TİP (Türkiye İşçi Partisi) Genel Başkanı Erkan Baş böyle söylüyor:
–“Bana soruyorlar, “Sen devrim olacağına inanıyor musun?” diye. Türkiye’de 1923 yılında bir devrim oldu zaten! Saray’ı devirdik, padişahı kulağından tutup gönderdik, Cumhuriyeti kurduk.”–
1923 gerçekten de bir devrim mi, devrim neye denir?
Eğer her yeniliğe, işte efendim “modada devrim, mobilyada devrim, fiyatlarda devrim!” der gibi bir metafor olarak kullanırsanız mesele yok. Ama kavramın siyaset bilimindeki anlamıyla ciddi biçimde bunu söylüyorsanız hayır efendim, 1923 Cumhuriyet ilanı asla bir devrim değildir.
Devrim, sınıf iktidarının el değiştirmesidir; toplumsal sistemin değişmesidir. 1923’te hangi sınıf iktidarı değişti ya da feodalizmden kapitalizme mi geçildi?
Hiç biri!.. Hiç biri olmadı bunların.
Eğer, sırf Osmanlı hanedanının sürgün edilmesi ve Cumhuriyet ilan edilmesini söylüyorsanız bu bir devrim değildir.
1.Dünya savaşında yenik çıkan Almanya ve Avusturya-Macaristan imparatorluklarında da hanedanlar, yenilginin suçlusu olarak kapı dışarı edildi ve Cumhuriyet yönetimine geçildi. Ama hiç kimse bu nedenle Almanya ve Avusturya’da “DEVRİM” olduğunu söylemez.
Kemalistler de müttefiklerinin izinden giderek zaten güç ve itibarını çoktan kaybetmiş olan Osmanlı ailesine kapıyı gösterdiler. Saltanatı lağvettiler ama yerine TEK ADAM, TEK PARTİ DİKTATÖRLÜĞÜ kurdular.
Orduyu elinde tutan asker-ulema, devlet bürokrasisi zaten Osmanlı döneminde de çok güçlüydü. 1908 Anayasal monarşi ile de Hanedanın yetkileri budanmıştı. 1913 İttihat-Terakki bir cunta ile yönetime el koyduğundan itibaren de Saray’ın sadece manevi ve sembolik bir önemi kalmıştı.
Yenilik ve modernleşme çabaları Tanzimat Fermanı ile başlayıp 1908 Anayasal monarşisi ile devam eden uzunca bir sürece yayılır.
Haliyle İttihat-Terakki’nin doğal ve kesintisiz devamı olan Kemalist asker-sivil bürokrasinin Saltanat ve Hilafeti ayırarak, Saray yönetimine son vermesi işten bile olmadı. Burada hangi sınıflar iktidardan düştü, hangi sınıflar geldi. İktidar bloğu içinde zaten zayıflamış feodal bir ailenin denklemden çıkarılmasından ibarettir olan. Ki Cumhuriyet tarihi boyunca iktidar bloğu içinde birbirini tasfiye etmelere, harcamalara, gündemden çıkarmalara o kadar tanık olacağız ki hangi birine “DEVRİM” demeli?
27 Mayıs 1960’a mı, 12 Mart’a mı,12 Eylül’e mi, yoksa Saray’a özenen Tek Adam Rejimini sağlayan ve Cumhuriyet tarihinin gördüğü devlette en kapsamlı tasfiyeyi sağlayan 15 Temmuz 2016’ya mı?
Bir örnek daha var:
Yunanistan 1967 yılına kadar Meşruti krallıkla yönetiliyordu. 1967’de yönetime el koyan “ALBAYLAR CUNTASI”, Krallığı kaldırdı ve Cumhuriyet ilan etti. Acaba bu nedenle ona da “YUNANİSTAN’DA DEVRİM” oldu, demeli miyiz? Sonuçta Kralı kulağından tutup kapı dışarı ettiler ya, ne var ki kimsenin buna aldırdığı yok: onların siyasi tarihteki adı “FAŞİST CUNTA”dır, o kadar.
Peki 1923 Cumhuriyeti ile yeni bir devlet mi kuruldu? Hayır ordu aynı ordu idi; sivil bürokrasi aynı idi; kurumların hepsi Osmanlı’dan kalmaydı. Evet yine de köklü bir değişiklik oldu: toplumsal tabanı itibariyla 1900’lerin başına kadar çok uluslu özelliğini koruyan Oszmanlı İmparatorluğu’nun “Küçük Asya, Mezopotamya” toprakları üzerinde sürgün, soykırım ve etnik temizlikle TÜRKLÜĞE dayalı bir ULUS-DEVLET haline getirildi.
Böyle bakınca 1915 soykırımını planlayıp hayata geçiren; Ermeni, Rum, Pontus, Asuri-Süryanı halklarını vatansız bırakan İttihat-Terakki yönetimi; Enver ve Talat ikilisi, Mustafa Kemal’ın güvenle yürüyeceği yolun taşlarını döşemişlerdi. Onlara Türkiye Cumhuriyeti’nin gerçek KURUCU BABALARI gözüyle bakmamız daha doğru olur.
DEVRİM bu ise ne güzel DEVRİM!..
…ve Cumhuriyet “devrimci”lerinin ilk işi 1924 yılında Hakkari’deki Nasturileri yok etmek oldu!..
Hemen sonra, 1925 yılında anti-Kürt katliam ve sürgünlere başlandı. Aynı yıl Takrir-i Sükûn kanunu çıkarılıp “İstiklâl Mahkemeleri” salkım salkım adam asılıyordu…
Ve TİP Genel Başkanı, devamla diyor ki:
“Cumhuriyetin 2. yüzyılında hatalarımızı aşarak yeni bir cumhuriyeti var edebiliriz.”
Eğer hataları aşmaktan samimiyetle söz edilecekse önce bu devletin, bu Cumhuriyet’in temellerinin kanla, sürgünle, soykırımla, insanlık suçlarıyla atıldığını; onun asla övünülecek bir devrim olmadığını görmekle, kabul etmekle işe başlamalı.
Gömleğin düğmelerini yanlış iliklemeye başlarsanız ardı hep yanlış gider. Bir kere Önasya halklarının kırımına, sömürgeleştirme politikasına “DEVRİM” deyip sempati duyarsanız; şenlikle karşılarsanız, ardından kullanacağınız hiçbir kavram yerine oturmaz, karşılığını bulmaz…