Yunanistan’da Ocak 2015’de yapılan genel seçimlerde SYRIZA’dan milletvili seçilen ve Ağustos 2015’te SYRIZA’dan ayrılarak “Laiki Enotita”ya geçen Marksist, Ekonomi Profesörü Kostas Lapavitsas, Prometej.ba sitesinden Darko Vujica’nın sorularını yanıtladı.
Çeviri: Boşnakça-İngilizce | Lefteast
İngilizce-Türkçe | Kontro Salvo
D.V: Bildik neoliberal söylem Yunan krizini tembel Yunanların aşırı harcamasının sonucu olarak açıklıyor ve bu da kemer sıkma önlemlerinin dayatılmasının bir bahanesi olmaya yarıyor. Aslında ne olduğunu daha detaylı açıklayabilir misiniz?
C.L: Krizin Yunanların tembelliği veya doğalarındaki savurganlık yüzünden olduğunu iddia eden bakışın içi boş. Kriz genel olarak bir Avrobölgesi kriziydi ve Yunanistan da bunun en kötü yaşandığı yerdi. Bana göre kriz, Yunanistan’ın Avrobölgesinde başarılı bir şekilde yer alamaması ve bunu da Alman iç politikası yüzünden yapamamasından kaynaklandı. Avrobölgesinin esas sorunu Yunanistan, İspanya ve Portekiz değil, Almanya ve onun iç politikasıdır. Elbette Yunanistan’ın, toplumsal sorunların yanı sıra çok sayıda ekonomik sorunu da vardı ama krizin nedeni mali yönetim veya tembellik değil. Esas olarak Almanya’da ücretleri düşük tutan ve nihayetinde Yunanistan’ın rekabetçiliğini kaybetmesine neden olan iç politikasıydı. Böylece Yunanistan’ın büyük bir ödemeler dengesi açığı oluştu ve bu da 2010’daki devasa krize yol açtı. Bu, temelde, Yunanistan’ın en kötü örneği olduğu bir Avrobölgesi sorunu. Yunanistan’a uygulanan kurtarma paketi ve kemer sıkma önlemleri ve neoliberal yeniden yapılandırma işleri daha da kötüye götürdü ve Yunanistan’ı herhangi bir somut büyüme beklentisi olmayan bir ülke olarak kati bir şekilde merkezin dışına sabitledi.
D.V: Avrupa’nın sorununun, Yunanistan, Portekiz, İspanya ve diğerlerinin değil de Almanya olduğunu iddia ediyorsunuz. Neden?
C.L: Parasal bir birlikte, birliğin devamını sağlamak için her devletin takip etmesi gereken bazı kurallar ve eylemler olmalıdır. Almanya düzenli olarak bu kurallara, özellikle de ücret düzenlemelerine bağlı enflasyonla ilgili kurallara uymadı. Almanya enflasyonunu çok düşük tuttu, işçilerine çok az ödedi ve düzenli bir şekilde Avrupa Merkez Bankası’nın hedeflediği enflasyonun altında kaldı. Kural kuraldır. Hedefin üstündeyken kötü ama hedefin altındayken iyi olunamaz. Hedefin altında kalmak da kurallara uymamaktır ve Almanya kurallara düzenli bir şekilde uymuyor. Sonuçta Almanya’nın büyük bir ticaret fazlası ortaya çıktı ve bu şekilde rekabetçiliğini devam ettiriyor. Almanya’nın şu andaki cari fazlası GSYİH’sinin %8’i kadar. Tekrar edeyim, bu, kurallara uymamaktır ve bir cezası da yok. Yani Avrobölgesinin yaşadığı sorun Almanya ve iç politikası yüzündendir. Alman sanayisi rekabetçi olmayı başardı, dünyaya ihracat yapıyor ve Avrupa’ya egemen. Almanya, Avrobölgesini iç ekonomisi haline dönüştürdü ve Avrupa’daki siyasi ve diğer gelişmeleri de kontrol ediyor. Sorunun kaynağı ve şu anda Avrupa’nın gerçekliği bu şekilde.
D.V: Sizce AB, küçük ülkelerin aleyhine büyük ülkelerin çıkarlarını savunmayı amaçlayan bir topluluk ve küçük ve çevredeki ülkelerin egemenliklerini geri alması Avrupa Solunun stratejisinin önemli bir parçası. Bu iddianızı açar mısınız?
C.L: Bence muhteşem bir dayanışma ve Avrupalı ulusların ortaklığı gibi ideolojik tariflerden çok, gerçekte Avrupa’da ve AB’de neyin ortaya çıktığını anlamak çok önemli. Bütün bu yakınlaşma, ortak refah ve demokratik karar alma mekanizmaları gibi fikirler açıkça gerçeklikle çelişiyor. AB’de ortaya çıkan şey bir merkez ve çevre yapısı; yakınlaşma, türdeşleşme, birlik değil, merkez ve çevre. Kapitalizm, Avrupa’da bir kere daha merkez ve çevre yarattı. Üstelik birden fazla çevre var. Akdeniz ülkelerinin (İspanya, Yunanistan, Portekiz) oluşturduğu bir çevre var, Almanya’ya çok yakın olan ve Alman üretim makinesinin yan kuruluşları olan çevre (Çek Cumhuriyeti, Slovenya, Slovakya vd.) var, bir de Avrobölgesinde dışında, Almanya’ya doğrudan bağlı olmayan, AB’nin artıkları olan uzak çevre ülkeleri (Bulgaristan, Romanya, Hırvatistan vd.) var. AB’de, Almanya’nın hâkimiyetinde bu durum ortaya çıktı. Ve Almanya, bir kapitalist sanayi bloku olarak çok büyük miktarda ihracat yapıyor ve böylece ülkenin en büyük borç verici olmasını sağlayan koşulları yaratıyor. Bu, ücretlerin dondurulması, bastırılması yoluyla Alman işçileri ve emekçileri üzerinden sağlandı. Bu durumda Avrupa Solu ortak amaç, tek bir Avrupa gibi efsaneleri bir kenara bırakarak gerçekleri görmeli ve yapılması gerekenler için somut önerilerde bulunmalı. Bana göre bu öneriler egemenliğin –ilk etapta halk egemenliğinin ve aynı zamanda (elbette aşırı sağın istediği gibi değil) ulusal egemenliğin- geri alınmasını içeriyor. Egemenliği yeniden ele geçirmeli ve onu Avrupa’da enternasyonalizmin temeli yapmalıyız. Ama düzgün bir işçi enternasyonalizmin, büyük şirketler ve büyük sermaye enternasyonalizminin değil.
D.V: Çok sayıda insan Yunanistan’ın durumunu Arjantin’in 1998-2002 arasındaki durumuyla kıyaslıyor. Bazıları Yunanistan da Arjantin gibi iflasını ilan etmeliydi diyor. Bu konuyla ilgili ne düşünüyorsunuz?
C.L: Benzerlikler ve farklılıklar var. Benzerlikler; ödemeler dengesi sorunu, rekabetçiliğin yetersizliği ve ülkeye uygulanan kemer sıkma programı konularında. Farklılık ise Arjantin’in belirli bir kurdan dolara sabitlenmiş olan kendi para birimine sahip olması, buna karşılık Yunanistan’ın katı bir parasal birliğe bağlı olması konusunda. Açık büyüdüğü ve kemer sıkma programı uygulandığı için sabit kuru korumak güçleşmeye başladığı zaman Yunanistan’la farkın önemi ortaya çıktı. Kemer sıkmanın baskısı giderek arttıkça Arjantin halkı parasını bankalardan çekmeye başladı ve bu da Arjantin Merkez Bankası, Arjantinli bankalara likidite sağlamaya devam edemediği için bir mali krize yol açtı. Bir noktadan sonra bankalar kapılarını kapattılar ve kriz patlak verdi. Arjantin borçlarını ödemeyi durdurmak zorunda kaldı ve nihayetinde sabit kuru kaldırdı.
Yunanistan’ın durumu böyle değildi çünkü durum kötüleşmeye devam ederken Avrupa Merkez Bankası, Yunan bankalarına likidite sağlamaya devam etti ve bankalar kapanmak zorunda kalmadı. İnsanlar paralarını bankalardan çekti ama bankalar da Avrupa Merkez Bankası’ndan fon almaya devam ettikleri için ayakta kaldılar. Bu mekanizma Yunan ekonomisinin yola devam etmesine imkân verdi ve böylece Arjantin gibi iflas etmedik. Ama aynı zamanda Arjantin gibi iflas etmeyi engelleyen bu mekanizma krizi uzattı. Bu, Yunanistan’a hastalığı tedavi etmeyen ama yaşamaya ve sorunun daha da devam etmesine imkân veren bir ilacı vermek gibiydi.
Avrobölgesinde olmak ve Avrupa Merkez Bankasına dayanmak büyük farkın nedeni. Ama sonuçlarını görebilirsiniz. Arjantin iflas etti, krizi atlattı ve güçlü bir şekilde toparlandı. Sonrasındaki 10 yılda Arjantin tarihindeki en hızlı büyüme oranları geldi. Tüm kayıplarını giderdi ve ekonomi büyüdü. Elbette Arjantin cennete dönmedi, hâlâ çok eşitsiz bir toplum ama yine de toparlandı. Yunanistan hiç iflas etmedi, hiç doğruları yapmadı, hiç farklı bir yol seçmedi. Düşüşe devam etti. Arjantin’deki durum Yunanistan’da tekrar edilemez mi? Bilmiyorum. Yunanistan ekonomisi durmaya ederse belki gelecekte olur. Göreceğiz.
D.V: Uluslararası işbirliği stratejileri için ne dersiniz? Çevredeki direniş nasıl örgütlenmeli?
C.L: Direnişten daha fazlasına ihtiyacımız var. Direniş; doksanlar ve iki binlerde neoliberalizme, uluslararası kapitalizme ve diğerlerine karşı yaptığımız konuşmalardan ibaretti. Direniş yetmez. Solu bir şeyleri sadece savunmaya çalışan, içedönük bir güç olarak gösteriyor.
Yapıcı önerilere ihtiyacımız var. Etkin olmamız, yaratıcı olmamız ve insanlara gelecek için umut vermemiz gerekiyor. Avrupa Solu olarak ortak stratejiler bulmamız gerekiyor ama bu stratejiler çevre ve merkezde farklı şekillerde uygulanmalı.
Çevrenin kalkınma, büyüme, istihdam ve gelir artışı için stratejilere ihtiyacı var. Uzun süredir durgunluk yaşayan ve gençlerin ülkeden göç ettiği Hırvatistan gibi bir yeri ele alalım. Sırbistan gibi daha da beter bir süredir durgunluk yaşayan ve yine gençlerin göç ettiği bir yeri ele alalım. İş imkanları yaratmak, ekonomiyi büyütmek ve geliri arttırmak için politikalara ihtiyacımız var. Bu da kamu yatırımları yapmak ve ekonominin üretim lehine yeniden yapılandırmak anlamına geliyor. Eğitim ve eğitimin ekonomiyle bağlantısı yeniden düşünme, kamu sektörünün öncülük edeceği ve özel sektörün kamu sektörüyle yeni bir denge bulduğu, daha fazla eşitlik, daha fazla üretimle yeniden dengeleyecek derin bir program anlamına geliyor. Bunları önermemiz gerekiyor ve AB içinde bir çatışma yaşanmadan bunların hiçbiri mümkün değil, özellikle de parasal birlik içindeyken.
Bu yaklaşımın Avrupa’daki uluslararası işlemler için anlamı, en azından bankacılığı, sermaye ve döviz akışını kontrol etmemiz gerektiğidir. Kısaca çevre ve merkez arasındaki ekonomik ilişkileri piyasaya ters düşecek şekilde düzenlememiz gerekiyor. Ekonomik egemenliği ülkeler arasında serbest döviz akışı, sermayenin akışı ve dizginsiz ticaret devam etsin diye yeniden ele geçirmek istemiyoruz. Bu işçi enternasyonalizmi değil. Biz bu lişkileri çalışanların çıkarına kontrol edecek işçi enternasyonalizmini istiyoruz.
D.V: Yanis Varoufakis ve onun Avrupa Birliği’ni yeniden düzenleme ve demokratikleşme fikrine inanmıyorsunuz değil mi?
C.L: Bunun çok kötü bir fikir olduğuna inanıyorum ve Avrupa Soluna büyük zarar veriyor. Bu tam olarak SYRIZA’nın 2015’te denediği şey: “Yunanistan’da iktidara geliriz ve Avrupa’ya siyaseten müdahale ederek değişim için bir hareket yaratırız; Yunan halkının demokratik tercihi olduğumuz için Avrupa’yı değiştirebiliriz”. Bunun imkansız bir yol olduğu tartışmasız bir şekilde kanıtlandı. Avrobölgesi ve AB iktidarları değişmez, sağlam kurulmuş ve büyük sermayeyle iç içe geçmiş durumdalar. Bir yeniden düzenleme girişimini hoş görmeyecek ve AB’ye içeriden müdahale edip değiştirebileceğini düşünenleri yok edeceklerdir. Denenmiş ve başarısız olmuş bir strateji. Solun bundan ders çıkarması lazım. Bu kurulu güçlerle doğrudan AB ile çatışarak mücadele edecek ve farklı bir ekonomik politika önerecek bir stratejiye ihtiyacımız var.
D.V: 2012-2015 döneminde SYRIZA, Avrupa Solunun stratejisi için örnekti. O stratejiden hangi unsurlar alınıp günümüz politik gerçekliğine uygulanabilir? Hangi unsurlar değiştirilmeli ve yeni neler eklenmeli?
C.L: Hiçbir unsur alınmamalı. SYRIZA tamamen olumsuz bir deneyim. Solun SYRIZA’dan alabileceği tek şey nelerin yapılmaması gerektiğidir. Hepsinden öte, Sol bir daha Avrupa’yı içeriden değiştirebileceğini düşünmemeli çünkü bu yapılamaz. Avrupa’nın büyük güçlerini akıllı söylemlerle ikna edebileceğini düşünmek saçmalık. Avrupa kapitalizmi böyle işlemiyor. SYRIZA bize gösteriyor ki eğer gerçekten bir şeyleri değiştirmek istiyorsanız, iç politikayı tam olarak elinize almanız, halk egemenliğini sağlamanız ve ülke egemenliğini yeniden ele geçirmeniz, daha sonra da ülkede ve dünyada değişiklik için bu iktidar gücünü kullanmanız gerekiyor. Elbette Yunanistan, Hırvatistan ve Sırbistan, uluslararası arenada baskı altında tutulabilecek küçük ülkeler. Egemenlik unsurlarını kullanarak yapabileceklerinizin sınırı var. Yine de bu şekilde, Avrupa dayanışması üzerine muğlak terimlerle konuşmaktan ve bir şekilde AB güçlerini bir reforma ikna edecek ulusötesi bir hareketin oluşmasını ummaktan, daha fazlasını yapabilirsiniz. Yoksa diğeri mümkün değil, denendi, başarısız oldu. SYRIZA’dan alınacak ders bu.
http://www.criticatac.ro/lefteast/interview-with-costas-lapavitsas-strategies-for-the-renaissance-of-the-left-in-europe/