Erdoğan Maraş açıklamasında üzerine basarak, “buranın gerçek sahipleri bellidir”, “gerçek sahiplerine iade edilecektir” derken; Evkaf’tan değil Kıbrıslı Rum toplumundan bahsetti.
Bölgedeki mülklerin Taşınmaz Mal Komisyonu üzerinden iade edilebileceğini söylerken, “bunun bedeli ne ise ödenecek” açıklaması da tazminat bedelidir, bu bedeli kimin ödeyeceğini söylememiştir ama bugüne kadar Türkiye Cumhuriyeti tarafından ödenmiştir.
Açıklama sırasında, bölgenin kimin yönetiminde olacağı ifade edilmemiştir. Uluslararası kararlar bölgenin BM yönetimine iadesini ortaya koymakta aynı zamanda da yapılan değişikliğin geri döndürülmesi çağrısı yapılmaktadır. Ancak, Türkiye Cumhuriyeti’nin bu konuda kararlı olduğu ortaya konulmuştur. Bu durumda konuyla ilgili konferansın aciliyeti daha fazla önem yaratmakta, Birleşmiş Milletler’in “Barış Gücü” misyonunun etkinliğini tartışmaya açacak bir durum yaratmaktadır. Kıbrıs’ı bir sayfiye yeri olarak algılayan uluslararası diplomatik aktörlerin, yakın zamanda ciddi bir sınav vereceği açıktır. Uluslararası hukukun siyasi iktidar ile uluslararası teamüller arasında nasıl bir yörünge izleyeceği, buradaki oyunun nasıl döneceği herkes için belirsizlikler taşımaktadır.
Bu durumda, Türkiye Cumhuriyeti bölgede güç politikası ile zemin yaratmaya çalışacağı barizdir. Uzun dönemli bir stratejisi olduğu da açıktır. Kıbrıslıtürklerin iradesinin ise yaşadığı varoluşsal kriz meşruluk konusunda soru işaretlerinin artmasına neden olmaktadır. Bu yüzden de Kıbrıs adasının geleceğini belirleme hakkı konusunda Kıbrıslıtürk unsuruna dair meselenin bir taraftan Kıbrıslırumlarca görmezden gelinmesi, diğer taraftan Türkiye tarafından gasp edilmesi durumu derin bir çelişkidir ve bunu Kıbrıslıtürklerin öncelikleri penceresinden anlatabilmek son derece önemlidir.
Kıbrıs sorununa literatürde “donmuş sorun” adlandırılması yapılsa da, aslında bu sefer Türkiye tarafından buzluktan çıkarılarak öne sürüldüğü görülmektedir. Artık sorun masaya gelmek zorundadır ve görünen o ki, Türkiye iktidarının bunu bekletme ve öteleme gibi bir niyeti yoktur.
Bununla beraber, Maraş konusunda yapılan temasta “egemen eşitlik” gibi bir vurguya da yer verilmemiştir. Bu açıdan muğlak ifadelerin olduğu açıklamalarda kesin olan Maraş konusunun mülkiyet boyutuna hala daha “Loizides, Xenides Arestis ve Demopoulos” kararları çerçevesinde bakılmakta olduğu, AİHM içthiatından çok da uzaklaşma lüksünün olmadığı görülmektedir. Bu durumda Kıbrıs konusunda yakın dönemde yaşanacaklar sadece bölgesel dengeleri değil, AB’nin geleceği açısından da belirleyici etkilere sahip olabilir.
Şüphesiz ki Maraş üzerinde karamsar bir gün deneyimledik. Ayrıca, Kıbrıslıtürklerin iradesine dair acı bir örnek olarak deneyimlediğimiz tüm olayları alt alta koyduğumuzda, adadaki geleceği belirleyen öznelerin ellerindeki en az işe yarayacağını düşündüğü siyasi araçların tümünü etkin ve koordinasyon içinde kullanması bu noktadan sonra çok daha önemli olacak.