Unite Cyprus Now aktivisti Kemal Baykallı, Akıncı’nın çatışmacı dili üzerine kişisel sosyal medya hesabı üstünden açıklamalarda bulundu.
Son dönemlerde özellikle sosyal medya üzerinden Sayın Akıncı’nın “çatışmacı ve provakatif bir dil kullandığı” iddiası hepimizin bilinç altına yerleştirilmeye çalışılıyor.
Dahası kimse bu iddianın gerçekliğini sorgulamıyor. Sayın Akıncı’nın yanında olanlar, böylesi bir ortamda “bu çatışmacı dilin gerekli olduğu” tezini “omurga” söylemiyle kabullenirken; karşısında olanlar ise “bu çatışmacı dilin” yarardan çok zarar getirdiğini savunuyorlar.
En son söyleyeceğimizi ilk başta söyleyelim.
Sayın Akıncı’nın çatışmacı bir dil kullandığı doğru değildir.
Büyük harflerle tekrar edelim.
Sayın Akıncı’nın çatışmacı bir dil kullandığı DOĞRU DEĞİLDİR.
Bu iddia, siyasal bir kurgudur.
NASIL ÇATIŞILIR?
Çatışmacı bir dil başkalarının hassasiyetlerine özen göstermeyen, dili uzlaşı yerine uzlaşmazlık üzerine kullanan ve potansiyel olarak tepki yaratması beklenen bir dildir.
Bu tanımlamanın içine sıkıştırılmaya çalışılan Sayın Akıncı’nın aslında bunu popülist bir bilinçle yaptığı algısı da “çatışmacı dil kullanıyor, nedeni de oy kaygısı” yüzeyselliğiyle birlikte servis edilmektedir.
Akıncı’nın başta Türkiye olmak üzere “başkalarının hassiyetine özen göstermediğini” iddia edenler aslında…
…onun hiç konuşmamasını,
…konuşursa da birşey söylememesini,
…söylerse de anlatısını steril tutmasını,
…steril tutmazsa da en azından Türkiyeacaba kızar mı diye süzgeçten geçirmesini,
…ille Türkiye’yi kızdıracaksa da bunu sadece Kıbrıs bağlamında sınırlı tutmasını önermektedirler.
Bu yetmezmiş gibi kendisine yöneltilen eleştirileri “haklı ama zamanlaması kötü”, “haklı ama ne gerek vardı”, “haklı ama burası yeri değildi”, “haklı ama böylesi zor bir zamanda dayanışma göstermeliydi”ye kadar geniş bir yelpazede gökkuşağı renkleri gibi serpiştirmektedirler.
İkinci olarak, çatışma içermeyen bir dil ayni zamanda uzlaşıya açık bir dil olmalıdır söylemi doğrudur.
Lakin unutulmaması gereken şey, uzlaşabilmek için öncelikle herkesin kendi pozisyonunu net, sarih ve eğer uzlaşı gerektiren bir karşı taraf varsa, onların anlayabileceği şekilde netleştirilmesi gerektiğidir. Pozisyonlar uzlaşıya açık olmalıdır. Yöntemler de. Öncelikler de. Ama ilkeler değil. İlkelerden taviz vermek aslında tam da popülizmin gerçek tanımıdır.
Son olarak Sayın Akıncı’nın potansiyel olarak tepki yaratacak bir dil kullandığı iddiası kulağa doğru gibi gelen ama doğru olmayan bir önermedir.
Burdaki temel iddia “ayni şeyi tepki çekmeden de aktarabilirdi” iddiasıdır.
Oysa artık hepimizin de çok net farkında olduğumuz gibi asıl tepki çeken, ifadelerden ziyade, bunu Sayın Akıncı’nın söylemesidir. Sayın Akıncı ağzıyla kuş tutsa; çiçeklerle bezeli, yusyuvarlak, övgü dolu hamaset türküleri söylese bile, Türkiye’deki iktidarın ve yandaşlarının “bu adam bizden değildir” algısını kıramayacaktır. Bu algı da aslında son dönemlerdeki söylemlerinden değil, seçildiği ilk günden itibaren biriken bir algıdır. Bir birikim de Kıbrıslı Türklerin ayrı bir varlık olarak var oluşu, federal çözümü her pahasına savunması ve öz değerlerimize sahip çıkması için verilen oyların karşılığıdır.
SİYASET OLMASIN, ÜSLUP OLMASIN
Cumhurbaşkanı’nın “bir aktivist olmadığı; sorumluluk gerektiren bir makamda oturduğu” söylemi ise siyaseti güdükleştiren, işlevsizleştiren ve sanki siyaset resmi koltuklarda protokol kurallarına göre yürütülmesi gereken bir zamazingodur anlayışını güçlendirmektedir.
Siyaset kokusuz, renksiz, duygusuz bir şey değildir.
Dil de, anlatılar da referanslar üzerine şekillenir. Tarihsel bağlamdan kopuk olamaz. Geçmiş deneyimler, bilgiler, dağarcığımızda biriken olaylarla şekillenir. Steril bir dil yoktur. Steril bir sosyal bilim olmadığı gibi.
Sayın Akıncı kendiyle özdeşleşmiş siyasal bir dil kullanmaktadır. Bir üslubu vardır.
Bu dil evet zaman zaman duyguları ve evet zaman zaman siyasal farklılıkları da kapsamaktadır.
Bir siyasetçiden beklenen de budur. İnsan olmayan, kızmayan, zaman zaman hata bile yapmayan, hangi açıdan bakarsanız bakın Mona Lisa portresi gibi size bakan bir siyasetçi aslında siyaseti güdükleştiren bir figürden başkası değildir.
HATAY REFERANSI
The Guardian’da yayınlanan söyleşisi iki gün boyunca tepki çekmemişken, güya “Hatay” refransı nedeniyle Türkiye yetkililerinin lincine uğraması sonrasında“ya ne gerek vardı Hatay’ı referans” göstermesi diyenler dünyanın Kıbrıs ve Türkiye etrafında döndüğünü sananlardır.
Dünyanın en çok okunan ve en prestijli gazetelerinden birine röpörtaj vererken güdük bir siyasal tarih dili kullanmasını önerenler, aslında dünyada Keşmir yokmuş, Filistin yokmuş, dibimizdeki Suriye’de ya da Libya’da dış kaynaklı iç savaşlar yokmuş gibi, Ukrayna ve Rusya arasında bir Kırım gerçeği yokmuş, Karabağ yokmuş gibi konuşmasını isteyenlerdir. Daha geçen yüzyılda Hatay’ın Tükiye’ye katılımını duruşunu herkesin daha iyi anlayabilmesi için siyasi bir teşbih olarak kullanmasını da yine “ya ilhak da nereden çıktı, hadi gazeteci sordu yok öyle birşey diyeydi, hade felaket dedi, ne diye Hatay örneğini verdi”leri bir inci kolye gibi dizmektedir.
“Türkiye’nin gündeminde böyle birşey yoktur demeliydi” diyenler, “Akıncı (Garantiler konusunda) Türkiye adına konuşamaz” diyenlerle ayni kişilerdir.
Türkiye’deki iktidarın “Sayın Akıncı doğruyu söyledi, bizim ilhak gibi bir gündemimiz yoktur” demesini bekleyemeyenler, röpörtajı okumadan “ya Akıncı, ilhakı da nereden çıkardı şimdi?” diyebilmektedir.
Bu beynin, vicdanın ve siyasetin esaretidir.
Sözün özü, Sayın Akıncı’nın çatışmacı bir dil kullandığını söyleyenler, Türkiye’nin en az yarısının da teslim ettiği üzere, mevcut Türkiye iktidarının çatışmacı dilin “kitabını yazdığını” söylemekten imtina etmektedirler.
Seçmenlerinizin “oh be iyi dedi” demesi ille de popülizm değildir.
Bazen temsili demokrasinin ta kendisi de olabilir.