaynıyor. Maaşlar zamanında yatıyor. Kışla dışında ev kirası nasıl ödeniyor, kredi kartı borcu gelince nasıl takla atılıyor. Bunlar bilinmez. Nasıl olsa kazan kaynıyor. Emir verince hayat değişiyor zannederler.
Kiralar tahsil edilmeyecek. Etme
Kredi kartı borcu ödenmeyecek. Ödetme
Oysa gerçek hayat öyle değildir.
Askerlik bir meslek de değil günün sonunda. Askerlik bir görev.
Görevler insanı gerçek hayattan koparır.
Bir de bu hazineden geçinen askerlerin arasında kültürel bir anlama kapasitesi de var.
Yazarlık nedir önce denizciler, sonra havacılar, sonra jandarma, en son piyade anlar herhalde. Kısacası karacılar zor anlar da, işte omuzdaki rütbelerde belki entelektüel bir gelişim olduysa ancak anlarlar.
Çünkü birisinden yazdığın yazıyı anlamasını beklemek, anlaşılmaya çalışmak, yanlış anlaşılmaktan korkmak, yazarlık için haybeye bir uğraştır.
Çünkü yazının içeriğinden oluşan savunmalara geçerek bir yazarı korumaya çalışmak gereksiz olur.
Hazineden geçinen askerler; Ali Kişmir’e dava açmış.
Ezcümle halk dilinde gerekçeleri şu olmuş;
Yazar Ali Kişmir, Vatandaşın güvenliğini sağlamak ideali ve gayesiyle bir araya gelmiş biz mesleksiz görev insanı askerlerin oluşturduğu ordunun onurunu kırmış, değersiz göstermeye çalışmış, bunun da cezası on yıl zindan da çürüsün, hayatından on yılı kaybetsin ki, bizim yediğimiz naneleri kimse denetlemesin, şeffaflıkla kimse bize bakamasın demişler.
İnsan zamanın dışında kazanın kaynadığı bir kışla hayatını emirle yaşayınca, başkasının on yılının alınmasını kolayca isteyebiliyor.
Hazineden geçinen askerler demişki, biz bu gücü;
Güvenlik Kuvvetleri Mahkemesi, Güvenlik Kuvvetleri Yargıtayı’nın Askeri Suç ve Cezalar yasasından alıyoruz.
Askeri mahkemeler, onları koruyan yasalarla bir sivile dava açabileceklerini zannediyorlar. Uluslarası hukuku düşünürsek bunun mümkünatı yoktur. Askeri mahkeme ve askeri yasaların olması uluslararası hukuk açısından mümkün değil. Fakat bizde devlet ve ordu şeffaf bir denetlemeden geçmek istemez, diğer devletlerin onları denetlemesini istemez. Neden? Çünkü yedikleri naneler ortaya çıkacak da ondan.
Ama bunu halktan saklarlar.
Gammazlama ve fişleme ekonomisini çalıştırırlar hemen. Zaaflar aranır, bulunur. Ve cesaret edilir.
Teknik devletlerde vatandaş ve devlet, ordu ve devlet gibi ayrımlar yoktur. Çünkü ikisi de halk ve Ali Kişmir’e hizmet etmek için vardır.
Ama bunu halktan saklarlar.
Devlet ve ordunun manevi şahsiyeti olmaz. Parası olmayan, kendi silahını üretemeyen ordularda ölmesi için insanlara ihtiyaç duyulur. Osmanlı’da köylü taburlarından oluşuyordu. Türk ordusu da Anadolu’nun fakir çocuklarından oluşur. Böyle olunca, kendi silahını da üretemeyince, ölülerden kahramanlar yaratmak zorunda kalırsın.
Ama bunu halktan saklarlar.
Devletin ve ordunun manevi şahsiyeti, insanlık onurunu ayaklar altına almamak için, kimsenin ölmemesini sağlamak, savaşmak yerine halkın zenginliğinin ve refahının tartışmaya açılması için, öldürmemek için, silah tüccarlarına meze olmamak için, ordunun siyasete alet olmamasını sağlamaktan geçer.
Ama bunu halktan saklarlar.
Devlet ve ordunun manevi şahsiyeti olmaz.
Devlet ve ordu kozmosun değişimi önündeki engelleri ortadan kaldırarak, sürekli dönüşüme uğrayan bir organizmadır.
Ama bunu halktan saklarlar.
Devlet ve ordu dünyanın hiçbir devletinde varolmaması gereken iki organizmadır.
Çünkü bu iki organizma, yöneten ve yönetilen kavramlarıyla, hiyerarşi ile beslenirler.
Kozmos da yönetilen ve yöneten gibi kavramların, hiyerarşinin olması mümkün değilidir. Kozmos işbirliğiyle sadece birbirinin ortak yararı ve faydası, değişim için çalışır.
Ama bunu halktan saklarlar.
Dünyanın bir yerinde birisi ölünce birisi para kazanır. Silah tüccarları kazanır bu parayı. İki üç trilyon dolar kazanırlar yılda.
Birgün devletler ve ordular dönemi bitecek. İnsan öldürmek yerine insanı kendi ülkesinde zengin etmek, bu sayede göç ettirmeden, hem de o insana başka mallar veya hizmetler satarak daha fazla para kazanabileceği anlaşılacak.
Ama bunu halktan saklarlar.
Çetin Altan yargılanan yazar, çizer ve sanatçılar için lanetliler müzesi yapılsın derdi.
Ali Kişmir’e açılan dava tam da bu müzelik…