Derinya Plajı’nın sadece KKTC ve TC vatandaşlarına açılacağına dair fikirler ortaya konulduğu günden beri bunun ırkçı ve ayrımcı bir davranış olduğunu söylüyoruz. Geçtiğimiz günlerde Cenk Mutluyakalı “Derinya’ya gidelim mi” diye sorduğunda hemen üzerine atladım.
En sonunda Derinya’nın kıyısına uğramadan konuya dair fikir beyan etmek yerine biri meseleyi haritadaki bir nokta, bir tabela ismi olarak değil de insani bir konu olarak ele almayı düşünmüştü. Derinya ve Derinyalılarla konuşup kapının, plaj hareketinin ne anlama geldiğini konuşabilmek, yani konuyu ezber yerine insani bir konu olarak ele almak son derece etkili olacaktı.
Daha önce çalıştığım Renewal isimli projeden dolayı (evet sığ beyinli akılın emperyalizmin bir oyunu olarak algıladığı projelerden bahsediyorum!) Derinya ile haşır neşir olmuştum. “Emperyalist” oyun olan projenin bir ortağı da Komünist AKEL’in yönettiği Derinya Belediyesi’ydi. Zaten kırmızı köylerden biri olarak bilinen Derinya’da “komünist propagandanın bir parçası olarak dış kaynaklı bir proje yürüttük, hedefimiz de en kısa zamanda devrim yapmaktı” diyecek değilim. Projenin amacı Mağusa bölgesinin geneline sosyal ve ekonomik gelişim için destek sağlamaktı.
Ancak bundan bağımsız olarak deneyimim, Derinya’da geçiş noktasının yerini, insanların algılarını, beklentilerini öğrenme şansına eriştim. Öyle ki, Derinyalıların kendini Mağusa kentine yakın hissettiğini ancak o zaman anlayabildim.
Tellerin taşıdığı anlam diğer işaretlerden çok daha güçlüdür. Tel, mekan ve siyasete çok daha güçlü anlamlar yüklerken, yarısı esir kent Mağusa’da kuzeyden güneye bakmanın ruh halinin yarattığı duygu ile güneyden kuzeye doğru bakmanın yarattığı duygu farklıdır. O yüzden alışılmışın dışında olduğundan Derinya’dan Mağusa’ya bakmak iki farklı hüzün duygusunun çatıştığı karmaşık bir histir.
Derinya’da bu duyguyu her gün yaşamak zorunda kalan insanların barış ve bir arada yaşama arzusu ise tek başına motive edici bir unsurdur. Belki de sırf bu yüzden her federalist Derinya’yı ziyaret edip, kahvehanedeki insanlarla bir kez sohbet etmelidir. Başta Mustafa Akıncı ve Nikos Anastasiadis, onların ekipleri ve BM’nin bürokratları uğramalıdır kahveye, neden federasyon istediğimizi bir mühendislik projesinden çıkarıp da insani bir olgu olduğunu yeniden hatırlamak için bunu yapmalıdır.
Cenk’in muhtemelen ilk Derinya ziyaretiydi. Andros ile ilk kez tanıştılar. Aynı yaşlarda iki insanın, tanıştıktan kısa bir süre sonra memlekete dair kaygılarda ortaklaşmalarını gözlemlemekti benim işim, bir de gerektiğinde iletişimi kolaylaştırmak. Cenk zaten konuşmaların içeriğini yazdı, sanırım yazmadığı noktalar ise kendi şaşkınlığıydı.
Mesela, bir noktaya kadar geldikten sonra karşımıza dikenli tel çıktı. Yolu ayıran dikenli teli kaldırıp Andros’la 0 noktasına kadar yürüdük. Benim için de bu bir ilkti. Kamerasıyla Cenk çekinceli olarak fotoğraf çekme şansını sorduğunda, Andros “bir şey olmaz çek” derken kafamda “evinin efendisi olmak” deyişini hatırladım. Cenk’e ne hissettiğini sormadım ancak o da farkına varmıştır. Kuzeyde askeri bölgenin önünde fotoğraf çekmek yasakken, güneyde askeri bölgenin içinde kamera ile dolaşabildiğini.
Özgürlüğün ne demek olduğunu yaşamayan birinin evinin efendisi olduğunu iddia etmesi gariptir. Muhtemelen bir tür cahil cesaretidir. 20 Temmuz’da da “Barış ve Özgürlüğün” bayramını kutlarken, ne büyük yalan söylediğimizi hepimiz biliyoruz. Ancak, uygulamada “kendi evinin efendisi olma halini” ilk kez gözlemledim. Belediye başkanı, kendi yönetiminde olan alandaki dikenli teli kenara koyarak, 0 noktasına kadar yürürken, biz de da var mı bir babayiğit diye düşündüm. Herhangi bir dikenli teli kenara itip, burası benim alanım diyebilecek bir Belediye Başkanı, milletvekili, bir şey bakanı ya da cumhurbaşkanı….
BM’nin henüz bitirmediği 150 metrelik yolu gösterdi. Bu işi yapsınlar biz hazırız dedi Andros. Biz sustuk. 150 metrelik yolu BM yapsın biz hazır mıyız bilemedik. Plajda ırkçı uygulamanın boynumuzdaki ağırlığına bu sefer, kapının kuzey tarafının vaktinde hazır olup olmayacağı eklendi.
Derinya’yı Mağusa’ya bağlayan caddenin adı Mağusa Caddesi’dir. Mağusa’ya gidecek yol hazır, üstelik sadece asfalt, altyapı ya da bürokrasi anlamında değil. 40 yıl önce her şeyini kaybeden insanların bir arada yaşama arzusu ve mutlu bir gelecek isteği de hazır…