Seçim tartışmaları alevlendiğinden beridir birşey yazmayayım diyorum. Yazacağım herşey bir biçimde “Akıncı Propagandası” diye anlaşılacak. Oysa ki, benim derdim Akıncı değil. Öncelikle oy vermek ile yaşadığım içsel çelişki var. Bunu anlatıp, diğer taraftan da Akıncı’nın duruşuna dair, bence anlamsız olan “Türkiye ile ilişkileri bozuyor” iddiasındaki “federalist” seçmenin içine düştüğü derin çelişkiyi anlatmak derdi var.
Bu iki konuyu ele alırken, kendimi anlatmamı mümkün kılacak kelime dağarcığına sahip olduğumdan bile emin değilim. O yüzden okuduğunuz bu yazıyı irdelerken, olduğu gibi temsili demokrasi ile çelişki yaşayan bir seçmenin; milliyetçilik ile çelişki yaşamayan “federalistlere” bir mesajı olarak ele alın…
- Çelişki: Eksik Demokrasi…
Oy verme eylemini gerçekleştirdikten sonra ne yaparsak yapalım bunun sonuçları 5 yıl boyunca her birimizi etkileyecek. Biz Türkiye ile olan ilişkilere, Kıbrıs sorununa göre oy vereceğiz ama geçen 5 yılda, hesapta olmayan konular gündeme gelecek. Buralarda seçilen aday ile aynı fikirlere sahip miyiz bile bilemeyeceğiz. Ancak sandığa gitme eyleminde kime oy verirsek verelim, sonuçta kazananın belli yetkilerle donatılmasına onay vereceğiz.
Bunun kendi içinde sorunlu bir durum, daha iyisini düşünmek mümkün olsa da; uygulayacak aydınlanmanın mücadelesini vermedikten sonra bu noktada eylenecek davranışın yaratacağı olasılıkları görmezden gelme çelişkisini açık açık konuşmamız gerek.
İrademin 5 yıl boyunca yapılacak olası yanlışlara karşı sessizleştirilmiş olmasını, adaydan bağımsız olarak bahşedilmiş “seçme hakkımızın” yetkisizliği olarak düşünüyorum.
O yüzden de sorunum o seçim sandığının kendisi ile ilgilidir. Bu şahsi çelişkiden dolayı, oy verme eylemini gerçekleştirmek ile ilgili bir sorunum olduğu açıktır, bu sorun adaylardan dolayı değildir.
- Çelişki: Etnik Milliyetçilik
Bu çelişki Kıbrıslı Türkler diye hayalini kurduğumuz cemaatın, siyasi özne olma kabiliyetinin temelinde etnik milliyetçilik olduğu gerçeğidir.
Milliyetçi ideoloji yaşadığımız modern toplumun hastalığıdır. Bu hastalıkla mücadele edilmesi gerekmektedir. Ancak, bu hastalıkla kavga etmek için, önce bu hastalığı yaratan bir davranışın parçası olmanın verdiği çelişkidir.
Bu yüzden kim ve ne seçiliyor olursa olsun, etnik siyasetin devamlılığı üzerine kurulan seçimlere oy veriyor olmak başta bir çelişkidir ve bu çelişkinin ağırlığı, adayın niteliklerinin ne kadar değerli olduğundan çok daha büyüktür.
İşin kötüsü ise, adaylar gerçekleştirdikleri eylemin çelişkilerini görmüyor. Görebilenler ise bunu yüksek sesle konuşmanın “marjinal” bir politik eylem olacağına ikna gibi görünüyor…
Bu durumda, çıkıp bu seçimlere dair bir şeyler konuşmak oldukça zor geliyor. Ancak, milliyetçiliğin farklı yüzlerini bu seçimde gördükçe insanın, daha az milliyetçi pozisyona dönüp de bir bakası geliyor.
Sonuçta, en başından beri anlattığım çelişkinin toplumun genelinde yaygın olmadığının farkındayım.
Bir arada yaşayan Kıbrıslı Türk ahalisinin, dönem dönem seçme ritüelleri gerçekleştirerek, kısa dönemli kavgaları yaşaması grup kimliğinin bir parçası olduğunu kabul ediyorum.
Grup kimliğinin ritüeli içinde yer alan bu seçim meselesinde oy verenler, karmacılar, boykotçular, fanatikler, oy satanlar gibi gruplar var.
Bu ritüelin farklı unsurları, hala daha Kıbrıs’ın kuzeyinde sakin insanların grup kimliklerinin bütünüdür. Bu grup kimliklerinin bazısı etnik milliyetçiliğin içine batırılmış, bir diğer kısmı ise bunlardan olabildiğince uzakta durmaya çalışmaktadır.
Kendi kimliğimi ise milliyetçilik ötesinde düşünmeye ve davranmaya çalışan bir insan olarak kurguladığımdan, bu kolektif kuzeyli kimliği içinde etnik milliyetçiliği daha az benimseyenlerle ortaklaşmanın, hiçbir şey yapmayan bir apolitik eylemden daha etkin olduğuna inanmaktayım.
Etnik Milliyetçi Olmayan Siyaset
Bu yüzden bir çoğumuzun da, siyasi taraftarlıkları dışında “beytambal galsın” diyerek buradaki yaratılmış yaşam biçiminden mutsuz olduğunu da gözlemliyorum.
Bu yüzden yarım yamalak çalışan demokratik geleneğimizin de temsili seçimleri ile gerçek durumu arasındaki asimetrinin sadece bize özgü değil, daha evrensel bir sorunsal olduğunun bilincinde hareket etmeye çalışıyorum.
Bir başka deyişle, grup kimliğinin içindeki, huzursuz seçmen halini oynuyorum.
Akıncı İlişkileri Bozuyor: Bir Çözüm mü yoksa İçselleştirilmiş bir Problem mi?
Bir süredir bir söylem ile karşı karşıyayız. Akıncı Türkiye ile ilişkileri bozuyor şeklinde. Bu iddianın temeline baktığımızda, bize milli kimlik anlamındaki yakınlığı ve sosyal ilişkilerimiz bir tarafa, ilişkilerimizin iyi olma zorunluluğu olup olmadığını neden sorgulamıyoruz.
Daha açık olacaksam, Türkiye ile ilişkilerin kötüleşmesi, ekonomik anlamda bir cevaba sahip olsa da, kendine özgü bir siyasi kimlik olduğunu iddia eden Kıbrıslı Türkler için neden sorun olsun?
Türkiye parayı kesecek diye mi bütün korku?
Türkiye parayı keseli uzun zaman oldu.
Dörtlü Koalisyon zamanında o para kesilmişti, UBP ile HP koalisyonu kurulduğunda o para gelmemişti. O yüzden eğer ilişkiler bozuluyor diye bir iddiayı sırf ekonomik bir yere endekleyenler boş yere nefeslerini tüketmesinler.
Meselenin sebebi Akıncı ise, bu söylediğinizle aslında Türkiye’nin kktc hükümetini ciddiye almadığını iddia ediyorsunuz. Böyle “yakın” ilişkileri olan iki yapı arasındaki kötü ilişkinin tek sorumlusunun olmadığını söylüyorsunuz. Yani aslında, Türkiye’nin Kıbrıs’la ilişkileri bozulmuştur, Kıbrıslı Türklerin bu ilişkileri bozduğu falan yok. Daha doğrudan söylersem, Kıbrıslı Türklerin zaten ilişkileri değiştirecek yeterli etkisi de yoktur.
İlişkiler ne zaman dönüşmüştü?
Türkiye, askeri müdahale yapıp; Akıncı etnik milliyetçilik yapmak yerine “akan su değil kandır” dediği gün değişti. Afrika Gazetesi’ne saldırı oldu, meclis damında bayrak sallandı, faşizme karşı omuz omuza diyen figüre, faşist vekil tarafından tepki gösterildi. Kalabalığa laf anlatmak isteyen Mustafa Akıncı’nın üzerine yüründü ve yuhalandı.
İşte, etnik milliyetçi olmayan “biz” ile etnik milliyetçilere göz kırpan, kucak açan, sarılıp öpen siz arasındaki temel ikilem bu noktada çıktı.
Bu siyasetin bölücü olduğunu söyleyenler, hikayenin başladığı noktaya bakarsa; yani Akıncı’nın bir noktada, etnik milliyetçi bir çizgiyi takip etmeme kararı almasının bir mihenk taşı olduğunu görürse, o zaman bunun Kıbrıs’ta sakin nüfusun etnik bir politik çizgi izlemek yerine, bağımsız ve özgür bir politika izleme niyetini temsil ettiğini de görebilirsiniz.
Bu “bağımsız ve özgür” politik çerçevede, milliyetçilik batağına düşmeden politika yapmak elbette kolay değildir. Özellikle, “federalist” çevrenin bunu “tehlike” olarak görmesi ise oldukça akıl karıştırıcı bir durumdur.
Bir tarafta Kıbrıslı toplumları bir araya gelerek, ortak bir gelecek kuracağımız federal Kıbrıs’ı temel hedef olarak belirleyip, diğer taraftan, milli akrabalarının çıkarlarına göre politika yapacağınızı söylerseniz ve aynı politik çizgiyi Kıbrıslı Rumların da yapacağını var sayarsanız çalışabilir bir federal devlet kurabilmeniz mümkün olmayacaktır.
Çatışan Türk ve Yunan milliyetçiliklerinin, kötü bir kopyası olarak ortaklığı sürdürmek mümkün olmayacaktır. Oysa ki, Kıbrıslıların kendi öncelikleri sadece bugün değil gelecekte de Türkiye ve Yunanistan ile farklılaşabilir. Bu farklılığın olması bir gerekliliktir. Ancak o zaman bizlerin ayrı bir siyasi unsur olduğumuz, siyasi bir iradeyi temsil ettiğimiz ve temelde azınlık değil oluşturucu unsur olduğumumuz iddiası güçlü olabilir.
Diyeceğim, konuyu kimlik açısından ele alıyorsanız, aslında olanlar Kıbrıslı Türklerin ilişkilerini bozmuyor, kendi özgün kimliği ile barışmasını sağlıyor. Yıllardır devam eden anlatılar, propagadanda, asimilasyon faaliyetlerinin sonucunda; aslında ada insanının kendinin ayrı bir siyasi kaderi belirleyebilecek bir özne olduğu bilincini kaybetmişti, şimdi yeniden onu kavramaya başlıyor.
Türkiye ile Kıbrıslı Türklerin yolları her zaman birlikte olmak zorunda değildir. 1954 yılında Türkiye, Kıbrıs sorunu bizim meselemiz değildir demişti. Çünkü gerçekten, Türkiye ile Kıbrıs’ın yolları her zaman beraber olmamıştır.
Kıbrıslı Türk toplumu eğer yaşadığı coğrafyanın tümünde iradesini görmek istiyorsa zaten Kıbrıslı Türkler ile Türkiye arasındaki ilişkilerde mesafeli olmalı. Türkiye, Kıbrıs’ın içinde istediği gibi at koşturmamalı. Türkiye Cumhuriyeti, farklı bir kimliğe sahip olan ve kendini ayrı bir siyasi topluluk olarak ilan eden Kıbrıslı Türklerin önünde bir engel olmamalı. Geriye kalan 190 ülkelenin olacağı kadar, yakın bir ilişkiye sahip olmalı. Kardeş ülkemiz olabilir. Ancak bizim Kıbrıslı Rumlarla kurmayı hedeflediğimiz federal Kıbrıs devleti hayalimiz varsa, tek kardeşimiz olmak zorunda değil. Aynı anda Kıbrıslı Rumlar, Yunanlılar, Türkiyeliler, Maronitler, Ermeniler ve Latinler kardeşlerimiz olabilir.
Bu açıdan da ben Akıncı’nın siyasetinin bölücü değil birleştirici olduğunu düşünüyorum. Tutumunun Kıbrıslı Türklerin Kıbrıs adasının geleceğini belirleyecek potansiyeli ortaya çıkardığı ihtimalini dışlamamak gerektiğini düşünüyorum. Ne sol ne de sağ sinizm ile ortaya çıkan sosyal koşulları görmezden gelmemek gerektiğine inanıyorum.
Bunlar olurken, Akıncı çok mu şanslıydı yoksa bilinçli ve stratejik bir aklın sonucu mu bilemiyorum. Ancak, etnik milliyetçi olmayan bir siyaset izlediğini ve bu yüzden de Kıbrıslı türk toplumunun, siyasi iradesini milliyetçiliğin ötesine geçerek temsil edebileceğine inanıyorum.
Tüm bunların çerçevesinde, tek federalist adayın Akıncı olmadığını ve Erhürman taraftarlarının seçim kazanmak uğruna hedef olarak seçtikleri söylemlerin milliyetçilik eksenine kaydığını gözlemliyorum. Bunu berbat bir gelişme olarak değerlendiriyorum.
Erhürman’ın destekçilerinin, etnik milliyetçilerin peşine takılıp “Akıncı Türkiye ile ilişkileri bozuyor” şeklinde ve yukarıda anlattığım gibi temelinde etnik Türk milliyetçiliğini içselleştiren bir propagandayı başvurduklarını görüyorum. İşte bunu anlamakta zorlanıyorum. Çünkü, bir geleneği temsil eden bir parti olan CTP’nin, milliyetçi siyasetten çektiği çoktur.
Adayının gittikçe fanatik milliyetçilerle uzlaşacak kadar kötüleşen yaklaşımlarına dair bir cevabı olması gerektiğine inanıyorum. CTP’lilerin de yıllarca cefasını çektikleri milliyetçi siyasete sarılmalarını anlamakta zorlanıyorum.