“Savaşa hayır” demenin suç sayıldığı,
Milliyetçi hezeyana kapılmayanların toplumsal alandan dışlandığı,
Tüm imajların, söylemlerin ve tavırların hızlı bir şekilde militaristleştiği bir ortam var Türkiye’de…
Nefes almak zor!
AKP’nin çizdiği sınırlar dışında tavır alanlar ya birden terör destekçisi oluyor ya da vatan haini…
Savaş sadece Türkiye’nin sınır ötesinde değil, aynı zamanda Türkiye’nin tam içinde de cereyan ediyor…
İfade özgürlüğünün yok edilmesi, savaşa karşı tavır alanların krimalize edilmesi ve gündelik hayat üzerinde gittikçe tahakküm ağlarını yaygınlaştıran militarizmin perçinleşmesi ile…
Peki bu Kıbrıs’ın kuzeyinde de kendisini hissettirmiyor mu?
Hem de nasıl!?
Bir kez daha faşizmin susma zorunluluğu değil, söyleme mecburiyeti olduğunu gözlemliyoruz.
Tüm devletli ve muhalefetteki makul adamlar tek bir ağızdan AKP’nin başlattığı savaşa peşi sıra destek mahiyetinde açıklamalar yaptılar. Biri bile çıkıp “savaş kötü bir şeydir, akan kan dursun, bölgeye huzur gelsin” diyemedi. Hoş gerçi bu savaşın gerçekten nedenlerini ne kadar anlayıp anlayamadıkları da ayrı konu…
Tüm bunlar olurken de, TC Elçiliği’nin tektikçi medyası, AKP’nin buradaki soytarı tabakası sürekli olarak Mustafa Akıncı’nın sessizliğine vurgu yaptılar, paranoyak senaryolar ortaya koydular ve bir istihbarat ajanının titizlikle yerine getirmesi gereken ‘gambazlama’ görevini kendileri üstlenerek, Türkiye’ye mesajlar yolladılar.
İşte faşizm tam da budur! Söyleme mecburiyetinin dayatılması, devletin resmi tezinin ve militarizmin geleneksel kalıpları içerisinde koroya dahil olmak, hizaya gelmek ve o harflerinden kan damlayan kelimeleri sarf etmek!
Üç gün içinde Akıncı bir açıklama yaptı, -ki kaldı ki o suskunluk da anlamlı bir suskunlukdu- fakat bu açıklamayı, söyleme mecburiyetine boyun eğerek değil; aklının, vicdanının ve yüreğinin sesine boyun eğerek yaptı! Tam da ilk seçildiği günlerde sarf ettiği parolasına sadık kaldığını tüm dünyaya göstererek!
Akıncı’nın açıklaması, Kıbrıslı Türk siyasetinde gittikçe hakim hale gelen tavır alamama, rengini belli etmeme veya küçük siyasi çıkarlar için sürekli olarak Türkiye’ye karşı makul tavırlar sergileyip suyuna gitme politikasının dışında, bir siyasetçinin net ve berrak tavır alabileceğini gösterdi.
Ama bundan da daha önemlisi, korku, sindirme ve militarizmin gittikçe hakim olduğu; akıl tutulması yaşanan, bununla da birlikte vicdanın sesinden nasibini almayan iktidarların tahakkümünün yükseldiği politik bir coğrafyada; Akıncı, akıl, vicdan ve yüreğimizle nasıl politika yapılabileceğine örnek oldu.
Rengi belli olmayan ve ‘söyleme mecburiyeti içinde söylenmiş’ açıklamalardan farklı olarak tabiiki Akıncı’nın açıklamaları birilerini rahatsız ederken birileri tarafından da sahiplenilecek.
Burada esas olan bu açıklamaların kimleri rahatsız ettiği ile kimler tarafından sahiplenildiği.
Türkiye’de tüm demokratik mekanizmaları yok eden, “savaşa hayır” demeyi suç sayan, kendinden olmayanı düşman ilan eden, toplum içinde militarizmi körükleyen veya tüm medyayı AKP’nin parti yayın organına çeviren kesimlerin rahatsız olmaması kaçınılmazdı.
Aynı şekilde Kıbrıs’ın kuzeyinde TC Elçiliği’nin ve AKP’nin medyadaki tetikçiliğine soyunan, gammazcı gazeteciler veya ‘akil insanlar’ın da rahatsız olmaması ve Akıncı üzerinden paranoyakça komplo teorileri üretmeleri şaşılacak şeyler değil.
Esas önemli olan, tüm bunlar olurken, Kıbrıslı Türklerin çoğunluğu tarafından, parti ve siyasi aidiyet gözetmeksizin Akıncı’nın açıklamalarının sahiplenilmesi, paylaşılması ve desteklenmesidir.
Çünkü Akıncı böylesine riskli bir açıklamayı yaparak, AKP’nin veya militarizmin sesine değil, Kıbrıslı Türklerin barış ve huzur istencinin sesine kulak verdi. Öyle değil mi ki, Akıncı, Kıbrıslı Türklerin barış, dayanışma, bu topraklarda varolma ve çözüm istencini temsilen o koltuğu oturdu.
Ona oy verenler de savaş çığırtkanlığı yapması için değil, barış ideasını her alanda dillendirsin ve bu yönde tavır alsın diye oy verdi. Dolayısıyla Akıncı’nın yaptığında bir sıkıntı yok!
Barış ideasının sadece yerine veya konumuna göre değil, her zaman ve her koşulda savunulabileceğini gösterdi. Tavır almanın bu denli zorlaştığı bir dönemde, bu toplumun ve kendisinin ideasından yana tavır alarak örnek oldu.
Tam tersi, eğer savaş çığırtkanlığı yapsaydı veya militarist şarkılar korosuna katılsaydı, işte o zaman hem kendi kendisine hem de onu seçen Kıbrıslı Türkler’in iradesine saygısızlık yapmış olurdu.*
Şimdi Akıncı’nın açıklamalarından kalkarak, Akıncı’ya yönelik hakaretlerde ve ağır eleştirilerde bulunananlar veya “kafası çok ama çok karışık” diyenler, size ne desek boş! Çünkü barış ideası bir slogan veya ezberlenmiş cümle kalıplarından değil; en zor koşullarda bile uğrunda tavır alınabilecek, vicdan, akıl ve yürekle harmanlanmış bir kültürden oluşmaktadır.
Akıncı bu topraklarda, tüm militarist yapılara rağmen, barış kültürünün ve söyleminin yaşayabileceğini gösterdi. Akıl tutulması yaşayan bir rejimin düşünce dünyasından değil, Kıbrıslı Türkler’in düşünce dünyasından yola çıkarak konuştu. Siyasetin, dışarıya bakarak değil, içerinin sesini dinleyerek yapılması gerektiğini gösterdi.
Aklın, vicdanın ve yüreğin yolunda yürümeye devam!
*Akıncı, geçmişte zaman zaman, özellikle de Cranst Monana’dan sonra barış dilinden uzaklaşarak, milliyetçi bir dile savrulmadı mı? Evet savruldu veya bilinçli olarak tercih etti. Fakat o süreç aynı zamanda en yoğun eleştirileri aldığı, hatta Saray’da dahi kendisine yönelik eylemler yapıldığı bir süreçti.