Kıbrıs müzakereleri başladığı günden beridir yarım asırı geçti. Sorun ise neredeyse asrı buluyor. Fakat Kıbrıs sorununun başlangıcı konusunda her iki taraf başlangıç noktasına farklı referanslar veriyor. Kıbrıs Rum tarafı sorunun Türk işgaliyle 20 Temmuz’da başladığını, Kıbrıs Türk tarafı ise 1963’e vurgu yaparak Kıbrıslı Türklerin Kıbrıs Cumhuriyetinden dışlandıkları tarihi referans olarak gösterme eğilimindedirler. İşte tam da bu noktada bu başlangıç tarihleri sorgulanırken, Kıbrıs Rum tarafının resmi politikanın ötesinde toplumsal bir inanışa dönüşen “20 Temmuz Türk işgaliyle başlayan sorun” vurgusunun üzerinde durmak gerekmektedir.
Askeri darbelere baktığımızda, bir ülkenin silahlı kuvvetlerinin zorla ve güç kullanarak iktidarı ele geçirdiğini ve askerlerden oluşan cunta yönetimleriyle o ülkenin yönetildiğini görüyoruz.
Darbelerin geçmiş yüzyılda fazlaca görüldüğü Latin Amerika’dan Uzak Doğu’ya, hatta Avrupa’dan Afrika’ya kadar uzanan birçok ülkede askeri darbelerle iktidarlar ele geçirilmiştir. Uzun yıllar o ülkelerde askeri rejimlerin yani cuntaların yarattıkları anayasal düzenin etkileri, devletlerin içlerinde kurdukları örgütlenmelerle kendileri iktidardan gittikten sonra da devam etmiştir.
Bu darbeler dış destekler görseler de darbelerde hep yapılan ülkelerin silahlı kuvvetleri kullanılmıştır. Darbeye destek veren ülkeler hiçbir zaman kendi silahlı kuvvetlerini darbeye direk bulaştırmamışlardır. Şili’de faşist Pinochet’in yaptığı darbeyi buna örnek olarak gösterebiliriz. ABD’nin organizasyonuyla ama Şili’li general ve silahlı kuvvetleriyle yapılan darbede demokratik yollarla iktidarı ele geçiren marksist Allende devrilmiş ve ülke yıllarca cunta tarafından yönetilmiştir.
Kıbrıs’ta Yunanistanlı subayların yaptığı darbe mi, istila mı?
Darbe denilen olguda darbeyi yapan o ülkenin silahlı kuvvetleridir! Kıbrıs’ta 15 Temmuz 1974’te yapılan “darbe” hariç… Darbe olmayan, aslında bir Yunanistan istilası olan bu olgu nasıl gerçekleşir?
Kıbrıs’ta 1974 yılındaki istilanın lideri Kıbrıslı faşist Nikos Sampson olarak görülse de yapılan askeri harekat yani istila adada yasa dışı bulunan Yunanistan’ın silahlı kuvvetleri tarafından yapılmıştır. Gerek Milli Muhafız ordusu içindeki Yunanistanlı subaylar, gerekse adada yasadışı konuşlandırılan Yunan silahlı kuvvetleri mevcut Cumhurbaşkanı Makarios’u silah zoru ile iktidardan devirip yerine kukla olarak Nikos Sampson’u getirmişler ve Yunanistan istilasını yani işgalini adına “darbe” diyerek örtmeye çalışmışlardır.
Kıbrıs Cumhurbaşkanı Makarios’un 2 Temmuz 1974’te Yunanistan’a yazdığı mektup…
Makarios, 1974 Temmuz’u yaklaştığında 1964 sonrası Kıbrıslı Rumların kurduğu Milli Muhafız Ordusu içindeki Yunanistanlı subayların hükümetin onayı dışında örgütlendiğinden ve “EOKA B” içinde yer alıp, katliam ve cinayetlere karıştığından bilgisine ulaşır. Bunun Kıbrıs Cumhuriyeti’ne yönelik büyük bir kötülük olduğunu düşünür. Makarios, Yunanistan Cumhurbaşkanı Fedon Gizikis’e adada gelişen olayları yaklaşık üç sayfalık bir mektup yazarak anlatmaya çalışır. **
“… Sayın Başkan, kötülüğün kökünün çok derin olduğunu ve Atina’ya kadar vardığını söylemekle üzüntü duyuyorum. Kıbrıs helenizmin acı meyvelerini bugün tatmakta olduğu kötülük ağacının gelişmesini sağlayan bakımı Atina’da yapılıyor. Daha da açık olmak için Yunanistan’daki askeri rejimin bazı üyelerinin “EOKA B” tedhiş örgütünü destekleyip yönettiklerini söylüyorum. Milli Muhafız Kuvvetlerinde görevli subayların da yasa dışı komplo ve başka kabul edilmez durumlara karışmaları böylece açıklanıyor.”
Makarios Kıbrıs Cumhuriyeti’nin varlığına yönelik bir hareketin geliştiğinin farkına varsa da toplumlararsı müzakerelerde bunu dillendirmez. Kıbrıslı Türklerle yapılacak anlaşmaya ramak kala, görüşme sürecini sonlandırılamaz ve sonuçta beklenen son gelir: 15 Temmuz’da Yunanistanlı subaylar Başkanlık Sarayını basar, canını zor kurtaran Makarios 19 Temmuz 1974’te New York’ta BM Güvenlik Konseyi’ne hitap eder. Kıbrıs’taki son durumla ilgili bilgi verir. BM raporlarına yansıyan konuşmasının 32. paragrafında, Kıbrıs’ta darbeden değil Yunan cuntasının bir istila gerçekleştirdiğinden bahseder ve şöyle devem eder.:
“Belirttiğim gibi Kıbrıstaki olaylar sadece Kıbrıslı Rumları ilgilendiren bir olay değildir. Ayni zamanda Kıbrıslı Türkleri de ilgilendiriyor. Yunan cuntasının yaptığı darbe bir istiladır ve bunun sonuçlarından bütün Kıbrıs halkı etkilenmektedir.”
Bu konuşma 20 Temmuz’un gelişini engellemek için artık çok geçtir. Resmi tarihe “Türkiye’nin adayı istilası” olarak geçen olgu Makarios’un konuşmasından saatler sonra gerçekleşir.
Adanın 5 gün arayla iki garantör ülke Yunanistan ve Türkiye’nin istilasına uğraması rastlantı mıydı?
1971’de Lizbon’daki NATO Konferansı yapılır. Yunanistan’daki cunta ve Türkiye hükümetleri Lizbon’da bir anlaşmaya varırlar. ABD Dış Politikası ve Kıbrıs Sorunu adlı kitabında Prof. Van Coufoudakis bu anlaşmayla ilgili şunları yazdı: “Orada (Lizbon), adanın bölünmesi yoluyla bağımsızlığın sona ermesi için Yunanistan-Türkiye anlaşması yapıldı… Gizli görüşmelerden sonra ABD Dışişleri Bakanlığı, Yunanistan ve Türkiye’nin geldiği çifte enosis çözümünü desteklemeyi kabul etti. ”*
Kıbrıslı Rum yazar George Koumoullis…
“15 Temmuz 1974’teki olayları inceleyerek “darbe” terimi, önceki makalelerde bahsettiğim gibi yanıltıcıdır. Cumhurbaşkanını yabancı bir ülke, bu durumda Yunanistan, değil de Kıbrıslılar devirirse darbe olacaktı. Kabul etmeyi istemesek de, aslında bunun bir istila olduğu konusunda şüphe yoktur. Yunan Cunta’sı Makarios’u devirmek için birlikler kurmasına gerek yoktu, çünkü zaten Milli Muhafız’ı yönetiyordu ve ayrıca burada ilahî işini tamamlamak için burada Yunan askerleri de – Eldyk birimi- vardı. Yunanistan’ın, askeri yönetim altında bile Kıbrıs Hellenizmine böyle geri dönüşü olmayan bir felakete yol açtığı acısının farkındayız.”*
Lizbon’da 1971 yılında yapılan NATO Konferansında, Türkiye-Yunanistan uzlaşısındaki hedefin neresindeyiz?
NATO Konferansında Kıbrıs Cumhuriyeti’nin anayasal düzenini ve toprak bütünlüğünü garanti eden iki garantör ülke Türkiye ve Yunanistan’ın, adanın bölünmesi ve çifte enosis üzerine uzlaştıkları konuşulup, yazıldı. Lizbon’dan bugüne geldiğimiz noktada adada tanınan ve tanınmayan iki devletin varlığı gerçekleşti. Federal bir çözüm için yapılan Mont Pelerin-Cenevre-Crans Montana üçgenindeki son zirve ve konferanslarda adadaki taraflar, Türkiye ve Yunanistandan bağımsız karar alamayacaklarını ispatladılar. Kıbrıs Türk ve Kıbrıs Rum tarafları Türkiye ve Yunanistan hükümetlerinin baskı ve belirleyiciği altında, adada bu koşullarda bağımsız bir devlet olmadığını ve olamayacağını gösterdiler. Adı konmasa da adadaki devletlerin az ya da çok, içte veya dışta ama geleceklerini belirleyen en önemli süreçlerde mutlaka Türkiye ve Yunanistan’ın gölgesi altında onların yönlendirmesiyle hareket edebildiklerini bugün için söylemek zor olmasa gerek. Ve tüm bunları söyleyip, son noktayı koymadan önce akla gelen soru şu: “İki anavatan istila ederken Kıbrıslılar nerede?”