Kıbrıs Türk Toplumu liderlik seçimi mi?
“KKTC Cumhurbaşkanlığı” seçimi mi?
Bu iki soruya çok dikkat edin. İkisi arasında dağlar kadar fark vardır.
Bu iki soru birbirlerine taban tabana zıttırlar.
Bu iki sorunun cevabı aslında 12 Eylül 1980’de yatıyor.
Herkes “KKTC”nin kurucusunu Rauf Raif Denktaş olarak bilir.
Asıl kurucunun eli kanlı Kenan Evren olduğunu ve bugünkü çözümsüzlüğün temellerinin o katil tarafından atıldığını bilmez. Denktaş’ın taksim hayallerinin de bugünkü duruma pay sağladığını inkar etmemek gerekir.
Nasıl bir çelişkidir ki, eli kanlı, katil Kenan Evren’in tüm icraatları, en sağcısından en solcusuna kadar, en dincisinden, en liberaline kadar lanetlenir.
Gelin görün ki bu katilin “KKTC”si hiç bir şekilde tartışılmaya bile açılmaz!
Bu da yetmezmiş gibi, “KKTC bizim kırmızı çizgimizdir” derler.
Bu kırmızı çizgiye dokunan her Kıbrıslı Türk “Hain, Rum piçi, nankör besleme” yaftası ile hiçselleştirilme, düşman gösterilme ahlaksızlığına maruz kalır.
Türkiye’nin en demokrat yazarı, politikacısı, siyasetçisi Kıbrıs Türkleri hakkında en ufak bir gerçekliği bilmeden zırvalamaları, beni orta yerimden çatlatıyor.
Kıbrıslı Türkleri anlamak için 1974’ten sonra onların başına gelenleri iyi okumak ve onları iyi dinlemek gerekir. 1974’ten sonra Türkiye’nin ilk işi oradaki üretim fabrikalarını parça parça sökerek Türkiye’ye taşımak oldu! Kıbrıs Türkü’nü üretimden koparmak ile başladı Kıbrıslı Türkün esareti. “Devletçikleştirme” operasyonundan sonra ise, neredeyse Kıbrıslı Türk toplumunun tamamını tarımdan da koparıp, memurlaştırma ile Kıbrıslı Türklere son gol atıldı.
Bitti mi, yok bitmedi.
Türkiye’nin fakir işçi kesimini, Kıbrıs’ın kuzeyine taşıyarak Kıbrıslı Türklerin demografik yapısını alt üst eti.
Şu anda Kıbrıslı Türklerin gerçek nüfusunu kimse bilmiyor.
Yukarıda belirttiğim gibi, Kıbrıs Türk Toplumu Liderlik seçimi mi?
“KKTC Cumhurbaşkanlığı” seçimi mi?
“KKTC Cumhurbaşkanlığı”seçimi olarak bakarsanız, taşıma nüfusun ağır bastığı, baskı ve tehditlerin uç noktaya ulaştığı, müdahalenin olabileceği şüphelerinin kaçınılmaz görüldüğü, statükonun devamı için, hem sağcı, hem solcu partilerin Ankara’ya göz kırptığı bir atmosfer görülmektedir.
Türkiye ile Yunanistan’ın ege’de sidik yarışına girdiklerini de göz ardı etmeyin.
Kıbrıs Türk Toplumu seçimi olarak bakarsanız, Kıbrıslı Türkler, artık Ankara’nın elini eteğini öpen, statükonun bekçisi olan bir lider istemiyor.
Kıbrıslı Türkler, savaş karşıtı, barıştan yana, iki eşit toplumun huzur içinde yaşayacağı ortak bir vatan istiyor. Bu kriterlere uyan sayın Akıncı’nın “derin devlet’ten ölüm tehditleri alması yabana atılacak bir durum değildir.
1974’ten bu yana, statükoya karşı gelen yazar, aydın ve siyasetçilerin “faili meçhul” cinayetlere kurban gittiği bilinmektedir.
Aşağıda okuyacağınız açıklama sayın Akıncı’ya aittir.
“Son zamanlarda ölüm tehditleri yine yoğunlaşmaya başladı. Dünyada bu kadar açık ölüm tehdidi yapılan başka bir Cumhurbaşkanı var mı bilmiyorum. Arkadaşlarımız ilgili yerlere gerekli bildirimleri bugün yaptılar. Bir işe yarar mı onu da bilmiyorum. Yurttaşlarımız dikkatli olmam için uyarı yapıyorlar. Nereye dikkat edeyim? Dıştan bir tehdidi göğüslemek mümkündür. Tehdit gerçekte dıştan olsa da artık ta içerinizden geliyorsa biraz zor. Ancak şunu açıklıkla belirtmek isterim. Ben her gün ölenlerden değilim. Vakti gelmişse bir defa ölürüm; ama toplumumun hak ettiği insanca, onurlu bir yaşama kavuşma mücadelesinden asla vazgeçmem.”
“Türkiye yandaş medyasının direktif alarak, hedef gösterdiği sayın Akıncı’nın can güvenliğinden garantörlerin sorumlu olacağını unutmayın.”
Kıbrıslı Türklerin iki seçeneği var, ya “SİZİ BESLEMELER” laflarını yemeye devam edeceksiniz, ya da zincirlerinizden kurtulacaksınız.
Size Yılmaz Güney’in sözü ile hoşçakalın derim.
“AÇ OLMAK ALÇAK OLMAKTAN İYİDİR.”