22 Ocak 2018 tarihi Kıbrıs tarihinde yaşananlar, yakın tarihteki en önemli dönüm noktalarından biri olarak hatırlanacak. İfadenin her türlüsüne karşı toleransı olmayan faşizan odakların Afrika gazetesini hedef aldığı eylemler, Erdoğan’ın Kıbrıs üzerindeki etkisini anlamak için dikkate değerdi.
Mesele sadece Erdoğan’ın çağrısı ile Afrika Gazetesine saldıran kalabalık ile de sınırlı değildi. Aynı zamanda, o gün milletvekili yemini edip, hükümet kurmaya girişen milletvekilleri açısından da Türkiye’ye karşı iradesizliklerin, gözlemlemek açısından da önemliydi.
Yemini sırasında faşizme karşı omuz omuza dediği için bir başka milletvekili tarafından saldırıya uğrayan Doğuş Derya’nın ardından yemin eden vekillerin, toplumun iradesini ve rahatsızlıklarını temsil edebilecek iradeye sahip olmadıklarını gözlemlemiştik.
Ardından, Sendikal Platform’un çağırdığı eylemde ise Türkiye korkusu o kadar derin bir biçimde görülüyordu ki, insanların hangi sloganı atıp atmayacağı konusunda bir baskı ortamı yaratılmıştı. Şemsiyeleri ile eylem yapıp ifadelerini ortaya koymalarına izin vermeyen bir kalabalık bir tarafta, eylemi organize edenlerin mikrofon savaşları ise başka taraftaydı.
Doğrusu, aşağılanan Kıbrıslı Türk toplumunun yakın tarihte deneyimlediği en kötü günleri görmüştük. Muhalefet yapmaktan korkan, iktidara karşı gelmekten çekinen seçilmişler ve çıplak bir yalnızlık yaşadığının farkına varan sıradan insanların çaresiz bir halde kalması kendi ülkelerine sahip çıkmalarının suç olarak görüldüğü bir iklim yaratmıştı.
Dörtlü koalisyon farklı politik unsurları bir araya getirmiş ama konuya dair konuşmamakta diretmişti. Bazılarının umut olarak gördüğü dörtlü koalisyon kurulduktan kısa bir süre sonra, saldırganları salıverilmişti.
Öyle ki, dönemin Başbakanı Tufan Erhürman’da, yardımcısı ve dışişleri bakanı Kudret Özersay’da bu olayda üç maymunu oynamıştı. Aynı şekilde, daha önce çözüm isteyenlerin dilinde sigara söndürme hayalleri kuran, 1996 yılında Derinya’daki eylemlerde Tasos İsak’ın katledilmesinde rolü olduğuna inanılan Erhan Arıklı’yı normalleştirerek, siyasetin merkezine gelmesine de bu iradesizlik damgasını vurmuştu. Benzeri bir şekilde, dönemin UBP milletvekili Ersin Tatar, Afrika gazetesine saldıranların başında gelen Ak-Hataylılar derneği başkanı Mehmet İpek ile birlikte fotoğraf çekinmekten rahatsız olmamıştı. Suçlular aklanmış, faşizm ana akım partilerin ortaklığında kurulan bir koalisyon tarafından aklanmıştı.
O gün toplumun acı çektiğini gördüğü halde ağzını açmayanlar bugün Kıbrıslı Türk liderliği için resmen aday olduklarını açıkladılar. Kolektif hafızamızla dalga geçer gibi…
Üstelik 22 Ocak’ın yıldönümüne bir gün kala, başka bir provokasyon olayını yaşadık.
Kıbrıslı Türk ve Kıbrıslı Rum oylarının ortaklığında Avrupa Parlementosu üyesi seçilen Niyazi Kızılyürek’in Komisyona yönelik soruları gündeme geldi. Kızılyürek sorularında Türkiye’nin adanın kuzeyinde uyguladığı kültürel, sosyal ve ekonomik kuşatma politikalarına karşı komisyonun ne yapacağını sorguladı.
Avrupa Birliği tarafından özne olarak görülen en küçük topluluk olan Kıbrıslı Türklerin, siyasi varlıklarının tehlikede olduğunu sorgulayan Kızılyürek’in soruları hepimizin aklında olan sorular. Hala daha nüfusumuzu tam olarak bilmediğimiz bir ada yarısında, kişi başına en çok asker düşecek biçimde yaşayarak var olmaya çalışıyoruz. Berbat bir kolonyal ilişki biçimi oluşturulmuş ses çıkaramıyoruz. İfade, marjinal bir eylem haline getirilmiş.
Bu gerçekliğe dair bir soru ilk kez de sorulmuyor. Kıbrısı kendine yurt bilen her insan bu sorulardan dolayı kaygı duyuyor. Kızılyürek konuyu komisyonunun gündemine taşıyınca, Demirören Haber Ajansı tarafından servis edilen bir haber Hürriyet Gazetesinde yer buldu. Özünde ötekileştirici bir dil kullanılarak, Türkiye’nin adadaki yanlışlarını gündeme getirmek “Rum olmakla” özdeşleştirildi. Eleştirenleri yok etmeye programlanmış provokatörler iş başındaydı. Daha önce benzeri provokasyonları Afrika Gazetesine yada Barbaros Şansal’a da düzenleyenler aynı anlayıştı. Yurtseverliği, kendinden olmayanı yok etmek olarak algılayanların banal milliyetçi tutumlarıdır bu anlayış. Demokrasi ve ifade özgürlüğünü içselleştirememiş olan karanlık odakların hizmetinde olan kalemlerin anlayışı yine gün yüzüne çıkmıştı.
3 Ocak 2017’de Barbaros Şansal’ı Atatürk Havalimanında linç edenler, 22 Ocak’ta Afrika Gazetesine saldıranlar ve 21 Ocak’ta Kızılyürek’i hedef gösterenler aynı damardan besleniyorlar.
Bu damardan beslenenler ve bu damarın kötülüklerine sessiz kalan siyasi elitler. Demokratikleşmenin önündeki en büyük engeller bu kişiler…
Suçlular ve işbirlikçiler…
Farklı şiddet türlerini barındıran bu eylemlere karşı, küçük hesapları değil kamu vicdanını koyabilmek bu ülkenin geleceğinde meşru olabilmenin önemli adımdır.
Ancak, büyük iddialar ortaya koyup yaşananları görmeyen, duymayan ve konuşmayan sözde aydın ve seçkinlerin rüyası kaybetmeye mahkumdur.
Bu yaşananlara sesiz kalmak Kıbrıslı Türk insanının rüyasının bir parçası değildir. Üst üste yaşadığımız kırılma noktalarına bakıyorum ve Arif Hasan Tahsin’in sözü akla geliyor: “Aynı yolu yürüyenler, farklı yere varamazlar.”
Biz, başka bir yol yürümeliyiz…