Crans Montana zirvesinin üzerinden bir yıldan fazla bir süre geçti. Bu bir yıl içerisinde BM Genel Sekreteri Kıbrıslı Türk ve Kıbrıslı Rum liderlerin ortaya konulan ancak sonuçlanamayan öneriler dahilinde yeni bir Kıbrıs’ı nasıl kuracaklarını düşünmesini istedi. Makul bir anlayış, liderlerin Gueterres’in sunduğu 6 maddelik çerçeve ile ilk kez karşılaştıklarında anlaşamamış olmasını kabul edebilir. Günün sonunda toplum liderlerin yıllardır dile getirilen ezberlerin dışında yeni birşey söyleyebilmesi için uygun politik iklimin hazırlandığından emin olmak isteyebilirler.
Ancak, zirve sonuçsuz sona erdiğinde Kıbrıslı Türk ve Kıbrıslı Rum liderler birbirilerine saldırmayı uygun gördüler. Uygun zeminde, doğru konuları tartışarak sağlıklı bir siyasi iklim yaratmadılar. Tüm bunlar ülkenin geleceğini belirleyecek koşulları zehirleyen hamleler oldu. Aynı zamanda güven yaratmakla ilgili adımlar atılamadı. Söz verilen küçük açılımlar bile yapılamadı. Derinya geçiş noktası gibi konular bitmek bilmeyen meseleye döndü.
Liderlerin öngöremediği nokta ise bir senede yitirilecek olan mesafenin büyüklüğüydü. Kıbrıs sorunu dünyadan bağımsız bir kurguya sahip değildir. Bölgesel gelişmeler, jeopolitik riskler ve fırsatlar Doğu Akdeniz’de yeni ilişkilere gebedir ve malesef bu ilişkilerden Kıbrıs sorununu muaf tutmak mümkün değildir.
Jane Holl Lute’un Kıbrıs ziyareti bu açıdan Kıbrıslı çözüm paradigmasının sonunu temsil etmektedir. Lute adaya gelip, Kıbrıslı liderlerle nabız yoklaması yapması sıradan bir turistik gezi olarak anlaşılmış olabilir. Ancak, bölgede Kıbrıslılardan daha güçlü olan aktörlerin, bölgenin kaderine yönelik belli başlı açılımları söz konusudur. Kaderini kendi başına belirleyemeyen Kıbrıslı Türk ve Kıbrıslı Rumlar bu noktadan sonra başkalarının çıkarları doğrultusunda kaderlerinin belirlenecek olması gerçeğine alışmak durumundadır.
Doğu akdeniz’de dengeler 2003 yılında Irak’ın işgalinden beri dönüşmektedir. Suriye savaşı, İŞİD ile mücadele gibi gelişmeler 1989’da sona erdiği “müjdelenen” soğuk savaşın farklı cephelerde, farklı işbirlikleri ile devam ettiğini göstermektedir. Muhtemelen 1989 ile bugün arasındaki en büyük fark Türkiye’nin artık batı-merkezli bir politikadan Rusya ile işbirliği yapan, NATO ile ilişkilerini sorgulatan bir alana getirmesi ile ilgilidir.
Erdoğan seçim kazanan karizmatik bir otoriter rejimi değil, artık güçlü bir ideolojik alanı temsil ediyor. Bu ideoloji ile Türkiye dış politikası orta boyutlu bir devlet davranışı değil, emperyal bir devlet davranışı sergileme arzusu taşıyor. Erdoğan, dünya beşten büyüktür diyerek BM Güvenlik Konseyi’nin beş daimi üyesinden kendi için yer açmaya çalışıyor. Rusya ve Çin ile birlikte BRICS-Plus’a dahil olarak batıya karşıt bir siyasi alana dahil oluyor. Erdoğanizm; batı merkezli bir uzlaşım politikası değil, kendini merkeze alan agresif bir politika ile Türkiye’deki devlet aklını tanımlamaya çalışıyor.
Türkiye, yeni ideolojinin ekonomik devamlılığını enerji kaynakları ile ilişkilendiriyor. Enerji kaynaklarında söz sahibi olmanın, Erdoğanizmin devamlılığını anlamına geldiğinin farkında hareket ediyor. Enerji konusunda Türkiye doğu akdenizde yeni rakipler istemezken, rakiplerden kurtulmak için güç ve şiddet kullanmaya hazır olduğunu da açıkça dile getiriyor.
Hal böyle ise, düne kadar Kıbrıslı çözüm diyerek Kıbrıslıların önceliklerini ve hassasiyetlerini uyumlaştırmasını beklediğimiz liderlerin artık çok daha karmaşık bir koşulda, uyumu ve barışı sağlaması gerekiyor.
Daha can alıcı bir biçimde söylenecek olursa, müzakerelerin başlaması olasılığı gerçekleştiği anda, Akıncı ve Anastasiadis’in akdenizde barışı kurması için önce Türkiye’nin enerji haritasındaki yerinin tesis edileceğini garanti etmesi gerekecek. Böylesi bir güvence zaten doğal olarak Türkiye’nin arzularının cevabı olacağından garantilerle ilgili jeostratejik kazanım arzusu yada toprak iadesinin can alıcı bir unsur olmayacağı aşikardır.
Esas soru işareti ise Türkiyeye yönelik oluşturulan bunca yıllık ezbere rağmen, böyle bir siyasi iradeyi gösterecek kadar cesur muyuz ?
Ve belki de daha önemlisi Federal bir Kıbrıs’ta birarada yaşamak isteyen toplumlar olarak federasyon için bedel ödemeye hazır mıyız ?