Türkiye’de gerçekleşecek kritik seçimlere yönelik Millet İttifakı’nın Kıbrıs ile ilgili açıklaması “Milli davamız olan Kıbrıs sorununa adil ve kalıcı bir çözüm bulunması amacıyla KKTC’nin ve Kıbrıslı Türklerin kazanılmış haklarını koruma ve iki toplumun egemen siyasi eşitliğini sağlama hedeflerini gözeteceğiz” şeklindedir.
Bu ifade federal çözümü destekleyen taraflar tarafından eksik, yetersiz ya da yanlış bulunduğunu gözlemliyorum. Elbette, Kıbrıs sorununda AKP’nin ilk dönemi ortaya konulan “Belçika Modeli” gibi bir yaklaşım ile federasyona yol yapılmadığından dolayı beklentiler bazı kesimler için yetersiz kalmış olabilir. Ancak, Millet ittifakının özünde milliyetçi – demokrat ve kemalist bir ideolojik çerçeveyi temsil ettiğini düşündüğümüzde; Cumhur İttifakı’nın seçim sürecinde Kıbrıs’a üzerinden milliyetçi bir kampanya yapma ihtimali ve 2017’de yaşanan ve Türk Hariciyesinin Kıbrısrum toplumunun çözümsüzlükte ısrarcı olduğuna dair genel anlayışını hesaba kattığımızda muhafazakar yaklaşımın koşullarını daha iyi anlayabiliriz.
Yine de, Millet ittifakının Dış politika çerçevesini ele almadan bu noktaya odaklanmanın yapıcı bir tartışma yaratmadığını düşünüyorum.
Eğer Millet İttifakı’nın Dış Politika kapsamındaki pozisyonuna bütünsel bakarsak aslında sürer durum dışı alternatifler üretildiğini görebiliriz.
Şimdi ortak politika dökümanındaki çerçeveye yeniden bakalım
1- Uluslararası hukuka saygılı ve evrensel değerlere dayalı bir dış politika izleyecek, başta komşularımız olmak üzere ülkelerin toprak bütünlüğüne ve egemenliğine karşılıklı saygı, iç işlerine karışmama, uyuşmazlıkların barışçı yollarla diplomasi ve diyalog ile çözülmesi ilkelerini bu politikanın esası yapacağız.
Kıbrıs adası Türkiye’nin komşusu ve komşu ülkelere dönük yaklaşım temel olarak Kıbrıs’taki çözümsüzlüğe hizmet edecek çerçeveye sahiptir.
Mevcut TC yönetimi komşuları ile sorunlar yaşamaktadır. Suriye, Irak ve Kıbrıs’ın toprak bütünlüğüne saygı duymamaktadır. Birçok coğrafyanın içişlerine müdahildir ve uyuşmazlıklarda şiddet yaratan söylemler (bir gece ansızın gelebiliriz) vardır.
2- Dış politikada iç siyasi hesaplara ve ideolojik yaklaşımlara dayalı uygulamalara son vereceğiz.
Buradaki ideolojik yaklaşım Avrasyacı/Turancı genişlemeci yaklaşımdır. Buna son verilmesi Rusya ile oluşan kendine özgü ilişkinin de yeniden tanımlanması anlamındadır.
3- Avrupa Birliği’ne tam üyelik hedefimizdir.
Uzun zamandır gündemde olmayan AB üyeliği hedef belirlenmiştir. AB üyeliği hedefi için Kıbrıs sorununda gerçekleştirilmesi gereken yaklaşım nettir.
4- Gümrük Birliği’nin modernizasyonu için Türkiye ile AB arasındaki anlaşmazlıkları gidereceğiz.
Gümrük birliği modernizasyonu için anlaşmazlıkların temelinde deniz yetki alanları konusu vardır. Bu konuda yine Kıbrıs engelinin aşılması için deniz yetki alanlarına odaklanan bir mutabakat sürecinin çerçevesi yine bellidir.
5- Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de yalnızlaştırılmasının önüne geçecek, deniz yetki alanlarının sınırlandırılmasında, hidrokarbon kaynaklarının hakça paylaşımında çoklu müzakere süreçleriyle sonuç alınmasına öncelik vereceğiz.
Buradaki konu yine Kıbrıs ve Yunanistan ile ilişkilere dayanmaktadır. Özellikle Kıbrıs konusunda “çoklu müzakere süreçleri” güdülmesi önemli bir açılım potansiyeli barındırır.
İşte bu çerçevede ortaya atılan müzakere pozisyonuna yeniden bakalım: “Milli davamız olan Kıbrıs sorununa adil ve kalıcı bir çözüm bulunması amacıyla KKTC’nin ve Kıbrıslı Türklerin kazanılmış haklarını koruma ve iki toplumun egemen siyasi eşitliğini sağlama hedeflerini gözeteceğiz”
Buradaki ifadeye parça parça bakalım:
1- milli dava referansı: Türkiye’nin 1960 antlaşmalarına dayanan ulusal haklarıdır. Bu hakların Türkiyenin tanımadığı Garanti ve İttifak anlaşmaları ile kesinleştirilmiş olduğunu düşündüğümüzde Türkiyenin problemin tarafı olduğunu kimse dışlamamaktadır.
2- KKTC’nin kazanılmış hakları – kktcnin bugüne kadar kazandığı uluslararası anlamdaki tek hak geçtiğimiz aylarda TURKSOY isimli örgütün gözlemci üyesi olmasıdır. Onun dışında uluslararası zeminde kktcnin kazanılmış hakları türkiye ile yapılmış olan antlaşmalara dayanır ve somut anlamda akla gelen iki konu 1) deniz yetki alanlarının Türkiyeye devrini içerir ki bununla ilgili olarak bir önceki (5.) maddede bu konuda esneklik sağlanacağı ifade edilmiştir. Bir diğeri de Su projesi dahilinde adaya sağlanan su ve onun işletilmesi ile ilgilidir. Bununla ilgili olarak da suyun nasıl yönetileceği konusu hala daha netleşmemiştir.
3- Kıbrıslı Türklerin kazanılmış haklarının temeli 1960 Cumhuriyetine dayanmaktadır. Burada Kıbrıslı Türk ve Kıbrıslı Rum toplumları siyasi eşitliklerini garanti altına alır ve Kıbrıs adasındaki egemenliklerini icra ederler. Bunun dışında AB sürecinde Kıbrıslı Türklerin mali yardım, yeşil hat tüzüğü çerçevesinde ticaret yapmak gibi hakları vardır ve yine Kıbrıs Cumhuriyetine dayanmaktadır. Kıbrıslı Türklerin, Kıbrıslı Rumlarla birlikte Kıbrıs devletinin oluşturucu öznesi oldukları Kıbrıs devletinden kaynaklanan haklarının korunması ve siyasi statüsünün toplum olarak onaylanması zaten BM, AB ve diğer uluslararası kurumlar tarafındanda kabul edilmektedir. Son olarak bir de Kıbrıs sorunun çözülmesi çerçevesinde kabul edilen belli yaklaşımlar vardır ki bunun geldiği en üst seviye Eroğlu – Anastasiadis 11 Şubat deklerasyonu ile başlayıp; Mustafa Akıncı ve Nicos Anastasiadis tarafından Crans Montana’da sağlanan Gueterres Çerçevesine gelene kadar belirlenmiş belli başlı noktaları kapsamaktadır. Bunlarla ilgili olarak da Kıbrıslı Türklerin kazanılmış haklarına saygı, Gueterres Çerçevesini içine almaktadır.
4- Buradan bakınca iki toplumun egemen siyasi eşitliğinin kabulu, ortak siyasi egemenliğe mi yoksa ayrı siyasi egemen unsurlar olarak kabul edildiğine dair bir kafa karışıklığı varmış gibi görülebilir. Ancak hatırlatmakta yarar var uluslararası hukuk bağlamında toplumların egemenliği yoktur; egemen olan halklardır. Millet İttifakı iki halk vurgusu değil, iki toplum vurgusu yapmıştır. 1960 Cumhuriyetinde de bugünkü müzakere süreçlerinde de iki toplumlu federasyon tezinin temelinde egemenlik iki toplumun ortak iradesinden kaynaklanmaktadır. (11 Şubat belgesinde pozisyon da budur) Bu açıdan burada iki toplumun egemenliğinin oluşturduğu Halkın egemenliğine referans verildiği sonucunu çıkarmak mümkündür. Bu iki toplumun siyasi eşitliğinin kabülü de zaten bin senelik müzakerelerde net bir pozisyondur. Sorunu adanın birleşmesine yönelik bir sürece dahil edecek genel ve özel amaçlarla oluşturulmuş, muhafazakar milliyetçi kitlelerin sert pozisyonları için müzakere alanı tanıyan bir pozisyondur.
Bu açıdan bakıldığında, burada söylenenlerin mevcut Türkiye Dış Politikasından farklılaştığını ve BM himayesinde sürdürülecek bir yöne olanak sağladığını söyleyebiliriz.
Sonuçta Kıbrıs’ta çözümün önündeki tüm engelleri aşmak mümkün olur mu bilinmez ama kağıt üzerinde millet ittifakının Kıbrıs politikası federasyon yanlısı olanlar için uygun bir çerçeve sağlamaktadır.
Dahası söz konusu metinde, kktc’nin tanınması veya statüsünün yükseltilmesine dönük tek bir referans verilmemiş olması, muhalefetin Türk Dış Politikasında Kıbrıs sorununa dair paradigma değişikliği arzusunu açıkça ortaya koymaktadır.