Yaşamın korunması ve gelişmesi için savaşımda katı davranmak gerekiyorsa, böyle bir davranıştan kaçınmamalıdır; insan gerçekliğe bağlı kalmak koşuluyla böyle davranırsa, kendi iyiliğinden bir şey yitirmiş olmaz. Bizim umudumuzu besleyen şey, kişiliği kabuk bağlamış ve kitle içinde uyum sağlamış bireyin karanlık ve tehlikeli tepilerine seslenerek sonsuz mutluluklara yol açan veba hastalarının, milyonlarca etkin ve dürüst insan arasında bir avuçtan daha az olmasıdır. Kitle ile uyum sağlamış bireyin içindeki veba tohumlarına karşı bir tek ilaç vardır: etkin yaşamı, bireyin doğrudan doğruya kendisinin kavraması. Yaşamın gücü hükmetmek değil, insan ilişkilerinde tam ve muteber rolünü oynamak ister. Yaşamın dayandığı üç temel vardır: sevi, çalışma ve bilgi.
Wilhelm Reich, Dinle Küçük Adam! (Doruk, Çev: Selma Koçak)
Savaş ifşa eder, maske düşürür ve bu nedenle kıyametin dört atlısından biridir.
Ukrayna’daki savaş, türümüzde ahlaki açıdan grotesk olan ne varsa açığa çıkarıyor (bir aydınlanma fırsatı daha) ve mercek ayarlandıkça, modern savaşın dehşeti ve bu yangına körükle koşanlar herkesin gözü önünde faş oluyor: Yaşam karşısındaki nefret ve korkumuzdan müteşekkil bu çok-başlı şiddete, siyasi yelpazenin farklı yerlerinden politikacılar, silah ve enerji tüccarları, gıda spekülatörleri, yaldızlı kiliselerin kutsal adamları, madalyalı subaylar, akademisyenler ve jeopolitiğin saray soytarılarından oluşan bir sirk eşlik ediyor… Bundan daha tiksindirici bir insan geçidi hayal etmek zor.
Ama yine de, dehşet verici bunca şeyin ortasında bile, ne kadar çok nezaket, cesaret ve dayanışma jesti söz konusu…
O zaman yargımız ne yana düşüyor? Netice olarak özünde kötü mü yoksa iyi miyiz? Bu sorular elbette yersiz, çünkü her ikisi de olabilecek kapasitedeyiz. Ancak müstehcen olanlar, ahlaki soyluluğa başvurarak dehşeti haklı çıkaracak olanlardır.
Ukrayna’daki savaş, tiranlık ve demokrasi arasında değil (tiranlığın genelleştirilmiş ve şimdiye kadar bilinmeyen çağdaş biçimlerinin ortasında bu tür kelimelerin ne anlamı kaldı ki), başkalarını kılıçla yönetecek olanlar ile kendilerini özgürlük ve eşitlik içinde yönetecek olanlar arasındadır. İkincisi, ulus devletler arasındaki bir çatışmaya indirgenemez (Ukrayna’nınki bugün daha adil olsa bile, hem Rusya hem de Ukrayna, kılıç taşımaktadır), ancak bir ulusun mücadelesinde (Ukrayna’nın bugünkü, Filistin’in yakın geçmişindeki vb.) ses veya ifade bulabilir. İkincisi, yaşayan bir potansiyel olarak, yaşamın serbest bırakılması olarak ulusal egemenliklerin ve ekonomilerin ötesine zorlar.
Uçurum – Ukrayna’nın Beyazlar-Arası Savaşı Sadece Bir Başlangıç: Kaosun Jeopolitiğine Hoş Geldiniz
Franco ‘Bifo’ Berardi
Franciscus, 2020 Paskalya gecesi boş meydandan Tanrı’ya hitap ediyor: “Şimdi senin yargı zamanın değil, bizim yargımızın zamanıdır: neyin önemli olduğunu ve neyin geçip gittiğini seçme zamanı, gerekli olanı olmayandan ayırma zamanıdır.”
Marco Politi, Francesco, la peste, la rinascita
İç düşman
Savaşın mantığı korkudur.
Savaşın göstergebiliminde, tüm korku haberleri, hatta sahte haberler bile etkilidir, çünkü nefret ve korku üretirler. ABD Felluce’ye fosfor bombası atarsa veya Ruslar Buhara’daki silahsız mahkumları öldürürse neden öfkelenelim? Savaş suçlarından mı bahsediyoruz? Ama savaş başlı başına bir suçtur, otomatik bir suç zinciridir.
Cevaplanması gereken soru şudur: Bu savaştan kim sorumlu? Kim istedi, kışkırttı, silahlandırdı ve saldı?
Putin’in önderlik ettiği Rus Nazi-Stalinizmi, buna şüphe yok. Ancak herkes bir başkasının bu savaşı şiddetle istediğini ve aktif olarak körüklediğini görebilir.
Eğer Avrupa Birliği Şubat ayında Lavrov’un taleplerini görüşmek üzere uluslararası bir konferans toplasaydı, savaş makinesi durdurulabilirdi. Bunun yerine, alevleri körüklemek tercih edildi. Ruslarla görüşmelere katılan Ukraynalı bir delege samimi bir şekilde anlatıyor “Şaşırdım. NATO neden savaş durumunda müdahale etmeyeceğini bu kadar erken ilan etti? Bunu yaparken, Rusya’yı tırmanmaya davet etti.”
Savaşa katılanların düşünme kabiliyeti olmaz. Anlaşılması oldukça kolay olan nöro-bilişsel nedenlerden dolayı, savaş yürütenlerin düşünecek zamanları yoktur, hayatlarını kurtarmalıdırlar, hayatlarına karşı bir girişimde bulunabilecek olanları öldürmelidirler.
Ve önce iç düşmanı susturmaları gerekir.
İç düşman, insan olmanın hassasiyetidir: vicdan da diyebilirsiniz buna. Freud, Birinci Dünya Savaşı sırasında yazılan savaş nevrozları üzerine bir metinde bundan bahseder: iç düşman kendini şüphe, tereddüt, korku, firar olarak gösterir. İç düşman düşünme isteğidir.
Burada, bugün, tüm medya ve siyasi sistem, iç düşmanı yenmeye niyetlidir: Federico Ramfini, L’Avvenire’nin genel yayın yönetmenini Putin için çalışmakla suçluyor, Papa’nın sözleri tüm İtalyan medyası tarafından sansürleniyor ve Francesco Merlo kararsızların linç edilmesi çağrısı yapıyor.
Kamusal söylemin militarizasyonu sürecinde zaten çok ileri bir noktadayız ve İtalyan siyasi ve gazetecilik sınıfı itaatkar bir şekilde beyni milliyetçi bir kümeye sokuyor. Bu kümede, aşırı sağcı gazetecilerin seslerini ve Troçkist ya da Lotta Continua kökenli entelektüellerin seslerini ayırt etmek zorlaşıyor.
Medya sistemi son iki yılda çarpıcı bir mutasyona uğradı. Pandemi döneminde sağlık amaçlı sürekli seferber edildi. Günde yirmi dört saat, bize ambulanslar, yeşil önlükler, havalandırma ekipmanları ve belirli bir noktadan itibaren enjeksiyonlar, şırıngalar ve daha fazla enjeksiyon ve daha fazla şırınga, endişe uyandıran ve korkutucu, kesintisiz bir akışta gösterildi. Birisi bu sağlık medyası kuşatmasının kesin bir medya mutasyonunun başlangıcı olduğunu öngördü. Şimdi günde yirmi dört saat, korkunç sahneler, parçalanmış bedenler, annelerin ve çocukların umutsuz ve acı verici kaçışını görüyoruz. Günde yirmi dört saat boyunca, yorumcuların, uzmanların, savaş çağrısı yapan generallerin gürültülü kalabalığına ve iç düşmanın susturulmasına tanık oluyoruz.
Kiev’de yaşasaydım ne yapardım?
Ben de merak ettim: Kiev’de yaşasaydım ne yapardım? Bu soru günlerce bana eziyet etti. Babam faşizme karşı İtalyan Direnişi’ne katıldı, dedim kendi kendime; öyleyse Ukrayna halkının direnişini desteklemek değil miydi benim görevim? Rus saldırganlığının tehlikeye attığı değerler için savaşmam gerekmez mi?
Sonra babamın Padova’da er iken kışladan kaçmak zorunda kaldığında anti-faşist olmadığını hatırladım. Sorunu hiç düşünmemişti, faşizm İtalyanların büyük çoğunluğu için olduğu gibi onun için de bariz bir doğal koşuldu. 8 Eylül’den sonra İtalyan ordusu eridiğinde, diğerleri gibi o da kaçtı, Bologna’daki ailesini ziyarete gitti, ancak ailesi bombalamalardan korktukları için şehirden kaçmıştı. Böylece, kardeşiyle birlikte, Marche bölgesine kaçmaya karar verdi, kim bilir neden. Tahliye edilen bir başka grubu buldular, bazı partizanlarla tanıştılar ve onlara katıldılar. Hayatını savunmak için partizan oldu. Partizanlarla konuşurken, en hazırlıklı ve cömert olanların komünistler olduğunu gördü ve komünistlerin geçmiş için bir açıklaması ve gelecek için bir planı olduğunu anladı: böylece komünist oldu.
Kiev’de yaşasaydım ve bana Özgür Dünya’yı, Demokrasiyi, Batı’nın Değerlerini, büyük harfli tüm o kelimeleri savunmam gerektiğini açıklayan biri olsaydı, firar ederdim. Ama belki de evimi, kardeşlerimi (küçük harfli tüm o kelimeleri) savunmak için direnişe katılmaya karar verirdim.
Bu yüzden kendime sorduğum sorulara nasıl cevap vereceğimi bilmiyorum: Ukrayna direnişine katılıp katılmayacağımı, Rus askerlerini vurup vurmayacağımı. Kesin olarak bildiğim şey, Özgür Dünya’nın Ukraynalıları direnişe çağırmasının baş nedenlerinin yanlış olduğu. Ve Avrupalıların şova devam etmeyi teşvik eden retoriği yanlış.
Nazizm aşağılanmanın evrimidir
Suriye’de, Afganistan’da, Irak’ta, Libya’da, Yemen’de birkaç on yıldır olduğu üzere, Avrupa’da da bir dehşet cümbüşü ortaya çıkıyor. Ama oralar bizden farklı insanların yaşadığı uzak yerlerdi; ya da daha doğrusu, kesin olmak gerekirse: nefret ettiğimiz ve aşağı olduğunu düşündüğümüz insanların yaşadığı yerler.
Başkanlarımız, işadamlarımız ve gazetecilerimiz kendisine kur yaparken emperyal eğilimlerini ve Stalinist yöntemlerini hiçbir zaman gizlemeyen Vladimir Putin, bu savaşı, Rus halkının çoğunluğunun, Almanların 1930’larda Versay’ın aşağılanmasına tepki gösterdiği gibi, son otuz yılın aşağılanmasına tepki göstermesi nedeniyle başlattı.
Nazizm aşağılanmanın bir evrimidir, aşağılanmaya karşı saldırgan bir kurtuluş vaadidir. Ve 1990’lardan beri Rusların yaşadığı aşağılanmanın derinliğini bilmek isteyen herkes, Svetlana Aleksieviç’in İkinci El Zaman‘ını okumalıdır.
Ancak, aklıselim Xi’nin dediği gibi, “tek başına bir el ses çıkarmaz.” Putin’in eli yeterli değil. Diğer el, dört ayrı sonuca ulaşabilmek için Rusları ve Ukraynalıları savaşa iten Joe Biden’ın eli: Avrupa Birliği’ni siyasi bir proje olarak yok etmek, Kuzey Akım 2’nin inşasını engellemek, ülkesindeki seçim sandıklarında yükselmek ve Rus düşmanını yenmek.
İlk iki hedefe mükemmel bir şekilde ulaşıldı. Kuzey Akım 2 projesi Alman hükümeti tarafından iptal edildi, bu yüzden şimdi Avrupa, tedariklerini, yakıtın biraz daha pahalıya mal olduğu ve her halükarda Rus gazının yerini hiçbir şekilde alamayacak olan Amerikan pazarından almak zorunda.
Siyasi olarak, Avrupa Birliği NATO’nun iradesine tabi kılındı ve kendisini bir ulus olarak tanımlamaya zorlandı, bu da Birliğin kurucularının amaçladığının tam tersi.
Avrupa Birliği, yirminci yüzyılın milliyetçi saplantısından kaçmak için doğmuştu, ancak 2022’nin başlarında NATO onu bir ulusa dönüştürdü. Ve şimdi Avrupa-Ulusu, kendine saygı duyan herhangi bir ulus gibi savaş ateşinde vaftiz olmaya gidiyor.
Diğer iki sonuca gelince, mesele daha karmaşık, çünkü Amerikalıların %55’i Biden’ın dış politikasını onaylamıyor (bu daha önce hiç olmamış bir şey, Vietnam günlerinde bile, Irak günlerinde bile, çoğunluğun Başkan’ın savaşını onaylamadığı bir durum olmadı). Anketlere göre seçim tercihleri olumlu değil: Biden tekrar %36’dan %44’e yükseldi ama bu yeterli değil. Demokratların Kasım seçimlerini kaybetmesi ve daha sonra bir Cumhuriyetçinin (hangisini olur göreceğiz, ancak Donald Trump’ı dışarıda tutmayacağım) başkanlık seçimini kazanması muhtemel.
Biden’ın elde etmek istediği son sonuca, yani Rusya’nın yenilgisine gelince, işler daha da karmaşık. Ukrayna halkının şiddetli direnişine rağmen, Rusya, yapmak istediği şey, yani Ukrayna askeri aygıtının yok edilmesi ve güneydoğu toprakları ile Kırım üzerinde kontrolü ele geçirme konusunda başarılı oluyor. Binlerce Rus askeri, hatta Rus generalleri, savaş sırasında ölüyor, Putin’in umurunda bile olmayan bir gerçek. Fedakarlık, Tolstoy, Isaak Babil ve Aleksandr Blok’u okuyan herkesin bildiği gibi, Rus milliyetçi gizeminin ruhudur.
Bundan sonra, çatışmanın Ukrayna topraklarında endemik hale geleceği ve Rusya’nın ekonomik ve sosyal bir felaket aşamasına gireceği öngörülebilir. Ancak bu durumda, 6000 nükleer savaş başlığına sahip bir ülkede bir iç savaşın benzeri görülmemiş bazı riskler taşıdığının farkında olmalıyız.
Hayat bir cennettir
Bazı anketlere göre, Rusların %83’ü savaşı destekliyor. İnanmıyorum, Moskova’dan gelen anketlerin güvenilir olmadığını düşünüyorum. Ancak saldırganlığın çoğunluk desteğine sahip olduğu muhtemeldir.
Genç Rusların giderek artan bir azınlığı, Ukrayna’daki savaşın, daha geniş maceraların başlangıcı olarak Rus ruhunun arınması olduğu gibi aşırı milliyetçi fikirlere de yöneliyor. “Bize tekrar Rus olmayı öğreten Ukrayna, teşekkürler!” diye ilan ediyor lirik tonlarda, İvan Okhlobistin adında bir aptal.
Ortodoks spiritüalizmden gelen, Dostoyevski’den geçen ve yirminci yüzyılı aşan, Vasily Grossman’da ve Aleksandr Solzenicyn’in kendisinde yeniden ortaya çıkan uzun bir şehitlik geleneği var. Bu mistik mağduriyet, keşiş Zosima’nın ölmekte olan kardeşinin Karamazov Kardeşler‘deki sözleriyle özetlenmiştir: “Anne, ağlama, hayat bir cennettir ve hepimiz cennetteyiz, ama onu tanımak istemiyoruz, çünkü eğer onu tanıma iradesine sahip olsaydık, yarın cennet tüm dünyada kurulurdu.”
Dostoyevski’nin bahsettiği cennet; acı, soğuk, sefalet, işkence, kısacası çarmıhtır. Rus Ortodoks milliyetçiliği, acıyı çarmıhtaki Mesih’e yakınlığın kanıtı olarak sever ve insanları somut kadın ve erkeklerden nefret ettiği kadar sever: “İnsanlar ne kadar iğrenç,” der Raskolnikov, tam da anlamsızlığı nedeniyle işlenmesi gereken anlamsız suçu işlemeden önce.
Amerikan cehaleti Rus hezeyanı ile karşı karşıya ve bu kolay bir karşılaşma değil. Amerikalılar (elbette bu ülkede siyasi ve medya gücünü elinde bulunduran sınıftan bahsediyorum), sömürülecek, boyun eğdirilecek veya tokatlarla düzeltilecek geri kalmışlık ve aşağılık olma hali dışında, kültürel farklılıkları asla anlayamadılar. Fakat Rus kültürel farklılığı, kurtarıcı evrenselcilik ve hem katlanılan hem de maruz bırakılan bir ıstırap kültü karışımında indirgenemez olmaya devam ediyor.
Rus çılgınlığı ve Amerikan cehaleti, Avrupa’yı şimdiye kadar yavaşlamanın zor göründüğü bir uçuruma sürükledi.
Özgür Dünya’nın lider ülkesi
Özgür Dünya’ya liderlik eden ülkede (büyük harfle, aklınızda bulundurun), polis rutin olarak günde (genellikle siyah olan) üç kişi öldürüyor.
2020’de, siyahların ve solun oylarını almak söz konusu olduğunda Black Lives Matter ayaklanmasından sonra, Amerikan Demokrat Partisi, polise yönelik fonları azaltma ve sosyal koşulların iyileştirilmesine büyük yatırımlar yapma sözü verdi. Tabii ki, bu sözler tutulmadı: öğrenci borcunun iptali falan söz konusu değil. Ancak polise sağlanan fonlarda da bir azalma yok. Aksine, finansman artıyor.
Meksika sınırında, göçmenlerin reddedilmesi, Donald Trump günlerini aratacak (ki o günlere yakında geri döneceğiz) seviyelere ulaştı.
Şu ya da bu nedenle Biden’a verilen destek en düşük seviyelerine geriledi. Ağustos ayında ABD’nin Afganistan’dan çekilmesi sonrasında Biden, Amerika’nın dünyanın en zayıf ülkesine karşı savaşı kaybetmiş olmasına rağmen, Rusya’ya karşı kazanabileceğini kanıtlamak zorunda kaldı. Bu yüzden, Rusya’nın güvenliğini, sınırlarını ve dolayısıyla NATO’nun son yirmi beş yıldır sürdürdüğü genişlemeyi tartışmak istediğini sürekli tekrarlayan Sergey Lavrov’un taleplerini dikkate alamadı.
Kendi acı verici iktidarsızlıklarına karşı isyan eden yaşlı adamların sık sık yaptığı gibi, Biden, Putin ile zirve noktasına hazırlanarak Ruslarla doğrudan yüzleşmeye karar verdi. Ancak silahı çekme zamanı geldiğinde, Ukraynalılar Kremlin’in Stalin-Çarlık karması suçlusunun önünde yalnız bırakıldılar.
Ukrayna direnişinin Avrupalı-Amerikalı destekçileri silah ve medya desteği sağladı. Ancak ölmekte olanlar, uzun baskı tarihleri onları anlaşılır bir şekilde aşırı milliyetçi pozisyonlara iten Ukraynalılar.
Beyazlar arası bir savaş, kaosun yeni jeopolitiğini hızlandırıyor
Beyaz (Rus-Avrupalı-Amerikan) ırkın psikotik çöküşünde çok temel bir rol oynayan yaşlılık bunamasının psikopatolojisi dışında, bu savaşın stratejik motivasyonu ne? Biden’ınki kategorik: özgür dünyayı, yani yeniden lider olmaya karar verdiği Batı’yı savunmak gerekiyor. Beş yüzyıllık sömürgecilik, şiddet, sistematik soygun ve ırkçılıktan sonra Batı’yı savunmak zorlaştı. Yakında göreceğimiz gibi, Rus ve Amerikalıların beyazlar arası savaşa gitme tercihi, beyazların düşüşünü hızlandırdı ve çöküşe dönüştürdü.
24 Şubat’ta başlayan şey, beyaz ırkın beyaz ırka karşı savaştığı beyazlar arası bir savaş: ancak yeni post-küresel jeopolitik bu savaştan ortaya çıkacak – ya da halihazırda çıkıyor.
1989’da özgür dünya sosyalist alanı yenerek dünyanın özelleştirilmesine ve ekonomide neoliberalizmin dayatılmasına giden yolu açtığında, ideologlar bu yeni düzenin geri dönülmez ve ebedi olup olmadığını, dolayısıyla tarihin tüm çatışmaları, isyanları ve savaşlarıyla birlikte bitip bitmediğini merak ettiler. Francis Fukuyama bu anlamda biraz aceleci davrandı ve liberal-demokratlar böbürlendi: demokrasi ve piyasa rakipsiz bir çiftti.
Piyasanın demir yasasıyla birleştiğinde, demokrasi kelimesi kısa sürede anlamsız olduğunu ortaya koydu: her dört ya da beş yılda bir, özgür dünyanın vatandaşları temsilcilerini seçebiliyordu; ama onların temsilcileri, otomatik mantığı siyasi irade tarafından zayıflatılamayan piyasa yasalarını uygulamaktan başka bir şey yapamıyorlardı.
Bu aldatmaca uzun süremedi ve 2016’dan itibaren demokrasi bir fıkraya indirgendi.
Fukuyama’dan biraz daha az aptal olan biri, medeniyetler arasında bir çatışma çağının başladığını açıklamak için bir kitap yazdı. Samuel Huntington, Medeniyetler Çatışması ve Dünya Düzeninin Yeniden Kurulması’nda bu çatışmanın jeopolitiğini geniş manada tanımladı: ona göre, bu jeopolitik sahnede bir dizi medeniyet bloğu (aşağı yukarı yedi) karşı karşıyaydı.
Bazı yönlerden, Huntington’un teorisi kimliği (etnik, dini, kültürel) çatışan güçler arasındaki ayrım çizgisi olarak tanımladı ve Amerika’nın İslam ülkelerine karşı savaşlarını ve Batı ile Çin dünyası arasındaki yaklaşan çatışmayı öngördü. Huntington, Fukuyama ölçüsünde yanlış değildi, ancak teorisi çok daha karmaşık bir süreci önemsizleştiriyor.
Liberal demokrasinin zaferi, toplumsal alanın genel olarak özelleştirilmesi ve emek faaliyetinin genel “güvencesizleştirilmesi” ile çakıştı. Etkisi, çoğunluğun çıkarlarının siyasi düzenlemelerle ve her şeyden önce de ormanın doğal yasasının askıya alınmasına izin veren eğitimle korunduğu bir medeniyet biçimi olan “sosyal medeniyetin” şiddetli çöküşüydü.
Kapitalist totaliterlik, diğer birçok şeyle birlikte, devlet okullarını da yok etti. Yirminci yüzyılın ikinci yarısında insan yaşamını etik ve dayanışma anlamında motive eden, hümanizmi ve eşitlikçiliği teşvik eden eğitim süreçlerinin yerini, insanlıktan çıkarıcı eğitim süreçleri almıştır: yaygın, vurucu, her yanı saran reklamcılık, bağlantılı insanların bilişsel faaliyetlerinde cisimleşen büyük küresel şirketlerin egemen olduğu dijitalleşme.
Ve böylece konformizmin şimdiye kadar bilinen en fantastik etkisi ortaya çıktı: cehalet ve reklamlarla pompalanan batıl inanç, kâr dayatmasıyla örtüşmeyen her siyasi kuralı ve her kültürel biçimi ortadan kaldırdı.
Ekonomide dijital teknolojilerle birlikte mümkün kılınan tam finansallaşma, soyutun somut üzerindeki kesin egemenliğini sağlamıştır.
Finansal kapitalizm, alternatifleri olmayan otomatik bir sistem olarak ortaya çıktı, güvencesiz emeğin dayanışmadan aciz olduğu görüldü ve gelecek, otomatik şimdiki zamanda büsbütün hapsolmuş görünüyordu.
Bu anlamda Fukuyama haklıydı: tarih sona ermişti, psişik sefalet azgın bir orman yangını gibi yayılıyordu ve öznellik kitlesel psiko-farmakolojik diktatörlüğe ve yaygın dijital onaya maruz kalmıştı.
Sonra felaket geldi. 2019 sonbaharındaki küresel ölçekli sarsıntılardan sonra (Hong Kong, Santiago, Quito ve Tahran diye giden… küresel ayaklanmalar) virüs geldi.
Ve virüs, şimdi dünya sahnesini bozan psişik çöküşün koşullarını yarattı.
Kaos, dünyanın büyük bir bölümünde malların dolaşımını ve işin sürekliliğini engelledi, ancak şimdi savaş tehdidi, üretim-dağıtım-tüketim somut zincirini altüst ediyor ve atomik tehdit, yalnızca kötü rüyanın gerçek olduğunu keşfetmek için uyanılan kötü bir rüya gibi, depresif hayali bozuyor.
İntikam
Beyazlar arası savaş, paradoksal olarak, dünyanın ideoloji veya jeopolitik ile çok az ilgisi olan ve sömürgecilik ve ırksal sömürü tarihi ile çok ilgisi olan görünmeyen çizgiler boyunca bölünmesine neden oluyor.
Rus işgalini kınama önerisi BM’ye sunulduğunda, en kalabalık ülkeler (Hindistan, Pakistan, Endonezya, Güney Afrika) Çin ile birlikte çekimser kaldı. İlk kez, sömürgeci kırılma çizgisi boyunca uzanan jeopolitik bir senaryo ortaya çıkıyor. Geçmişin beyaz imparatorlukları çatışıyor ya da güçlerini birleştiriyor, beyaz olmayan dünya ufukta beliriyor.
Rusya bir joker; deli adam; beyaz dünyayı parçalamanın bir yolu olarak çalışan iç unsur.
Çıldırmış bir başka unsur da Amerikan basıncı ile şimdi baskın olan Çin etkisi arasında sıkışmış Pakistan olabilir. Başbakan İmran Han, Amerikan müdahalesini kınamak için aşırı tonlar kullandı ve Navaz Şerif onu ülke hükümetinden defetmeyi başardı. Ancak Pakistan’daki savaş daha yeni başladı ve yakında tırmanabilir.
Delirmiş diğer unsurlar etrafta görülebilir, onları adlandırmaya bile gerek yok.
Deliren başkaları da çıkacak.
Ukrayna’nın beyazlar arası savaşı, Güney ile Kuzey arasında sadece ilk hareketlerini gördüğümüz bir kırılma sürecinin katalizörüdür.
Bazen aklıma hiç takipçisi olmadığım, ama ilginç şeyler söyleyen Başkan Mao geliyor. 1960’larda Mao’nun yakında banliyölerin metropolü boğacağını teorileştirdiğini hatırlıyorum.
Teori özellikle de onun güvenilir yaveri Lin Piao (birkaç yıl sonra, 1971’de bir uçakta seyahat ederken ortadan kaldırıldı) tarafından savunuldu, ancak Büyük Dümenci’nin vizyonu, sanayileşmiş dünyanın işçileri ile çevre ülkelerin proleter veya köylü nüfusu arasında stratejik bir ittifak olarak anlaşılmalıdır. Komünist Enternasyonal’in sloganı, “Bütün dünyanın proleterleri birleşin!”, Maoistler tarafından “Proleterler ve ezilen halklar birleşin!” şeklinde yeniden formüle edildi.
O yıllarda sömürgecilik gerilemiş gibi görünüyordu, kurtuluş hareketleri emperyalistleri püskürtmüştü ve 1975’te Amerikalıların Vietnam’daki yenilgisi, bir kurtuluş sürecinin doruk noktası gibi duruyordu.
Fakat işler tam olarak umduğumuz gibi gitmedi: mağlup sömürgecilik, ekonomik tahakküm, ekstraktivizm, kültürel sömürgecilik gibi yeni biçimlerde yeniden dirildi.
Geriye dönüp baktığımızda, “kırsal kesim şehirleri boğacak” formülü, sanayi işçileri ile sömürgeciliğin yoksullaştırdığı halklar arasındaki ittifaka stratejik bir alternatif olarak görülebilir. Mao, her şey yolunda giderse, kuzeyli işçiler ile güneyli köylüler arasında bir ittifak olacağını söylemişti. Eğer bir şeyler ters giderse ve kuzeyli işçiler yenilgiye uğratılırsa, emperyalist kapitalizmi boğacak olan ezilen halklar olacaktı.
Umarım bu karikatürize basitleştirmeyi affedersiniz, ama Mao şaka yapmıyordu. Uzun Yürüyüş tam da buydu: Kırsal kesim, ağırlıklı olarak köylü bir ülkede yönetimi ele geçirene kadar şehirleri kuşatmıştı.
Çinliler, on dokuzuncu yüzyılın ortalarında yükselen Batılı güçler tarafından Göksel İmparatorluğa karşı uygulanan aşağılamanın hatırasını yüz elli yıldır yaşatıyor. Ve böylece 21. yüzyılda, sömürgecilik tarafından yoksullaştırılan, iki yüzyıl boyunca sömürü ve aşağılanmaya maruz kalan halklar, beyaz metropolü birçok yönden boğmaya başladılar: göç, milliyetçi kabilecilik, doların küresel düzeyde baskın parasal işlev olarak rolünü yıkma eğilimi.
“İyi” stratejik perspektif başarısız oldu, çünkü sanayi işçilerinin komünizmi neoliberal küresel kapitalizm tarafından yenilgiye uğratıldı. Bu nedenle, sadece ikinci, daha kötü olanı kaldı: yeniden canlanan milliyetçilik, intikam.
Şimdilik, beyaz dünyada, Rusya ile “özgür dünya” arasındaki çatışmayla intikam alınıyor. Ancak bir sonraki bölüm, geçmiş yüzyıllarda boyun eğdirilen güçlerin saldırgan bir şekilde yeniden ortaya çıkmasıdır.
Batı, İslamcı düşmanlığın sürekliliğini artıran, Ortadoğu’da ve aynı zamanda Avrupa’nın banliyölerinde yeniden patlamaya hazır olan bu çifte saldırıdan kurtulabilir mi?
Yalnızca işçi sınıfının enternasyonalizmi, geçmiş ve şimdiki sömürgecilikle hesaplaşmanın gezegensel bir kan banyosuna yol açmasını önleyebilirdi: endüstriyel Batı’nın işçileri ve sömürgecilik tarafından ezilen halkların proleterleri kendilerini aynı komünist programda tanısaydılar. Fakat komünizm yenilgiye uğratıldı ve şimdi bir hiç adına curcuna halinde bir savaşla karşı karşıyayız.
Son bölüm
Avrupa uçurumunun evrimini, bu genel uçurumda hayal etmeye çalışmalıyız. Ekonomi bozulurken ve toplum düne kadar düşünülemeyecek bir şekilde yoksullaşırken toplumsal parçalanma süreci nasıl toparlanacak? Muhtemel Avrupa isyanlarına kim önderlik edecek?
Şu anda galebe çalan güçlerin milliyetçi ve psikotik olacağı kesin görünüyor ve 1918 tarihli bir makalede kitlesel psikozun tedavi edilebilir olacağı ihtimalini dışlayan Sandor Ferenczi’nin öngörüsünü hatırlatıyoruz.
Bugünün zorluğu budur: Bireysel sınırlarının dışına çıkmış ve kolektif zihnin alanını etkilemiş bir psikozu nasıl tedavi edersiniz?
Bu sorular bugün tutarlı bir şekilde cevaplanamaz, ancak bu sorular acilen sorulmalıdır, çünkü sosyal öznellik depresif salgın ve agresif kitle psikozu arasında salınıyor ve ancak bu patolojik çerçeve için etkili olabilecek bir tedavi ölümcül Holokost’tan kaçınabilir.
Etkili bir tedavi bulmak, bugünü kavrayan bir düşüncenin görevidir.
Kaynak: Autonomies.org
Çeviren: Serap Güneş