“Sermaye tepeden tırnağa kana
ve pisliğe bulanmış olarak gelir.”[1]
Charles Dickens’ın, ‘İki Şehrin Hikâyesi’deki deyişiyle, “Dönem, zamanların en iyisiydi, zamanların en kötüsüydü,”[2] diye betimlenmesi mümkün bir kesitten geçiyoruz. Bu isterseniz, “Burjuvazinin ve onun sömürü sisteminin çürüyüp kokuştuğu bir tarihsel dönem,” notunu da düşebilirsiniz.
Tam da böylesi günlerde, sürdürülemez kapitalizme, onun III. Buhranı’na daha da fazla kafa yormak, geleceği kazanmanın “olmazsa olmaz”larından ve zindandaki Setenay Berdan da, ‘Kapitalizmin Sonu-Teorik Analiz/ Bunalımlar Tarihi’ne[3] ilişkin derinlikli çalışmayı kaleme alan “kızıl profesör”lerden…
Bilmiyor olamazsınız: Demir parmaklıkların ardında, “Hepimiz, çıkarken kızıl profesör olarak çıkacağız,” diyen -Sosyalist Hareketin önemli teorisyenlerinden- Dr. Hikmet Kıvılcımlı da zindanlarda kendini yaratabilen “kızıl profesör”lerdendir; tıpkı Antonio Gramsci gibi…[4]
İHD Diyarbakır Şubesi’nin raporuna göre, cezaevlerinde bin 334 ağır hasta ve tutuklu bulunduğu;[5] hak ihlâlleri ciddi boyutlara ulaşıp, sadece 2019’da Marmara Bölgesi’ndeki cezaevlerinden 502 başvuru yapılırken; 2 bin 186 hak ihlâli tespit edildiği[6] coğrafyamızda 2002’den 2019’a kadar cezaevlerindeki tutuklu ve hükümlü sayısının 5 kat arttığı[7] ve daha da fazlası herkesin malûmuyken; zindanlar sadece zindan değil; aynı zamanda kızıl profesörlerin üniversiteleridir.
Ve “Tarih 2008 sonuydu ve insanlık ‘Kapitalizmin Sonu’nu çoktan tartışmaya başlamıştı,” notunu düşen Ona göre, “Gelinen aşamada kapitalizm, sadece tarihi misyonunu yerine getirmiş ve tarihi açıdan aşılmış değil. Yalnızca sınıf çelişkilerini son derece keskinleştirmiş değil, ama aynı zamanda ve bunlardan da önemlisi, kapitalizm, üzerinde yükseldiği değerin gelişim yasalarının tüm potansiyelini de tüketmiştir.”[8]
İş bu hâl sürdürülemez kapitalizmin fiziksel sınırlarına ulaşırken; beşerî ve ekolojik bağlamda bir uygarlık krizi ile yüz yüze olduğuna işaret etmektedir.
Sürdürülemez kapitalizmin bu durumunu; “Karanlık yalnızca, ışığın diğer yanı, onun gizli yüzü,”[9] diyen José Saramago’nun uyarısı ekseninde ele almak “olmazsa olmaz”ken; içinde debelenilen karanlık; müthiş bir aydınlık imkânı ya da daha da beter kapkara bir tehdittir.
Tıpkı, “Kapitalizm zırh içindeki ölüdür,” diyen Antonio Gramsci’nin, “Eski dünya ölüyor ve yenidünya doğmak için mücadele ediyor; şimdi canavarlar zamanı,”[10] tanımlamasındaki hâl üzere…
“Hepiniz farkındasınız; para da, toprak da, kanun da, fikir de, din de bu dünyada her şey sermayedarlara hizmet eder,” vurgusuyla Karl Marx’ın, bir kutupta servetin, zenginliğin, refahın, lüks yaşamın, diğer kutupta ise yoksulluğun, sefaletin, işsizliğin, açlığın birikmesi kapitalist üretim tarzının tipik sonucudur. Bir uçta zenginlik, diğer uçta yoksulluğun birikmesi sermaye birikiminin gelişme yasasıdır. Ve Karl Marx bu yasayı, “kapitalist birikimin mutlak genel yasası” olarak tanımlayıp[11] ekler:
“Sermaye… bir toplumsal üretim ilişkisidir. Bir burjuva üretim ilişkisi, burjuva toplumun üretim ilişkisidir.”[12]
“Kapitalist üretimin amacı ürün değil, artı-değerdir.”[13]
“Mevcut maddi zenginliğin, emekçinin gelişme gereksinmelerini karşılayacak yerde, tam tersine, emekçinin yalnızca mevcut değerlerin kendisini genişletmesi gereksinmelerini karşılamak üzere var olduğu bir üretim tarzında da, durum, bundan başka türlü olamaz. Tıpkı bir dinde insanın kendi beyninin ürünü olan şeylerin yönetimine girmesi gibi, kapitalist üretimde de, insanoğlu, kendi elinden çıkma ürünler tarafından yönetilir.”[14]
“Bu toplumun çalışan üyeleri hiçbir şey elde etmezken, her şeyi elde edebilen üyeleri hiç çalışmamaktadırlar!”[15]
Evet, “İnsan yaşamının bir meta olması için, demek ki köleliliği[16] kabul etmesi gerekir”ken;[17] ücretli köleliğin kollarında her şeyi metalaştıran kapitalizm, kaçınılmaz sonuna mündemiç imkânı da tarihin sahnesine çıkardı.[18]
Ve de “Bu karmaşa ortasında, kapitalizmin sonunu getirecek Yeni Evre’ye tasarımlar dair başladı. Kapitalizmin tarihsel bir sınırı olduğunu hatırlatan Yeni Evre fikri, bu analiz noktasından aldığı güçle, kapitalizmin son 40 yıldır yaşadığı dönüşümün adını koyuyor”ken;[19] Setenay Berdan da kapitalizmin bunalımlı tarihine ilişkin teorik analizleriyle dünden bugüne, geleceğ(imiz)e ışık tutuyor.
* * * * *
Sermayenin ne olduğunu anlayabilmek için metaların dolaşım sürecini incelemek gerekir. Çünkü metaların dolaşımı sermayenin başlangıç noktasıdır. Meta üretimi ve “ticaret” diye adlandırılan gelişmiş meta dolaşımı, sermayenin doğup büyüdüğü tarihsel temeli oluşturur. XVI. yüzyılda oluşmaya başlayan dünya ticareti ve dünya pazarı, sermayenin modern tarihinin de başlangıcıdır.
Söz konusu bağlamda sermaye birikim sürecinin anlaşılabilmesi açısından en önemli husus, sermayenin dolaşım hareketinin bütünselliği içinde kavranmasıdır. Karl Marx öncelikle bu hususu açıklığa kavuşturur: Belirli bir miktarda paranın üretim araçlarına ve emek gücüne dönüşmesi, sermaye olarak iş görecek bir miktar değerin yapacağı ilk harekettir. Bu dönüşüm piyasada, yani dolaşım alanında olur. Hareketin ikinci aşaması ise, üretim sürecine başlangıçta yatırılmış bulunan sermaye bir artı-değeri de içeren metalara dönüşür dönüşmez tamamlanmış olur. Ancak bu metaların da yeniden dolaşım alanına sokulmaları elzemdir.
Bu ise, üretilen metaların dolaşıma sokularak satılmaları, değerlerinin para olarak gerçeklik kazanması, bu paranın yeniden sermayeye dönüşmesi ve bu hareketin durmadan yenilenmesi demektir. İşte “sürekli birbirini izleyen aynı aşamalardan geçerek oluşan bu döngü sermayenin dolaşım hareketini oluşturur.”
“Emek-Değer Teorisi”nden (s.35) “Meta Değer Biçimi”ne (s.77) güzergâhında paranın muhtelif formlarını “Para-Değer”den “Sermaye-Değer”e (s.153) dek irdeleyen yazar paranın sermayeye dönüşmesi, meta mübadelesinin içerdiği yasalar ile doğrudan ilişkili olduğunun altını çizer.
Kaldı ki Karl Marx’ın da aktardığı üzere, Antik Yunan’ın ünlü tragedya yazarı Sophokles ‘Antigone’de, “İnsanoğlunun hiçbir icadı para kadar fesat verici değildir, ülkeleri harap ve yerle bir eden odur/ Hilebazlığı öğreterek mertliği bozar ve böylece asil ruhları fenalığın menfur yoluna saptırır/ İnsanları her türlü hileye başvurdurur ve onlara her günahı işletir,”[20] diye yazmıştı.
Meta üretimi, her bireysel üreticinin başka üreticilere bağımlı olduğu, toplumsal bir işbölümü gerektirir. Karl Marx, metalara yüklenen bu gizemli (fetiş) niteliğin, kapitalist üretim biçiminden kaynaklandığını, değerin en sonunda ulaştığı para biçiminin bile özel emeğin toplumsal niteliğini ve tek tek üreticiler arasındaki ilişkiyi aydınlığa kavuşturmak yerine, bunu örtbas ettiğini öne sürüp,[21] ekler: “Zaman içinde para, metalar gibi insanların da değerlerini belirleyen, herkesin üzerinde bir güç gibi görünmeye başlar. Para artık bir tanrı gibidir.”
Evet para metanın değer ölçüsüdür ve tüm toplumlarda sahibinin toplumsal zenginliğini ölçer, maddi zenginliğin genel temsilcisidir. Bu yüzden, burjuva toplumun zenginliği geliştikçe altın ve gümüş gibi değerli madenler için genişleyen bir pazar oluşur.
Ancak paranın kendisi kıymetli hâle gelirken, metalar değersizleşir. Karl Marx böyle bir bunalım durumunu veciz sözlerle betimler: “Burjuva, daha kısa bir süre önce, refah sarhoşluğunun verdiği bilgiççe bir kendine güven duygusuyla parayı boş bir hayal ilan etmişti. Sadece meta, paradır. Ama şimdi dünya pazarında yükselen çığlık şu: Sadece para, metadır! Aç tavuğun arpa ambarından gayri bir şey hayal etmemesi gibi, onun da ruhu şimdi paranın, biricik zenginliğin peşindedir.”
Karl Marx’ın bizzat tanık olduğu örneklerden hareketle, kapitalizmin kaçınılmaz bunalımlarının sergilediği tabloya açıklık getiren satırları çok önemlidir. Bunalım sırasında meta ile kendi değer biçimi yani para arasındaki karşıtlık mutlak çelişki derecesine ulaşırken; artı-değer üretimi kapitalist üretimin başlıca amacı ve hedefidir.
İleri adımlarda kapitalizm büyük kapitalistlerin daha küçükleri mülksüzleştirmeye başlamasıyla, sermayenin merkezileşme eğilimini ortaya koyar. Yani “Bir kapitalist, daima birçoklarının başını yer. Emek sürecinin, gitgide boyutları büyüyen kooperatif şekli, bilimin bilinçli teknik uygulaması, toprağın yöntemli bir biçimde işlenmesi, emek araçlarının ancak ortaklaşa kullanılabilir emek araçlarına dönüştürülmesi, bütün emek araçlarının bileşik toplumsal emeğin üretim araçları olarak kullanılmasıyla sağlanan tasarruf, bütün insanların dünya pazarı ağına sokulması ve böylelikle kapitalist rejimin uluslararası karakteri, bu merkezileşmeyle ya da birçok kapitalistin birkaç kapitalist tarafından mülksüzleştirilmesiyle el ele gider.”[22]
Özetle kapitalist sistemin temel hareket yasalarının, sermaye birikiminin yasaları olduğu düzlemde tekelleşmedir bu ya da yaşa(tıl)dığımızın “sırrı”dır!
Evet, evet tekelci kapitalizmin iyice çürüdüğü, insanlığı yıkıma sürüklediği yerkürede kapitalizm ulusal sınırlara sığmayıp, küresel ölçekte yayıldığı emperyalist tekelcilik evresidir bu.
En önemlisi de sermayenin kendini sürekli geliştirme eğiliminin, çatışma ve kapitalist bunalımların kaynağına dek düşmesidir: “Kapitalist üretimin gerçek engeli, sermayenin kendisidir,” formülündeki üzere.
Ancak genelleşmiş meta ekonomisi olarak kapitalist üretim tarzının genişletilmiş yeniden üretimi sürdürebilmek için toplumsal emek üretkenliğini arttırma zorunluluğu sürdürülemezlik momentinde tıkanır. Çünkü öne çıkan “yaratıcı yıkım” değil, sadece yıkımdır artık…
* * * * *
Emperyalist evrenin karakteristik özelliği budur.
Kaldı ki sermayenin tekelleşme eğilimini 1843 gibi erken bir tarihte tespit eden Friedrich Engels, merkezileşmenin özel mülkiyetin doğasından kaynaklandığını vurgulayarak, orta sınıfların giderek artan biçimde yok olacağına ve dünyanın yoksullar ve milyonerler olarak bölüneceğine dikkat çekerken;[23] V. İ. Lenin de 1916’da kaleme aldığı ‘Emperyalizm’de tekellerin gelişimini şöyle evrelendirmekteydi: 1) Serbest rekabetin gelişmesinin en yüksek noktaya eriştiği 1860-1880 yılları. Tekeller ancak farkedilir embriyonlar hâlindedir. 2) 1873 bunalımından sonra, kartellerin önemli gelişme dönemi; böyle olmakla birlikte, bunlar henüz istisna hâlindedir. 3) 19. yüzyılın sonundaki ilerleyiş ve 1900-1903 bunalımı; bu dönemde, karteller, baştanbaşa ekonomik yaşamın temellerinden biri hâline geliyor. Bu, kapitalizmin en yüksek aşamasına, emperyalizme geçildiği dönemdir artık.[24]
Tarihsel pratiğin ortaya koyduğu gibi emperyalizm mali oligarşinin küresel egemenliğiydi ve elbette bunun da bir öncesi vardı.
Bilindiği üzere kapitalizm altında sömürgecilik, XVI. yüzyıldan XVIII. yüzyıla uzanan ticari kapitalizm (merkantilizm) döneminde, özellikle coğrafi keşiflerde ve denizaşırı toprakların fethinde somutlandı. Bu yayılmacılık, sömürgeleştirilen ülkenin zengin hammadde kaynaklarına el konması, metropol ülkenin fazla nüfusunun bu yeni topraklara yerleştirilmesi üzerinde yükseldi. Serbest rekabetçi kapitalizm olarak adlandırılan dönemin (XVIII. yüzyılın ikinci yarısı ve XIX. yüzyıl) sonlarında ise, rekabetin tekelleşmeyi ortaya çıkardığı ve böylece kapitalizmin emperyalizm aşamasına ilerlediği bir geçiş evresi (1870-1900) yaşandı. Fakat sömürgeci İngiliz imparatorluğuna karşı rekabet mücadelesini sürdüren Almanya, İtalya ve Fransa, 1876-1900 yılları arasında gecikmiş biçimde yeni sömürgeler elde ederlerken, dünya da toprak bakımından paylaşılmış oldu.
XX. yüzyılın başlangıcıyla birlikte içine girilen kapitalizmin emperyalizm aşaması, sanayileşmenin devasa boyutlara yükseldiği ve kapitalizmin kelimenin gerçek anlamında bir dünya sistemine dönüştüğü yeni bir dönemi başlattı. Daha önceki dönemlerin görece tek boyutlu ticari ilişkilerinin yerini, sermaye birikiminde muazzam atılımlar yapan tekelci güçlerin girift ilişkileri aldı. Mali sermaye, önündeki engelleri aşarak kârlı gördüğü her alana, her bölgeye, her ülkeye akmaya başladı. Kapitalist ülkeler arasında bitmek bilmeyen rekabet mücadelesi, daha önce sömürgecilik temelinde paylaşılmış olan toprakların yeniden paylaşılmasını, yani emperyalist savaşları gündeme getirdi.
Kapitalist gelişme süreci içinde, giderek daha büyük bir kaynaşma temelinde banka sermayeleri ile sanayi sermayeleri iç içe geçti ve böylece mali sermaye oluştu. Bankalar, mali sermayeyi yöneten uluslararası nitelikte kurumlar hâline dönüştüler. Kapitalizmin emperyalist aşamasının temel özelliği olarak, tekeller belirleyici önem kazandılar. Emperyalizm mali sermayenin egemenliğine dayanan bir dünya sistemidir. Emperyalizm bir yeni-sömürgecilik sistemi olmayıp, uluslararası mali sermayenin nüfuz alanlarını yeniden ve yeniden paylaşmasına dayanan bir yayılmacılık tarzıdır.
XX. yüzyılın başlangıcıyla birlikte kapitalizmin yükseldiği emperyalist aşamanın temel özelliklerini, Lenin’den hareketle, şu şekilde vurgulayabiliriz: 1) kapitalist tekelci birlikler, 2) banka ve sanayi sermayesinin kaynaşması, 3) yabancı ülkelere sermaye ihracı, 4) dünyanın toprak bakımından paylaşımının çoktan tamamlanmış olması, 5) dünyadaki nüfuz alanlarının uluslararası ekonomik tröstler arasında paylaşılmaya başlanması.
XX. yüzyılla birlikte, kapitalizmin en öne çıkan yönü sermaye ihracı oldu ve gelişmiş kapitalist ülkelerden ihraç edilen sermaye gittiği geri ülkelerdeki kapitalist gelişmeyi hızlandırdı. Eski sömürge ülkeler kapitalist pazara entegrasyon açısından giderek daha elverişli hâle gelmeye başladılar. Yani, sermaye ihracının yoğun olduğu bölgeler ve ülkeler, bu nedenle ekonomik açıdan eski dönemlerine oranla daha geri gitmediler. Tam tersine, aslında mali sermaye gruplarının yeterince kârlı bir yatırım alanı olarak görmedikleri ve sermaye ihraç etmedikleri eski sömürge ülkelerin birçoğu diğerlerine kıyasla daha geri durumda kaldılar.
Ve nihayet emperyalizm mali sermayenin uluslararası yayılmacılığı, mali sermayenin imparatorluğuydu ama…
Tüm bunların bir de “Ama”sı var. Yazar yapıtındaki “Spekülasyonun Yükselişi ve Düşüşü” (s.257), “Kendi Temelini Oyan Likid-Değer” (s.272), “Kabuk Çatlıyor” (s.279) ve “Tarihsel Analiz” (s287-441) bölümlerle “Ama”ya net yanıtlar veriyor.
Görmek, kavramak gerek: Kapitalizm çıkışsızlığa sürüklenirken, çürüyor. Bu durum kendisini pek çok emareyle ortaya koyuyor. Sermayenin yoğunlaşma ve merkezileşmesindeki olağanüstü hızlanmayla birlikte toplumsal eşitsizliğin akıl sınırlarını zorlayan boyutlara ulaşması bunun en tipik göstergesi. Üretim araçları ve dolayısıyla zenginlik giderek çok daha küçük bir azınlığın elinde toplanırken, toplumun büyük çoğunluğu sermayenin köleliğine ve yoksulluğa mahkûm ediliyor.
Yani çok özel bir tarihsel dönemden geçtiğimiz, gün geçtikçe daha fazla belirginleşiyorken; kapitalizmin içinde debelendiği umutsuzluğu daha fazla netleşiyor.
Örneğin “küreselleşme”, “tarihin sonu” yalanları karaya oturup, tedavülden kaldırılırken; asalaklaşan ve çürüyen sürdürülemez kapitalizm, en büyük üretici güç olan insanı ve doğayı küresel ölçekte yıkımlara sürüklüyor. Bu belirtiler, kapitalist üretim tarzının üretici güçlerin gelişimini ve dünyanın varlığını tehdit eden bir tarihsel tükenmişlik noktasına dayanmış olduğunun ifadesidir.
Evet kapitalist üretim tarzının doğasından kaynaklanan kriz(ler), sistemi sarıp sarsarken; kriz potansiyelini içinde taşıyan kapitalizm kendiliğinden çökmeyeceğini, “zırh içindeki ölü” olarak yaşamını sürdüre(bile)ceğini de ortaya koyuyor. Bu bağlamda sürdürülemez kapitalizmin yıkılışını nihai kriz kehanetine bağlayan yaklaşımlar özünde yanlıştır.
Burada Albert Einstein’ın, “Kapitalist toplumun ekonomik anarşisi bana göre ‘kötü’nün gerçek kaynağıdır,” uyarısının altını çizip, bir parantez açalım:
“Kapitalizmin kurbanları birleşip güçlendikçe, içinde yaşadığımız ekonomik sistem sorgulanıyor. Bu da kapitalizm savunucularını ayağa kaldırıyor. Destekledikleri sistemin ‘hangi tür’ kapitalizm olduğunu açıklamaya koyuluyor, belli koşullar ve sıfatlar icat ediyor. Örneğin ‘serbest piyasa’ kapitalizmi mi? Kusursuz rekabet var mı, bilinçli mi, sosyal sorumluluk sahibi mi, yenilikçi mi, vesaire mi? Kapitalizm savunucuları bu sıfatlardan bazılarından yoksun olan kapitalizm türlerini eleştiriyorlar. Hatta daha da ileriye giderek, ‘gerçek kapitalizm bu değil’ görüşünü savunuyorlar.
Türlü sıfatlar icat ederek kapitalizm türlerinde ayrıma gitmek, kapitalizm savunucularının eleştirileri de kabul etmelerini sağlıyor. Eleştirel görüşlerin ortaya koyduğu tezler de doğrudan kapitalizme yönelik değil, ‘mevcut türleri’ üzerine dillendirilmiş oluyor. Böylece savunucular, bir tür kapitalizmden kurtulup, yerine başka bir türünü koyarsak eksiklerin kaybolup gideceğini söyleyebiliyor.
Bu mantığa göre ‘serbest piyasa’ müritleri, var olan kapitalizm biçimlerine yönelik tüm eleştirileri sindirebiliyor. Gelir adaletsizliğini, istikrarsızlığı, haksızlıkları onlar da kınayabiliyor. Sonra da piyasanın ‘tamamen’ serbest olmadığını açıklıyorlar. Ekonomiyi ‘devlet denetiminde’ olmaktan çıkarıp, ‘serbestleştirecek’ politikalar savunuyorlar.
Savunucular için kapitalizm sözcüğünün önüne sıfatlar iliştirmek, kapitalizmin merkezindeki ‘üretim ilişkileri’ ile ilgili eleştirilere olanak sağlıyor. Eleştirilen kapitalizmin kendisi değil, önüne konan sıfat oluyor… Köle sahipleri, kölelere seçim şansı vererek kölecilik sistemini kurtarmaya çalıştılar. Fakat insanlar nihayetinde problemin köleciliğin biçimleriyle ilgili olmadığını anladılar. Kölecilik, problemin kendisiydi ve bitmeliydi. Kapitalizm de aynı tarihi dönüm noktasında.”[25]
O hâlde tarihi dönüm noktasında unutulmaması gereken Karl Marx’ın, “Eğer toplumu kapitalist değil de komünist bir toplum olarak düşünürsek, her şeyden önce, ortada ne para-sermaye diye bir şey olacak ne de bundan ileri gelen alışverişleri örten sahtelik,”[26] uyarısı olmalıdır.
* * * * *
Setenay Berdan çalışması boyunca, “Krizin kaynağının kapitalizm” olduğu gerçeğini ısrarla çiziyor.
Evet “Fren Tutmaz Birikim ve Kâr Oranlarının Düşme Eğilimi Yasası (Sermaye-Değer VI)”de (s.181) de yazarın değindiği üzere kâr oranlarındaki düşüş eğilimi kapitalist krizlerin ortaya çıkışında etkendir. Karl Marx, bu eğilimin, “modern iktisadın en önemli ve en karışık ilişkilerinin kavranması için hayati nitelikteki yasası” olduğunu belirtir ve “tarihi perspektiften en önemli yasadır,” der.[27]
Yani kâr oranlarının düşüş eğilimi kapitalistler arasındaki rekabeti kızıştıran ve dolayısıyla krizleri mayalayan bir faktörken; çanlar kapitalizm için çalıyor.
Kim ne derse desin sürdürülemez kapitalizmin içine girdiği krizle birlikte çöküşe doğru yol alıyor. Kapitalist üretim tarzının doğasından kaynaklanan krizleri nihai olarak ortadan kaldırmaya hiçbir burjuva hükümetin gücü yetmezken; kapitalist ekonomiye can veren tüm mekanizmalar birer birer tükenirken kapitalizmin kalbine giden bütün damarlar tıkanıyor.
Yazarın “İlk Perde: 1929 Bunalım”da (s.287) işaret ettiği felaket ile sürdürülemez kapitalizmin güncel kriziyle mukayese edildiğinde 1929 Büyük Depresyon dönemini bile aşan bir derinlik ve yaygınlıkta seyrediyor. Yeri gelmişken hatırlatmadan geçmeyelim: 1929-1930 Büyük Ekonomik Bunalımı, “Kara Perşembe” olarak anılan New York menkul kıymet borsasının çöküşü ile başlamış; ABD’de kısa sürede finansal kriz hâline dönüşmüş; 5 binden fazla çoğu tek şubeli yerel bankanın batmasına, 1200 dolayında bankanın da birleşme, satın almalar sonucu faaliyetinin sonlanmasına yol açarak bankacılık sistemini iflas eşiğine getirmiştir. Finansal kriz reel sektöre de sıçrayarak ABD’de 13 milyondan fazla kişinin işsiz kalmasına, milli gelirin de yaklaşık 1/3’ünün yitirilmesine yol açmıştı…[28]
İnsan(lık) için belâya dönüşmüş kapitalizmin durum, görmek isteyen gözler için aslında son derece aşikârken; fiziki sınırlarına yaslanan sürdürülemez kapitalist balon patlamaktadır. Sürdürülemez kapitalizm büyük çöküşüyle yüz yüzedir. Covid-19 salgını ile krizin sonuçları çok daha acı ve net biçimde ortaya çıkmaktadır.
Evet kapitalizmin krizi tüm yalanlara rağmen ağırlaşarak devam ediyor. Yaşananı “pandemi krizi” olarak adlandırmak bir çarpıtmadır; bu tür bir burjuva adlandırma, pandemi olmasa her şey çok daha farklı ve olumlu olacakmış düşüncesini empoze ettiği için problemlidir; ancak pandeminin hızlandırıcı bir faktör olduğu da “sır” değildir örneğin…
√ 2020’nin ikinci çeyreğinde (Nisan-Mayıs-Haziran ayları), ABD ekonomisi yüzde 9, Japon ekonomisi yüzde 10, Hindistan yüzde 24, İngiltere yüzde 22, AB yüzde 12 kadar küçüldü, Çin ekonomisi de ilk çeyrekte yüzde 10 küçülmüştü. Dünya ekonomisi tarihinde bu denli kısa süre zarfında ve bu denli küreselleşmiş bir başka ekonomik çöküş bulunmuyor![29]
√ Merkez kapitalist ülkelerde yüzde 10’lara varacak ve hatta aşacak iktisadi küçülmeler, 195 milyon yeni işsiz! Daha şimdiden yalnızca ABD’de dört hafta içerisinde 22 milyon işçi kapı önüne konulmuştur![30]
√ İngiltere ekonomisi 1709’dan beri en büyük daralmayı yaşıyorken; ‘Ulusal İstatistik Kurumu’, ülke ekonomisinin 2020’de yüzde 9.9 oranında küçüldüğünü açıkladı![31]
√ ‘Euler Hermes’e göre, 2019’da küresel iflaslarda gözle görülür bir artış gerçekleşti. 50 milyon Avro üzerinde ciroya sahip şirketlerin iflaslarında rekor artış yanında kümülatif ciroları 205 milyar Avro’yu aşan 342 büyük çaplı iflas yaşandı![32]
√ ‘Uluslararası Finans Enstitüsü’nün ‘Küresel Borç Monitörü’ raporuna göre, 2020’nin üç çeyreğinde küresel borç tutarı 15 trilyon dolar artarak 272 trilyon doların üzerine yükseldi![33]
√ ‘Dünya Bankası’nın ‘Küresel Borç Dalgaları: Nedenler ve Sonuçlar’ raporunda son elli yılda küresel ekonomide dört büyük borç dalgası yaşandığına, her birinin de krizle sonuçlandığına dikkat çekildi. Rapora göre Gelişmekte Olan Ülkelerin (GOÜ) borçları tarihte görülmemiş bir düzeye 55 trilyon dolara, Gayri Safi Milli Hasılalarının (GSYH) yüzde 170’ine dayandı. 2010’dan başlayarak hızlı bir ivme yakalayan küresel borçlar da (merkez ülkelerin borçları da hesaba katılarak) küresel GSYH’nin yüzde 230’una tırmandı![34]
Verili açmazlara ilişkin kapitalist makyajlara gelince; yapay yöntemlerle krizi atlatma ve büyük çöküşü öteleme çabaları, her seferinde krizi daha da ağırlaştırmaktan başka bir işe yaramamaktadır.
Çünkü sürdürülemez kapitalizmin temel açmazı, üretim araçlarının özel mülkiyeti ile üretimin ve üretici güçlerin toplumsal karakteri arasındaki çelişkiyle müsemmadır. Bu çelişki iktisadi alanda kendisini kâr oranlarının düşme eğiliminde, aşırı-üretim olgusunda ve kimi belirgin orantısızlıklar/dengesizliklerde açığa vurur. Kapitalizmin yapısal çelişkiden kaynaklanan soru(n)lardan kaçıp kurtulması mümkün değildir.
Sürdürülemez özellikleriyle kapitalizm artık tarihsel bir gerileme ve durgunluk eğilimi içine girmiştir. Bu bir sistem krizidir, tüm sistemi, onun tüm alanlarını kapsamakta ve sistemi bir varoluş sorunuyla karşı karşıya getirmektedir. Kapitalizm insanlık açısından artık tamamen yıkıcı bir çürümeye dönüşmüştür.
Çünkü emeğin yanı sıra doğanın da dizginsizce talan edilmesi, kapitalizm çerçevesinde aşılması mümkün olmayan bir ekolojik kriz de yaratmıştır. Sistem krizinin son derece önemli boyutlarından biridir bu.
Tüm bunlar, on milyonlarca insanın hem yoksul bölgelerden hem de savaş alanlarından kaçıp hayatta kalmak üzere yollara düşmesiyle doğan bir göç krizini de beslemektedir. Bu durum suiistimal edilerek ileri kapitalist ülkelerde ırkçılığın yükseltilmesinin bahanesi hâline getirilmektedir. Avrupa’daki faşist hareketler bu konuyu suiistimal ederek güç topluyorlar. Dolayısıyla göçmen sorununun doğru bir temelde çözülmesi için mücadele aynı zamanda faşizme karşı mücadele anlamına gelmektedir.
Gündelik yaşamda artan şiddet, suç oranlarındaki patlama, çürüme, yozlaşma ve lümpenleşme ile kendini ortaya koyan bir kültürel insan(lık) krizi de söz konusudur.
Ve nihayet yerküreyi sarıp sarsan distopik manzara, kapitalizmin tarihsel tıkanmışlığıyla, bu tıkanmışlığın sürdürülemezliğinde ifadesini buluyorken; Karl Marx’ın, “Birdenbire patlak veren çöküşe kadar”[35] notunu düştüğü sürecin öncesinde “Kapitalist üretim, sürekli olarak, kendi niteliğinden gelen bu engellerin üstesinden gelmeye çalışır, ama bunu ancak, bu engelleri tekrar kendi yoluna ve hem de daha heybetli ölçekte koyarak becerir.”[36]
Yani kapitalizm soru(n) çöz(e)mez; aksine çoğaltırken; kapitalizmin ekonomik krizleriyle işçi sınıfının mücadelesi arasındaki ilişkiyi mekanik bir tarzda değil, somut yaşamda olayların akışını belirleyen pek çok nesnel ve öznel faktörün diyalektik ilişkisi içinde kavramak gerekiyor.
Krizler işçi sınıfının devrimci mücadelesinde otomatik olarak yükselişlere yol açmıyor. Ekonomi ile siyaset arasında karşılıklı fakat karmaşık bir etkileşim vardır. İşçi hareketinin siyasal ve örgütsel düzeyi, genel moral durumu, mücadele azmi ya da tersine mücadele yorgunluğu gibi faktörler, işçilerin krize gösterecekleri tepkinin de niteliğini belirler. Olumsuz koşullar işçi sınıfını ekonomik kriz karşısında büsbütün geriletip, böylece burjuvaziye soluk alma fırsatı verebilir.
Ancak şunun da kesinlikle unutulmaması gerekiyor: Krizin sorumlusu sermayedir, onun temsilcileridir, patronlardır, onun düzenidir. İşçi sınıfı sorumlusu olmadığı bu yıkımın yükünü sırtlanmayı reddetmeli, kendisine kurtuluşu vadeden iktidardan hesap sormalı ve asıl faturayı o, burjuvaziye ve kapitalizme çıkarmalıdır!
* * * * *
Diyeceklerimizi toparlayacak olursak; yazarın “Pompei Kronolojisi”nde (s.441) işaret ettiği düzlemde birbirini izleyen dalgalanmalar sosyal hayatın her köşesinde iz bıraktıkça, patlama döneminden çöküntü dönemine geçiş veya bunun aksi, en büyük tarihi bunalım ve devrimleri doğuracaktır.
Noam Chomsky’nin, “Alışılmış zihinsel düzenler değiştiğinde devrim patlak verir”; Michael Löwy’nin, “Devrim, kendini özgürleştirmek olmalı,” notunu düştükleri devrim,[37] bir devrimci durumu “olmazsa olmaz” kılar; tabii “Devrimin Güncelliği”ne sırt dönmeden ve kapitalist vahşetin hiçbir versiyonu ile uzlaşmayıp, Karl Marx’ın, “Komünistlerin teorisi tek bir cümlede toplanabilir; özel mülkiyetin lağvedilmesi,” kesinliğine V. İ. Lenin’in de uyarılarını ekleyerek:
“İşçiler ve tüm emekçiler aç, çıplak, bitmiş ve tükenmiş bir durumda iken saf demokrasiden, genel olarak demokrasiden, eşitlikten ve özgürlükten söz etmek, emekçiler ve sömürülenler ile alay etmek demektir”!
“Ezilenler ile ezenlerin, sömürülenler ile sömürenlerin ‘eşitliği’ olamaz, yoktur ve olmayacaktır”!
“Kapital iktidarda kaldıkça, değil yalnız toprak, değil yalnız insan emeği, değil yalnız insan kişiliği, değil yalnız vicdan, değil yalnız aşk, değil yalnız bilim, her şey, her şey kaçınılmaz olarak alınıp satılacaktır”!
* * * * *
Son bir şey de Karl Marx’ın, “İktisatçılar nasıl burjuva sınıfının bilimsel temsilcileriyse, sosyalistler ve komünistler de proleter sınıfın teorisyenleridir,”[38] tarifine tıpatıp uyan Setenay’ın Berdan’ın çalışmasının bizlere, Huey Newton’un şu sözlerini anımsattığıdır:
“Bir devrimciyi hapsedebilirsiniz ama devrimi hapsedemezsiniz. Bir özgürlük savaşçısını ülke içinde kovalayabilirsiniz, ama özgürlük savaşımını kovalayamazsınız. Bir kurtarıcıyı katledebilirsiniz, ama kurtuluşu katledemezsiniz…”
15 Şubat 2021 15:02:54, İstanbul.
N O T L A R
[*] Leninist Teori, Kitap Dizi-2, Eylül 2021…
[1] Karl Marx, Kapital, C:1, çev: Alaattin Bilgi, Sol Yay., 1965.
[2] Charles Dickens, İki Şehrin Hikâyesi, çev: Meram Arvas, Can Yay., 2018
[3] Setenay Berdan, Kapitalizmin Sonu-Teorik Analiz/ Bunalımlar Tarihi, Yeni Dönem Yay., 2020, 455 sahife.
[4] “Gramsci’nin doğduğu yer olan Sardunya, İtalya’nın arkaik değilse de geri ve yarı-kolonyal yanını örnekliyordu; Gramsci’nin işçi sınıfı önderi olduğu Fiat fabrikalarının bulunduğu Torino, şimdiki gibi o zaman da sanayi kapitalizminin en ileri aşamasını ve göçmen köylülerin yığınlar hâlinde işçilere dönüşmesini temsil etmekteydi. Başka bir ifadeyle, zeki bir İtalyan Marksisti, hem gelişkin kapitalist dünyanın hem de ‘Üçüncü Dünya’ ve ilişkilerinin niteliğini kavramak açısından (tam olarak birine ya da diğerine ait olan ülkelerin Marksistlerinden farklı olarak) olağanüstü biçimde avantajlı bir konumdaydı. Yeri gelmişken belirtelim ki bundan dolayı, Gramsci’yi basitçe bir ‘Batı komünizmi’ teorisyeni saymak yanlış olacaktır. Onun düşüncesi ne yalnızca sanayi bakımdan ileri ülkelere özgüydü ne de yalnızca o ülkelere uygulanabilirdi.” (Eric J. Hobsbawm, Dünya Nasıl Değişir, çev: Osman Akınhay, Agora Kitaplığı, 2014, s.354.)
[5] “Cezaevlerin Bin 334 Ağır Hasta Var”, Birgün, 3 Haziran 2020, s.13.
[6] “Cezaevlerinde 1 Yılda 4 Bin 805 Hak İhlâli”, Birgün, 23 Ocak 2021, s.7.
[7] Dilan Esen, “Cezaevleri AKP’nin Eseri!”, Birgün, 18 Ocak 2021, s.7.
[8] Setenay Berdan, Kapitalizmin Sonu-Teorik Analiz/ Bunalımlar Tarihi, Yeni Dönem Yay., 2020, s.455.
[9] José Saramago, Körlük, çev: Işık Ergüden, Kırmızı Kedi Yay., 2017.
[10] Antonio Gramsci, Modern Prens Machiavelli, Siyaset ve Modern Devlet Üzerine, çev: Pars Esin, Dipnot Yay., 2014.
[11] Karl Marx, Kapital, Sermayenin Üretim Süreci, Cilt: I, çev: Alaattin Bilgi, Sol Yay., 1965, s.661.
[12] Karl Marx, Ücret, Fiyat ve Kâr, çev: Sevim Belli, Sol Yay., 1965.
[13] Karl Marx, Artı- Değer Teorileri-1, çev: Yurdakul Fincancı, Sol Yay., 1998.
[14] Karl Marx, Kapital, Sermayenin Üretim Süreci, Cilt: I, çev: Alaattin Bilgi, Sol Yay., 1965, s.592.
[15] Karl Marx-Friedrich Engels, Komünist Manifesto ve Komünizmin İlkeleri, çev: Muzaffer Erdost, Sol Yay., 1976.
[16] “Makine, kredi vb. kadar doğrudan kölelik de burjuva sanayisinin eseridir. Köle olmadan pamuk olmaz, pamuk olmadan modern sanayi olmaz. Sömürgelere değeri kazandıran kölelik olduğu gibi, dünya ticaretini yaratan da kölelik olmuştur ve büyük sanayinin önkoşulu da dünya ticaretidir. Demek ki, kölelik son derece büyük öneme sahip bir ekonomik kategoridir.” (Karl Marx, Felsefenin Sefaleti, çev: Ahmet Kardam, Sol Yay., 1976, s.119.)
[17] Karl Marx, 1844 Elyazmaları-Ekonomi Politik ve Felsefe, çev: Kenan Somer, Sol Yay., 1976, s.112.
[18] “Meta, içeriğinden yani emekten kopup ayrılmaz. Meta, hem şey (kullanma) olarak hem de değer (mübadele) olarak bir insan ürünüdür. Emeğe ve üretici emeğin iç çelişmelerine oranla meta, hem ölçülen hem de ölçendir. Meta ancak kapsadığı emek dolayısıyla değer taşır (ortalama toplumsal emek zamanı, der Marx); ama emek de, en sonunda, ancak ·meta üretici olması ve bizzat meta olması bakımından (iş zamanı ve gücü olarak) değer taşımak durumuna gelmiştir.” (Henri Lefebvre, Marx’ın Sosyolojisi, çev: Selahattin Hilav, Sorun Yay., 1996.)
“İşbölümünün kendine özgü birtakım sonuçları vardır. Bunlar özellikle maddi ve maddi olmayan emek arasındaki bölünmeden kendini gösterir.” (Henri Lefebvre, Marksizm, çev: Vedat Günyol, Alan Yay., 1990.)
“Bir toplum nedir? Marksist çözümlemeye göre, her şeyden önce ekonomik bir temeldir: Maddi nesneleri ve metaları üreten emektir, işbölümü ve işin örgütlenmesidir. Sonra bir yapıdır: Aynı anda hem yapılanan hem de yapılandıran, ‘temel’ tarafından belirlenen ve mülkiyet ilişkilerini belirleyen toplumsal ilişkilerdir. Son olarak, tüzel oluşumları (kanunlar), kurumları (bu arada Devlet’i) ve ideolojileri içeren üstyapılar gelir. Şema bu şekildedir.” (Henri Lefebvre, Modern Dünyada Gündelik Hayat, çev: Işın Gürbüz, Metis Yay. 2011, s.43.)
[19] Süleyman Acar, “Setenay Berdan’ın ‘Kapitalizmin Sonu’ Kitabı Üzerine”, Leninist Teori, Kasım-Aralık-Ocak 2020-2021, s.74.
[20] Sophokles, Antigone, çev: Ari Çokona, İş Bankası Kültür Yay., 2014.
[21] Karl Marx, Kapital, Sermayenin Üretim Süreci, Cilt: I, çev: Alaattin Bilgi, Sol Yay., 1965, s.88.
[22] Karl Marx, Kapital, Sermayenin Üretim Süreci, Cilt: I, çev: Alaattin Bilgi, Sol Yay., 1965, s.782.
[23] Friedrich Engels, “Ekonomi Politiğin Bir Eleştiri Denemesi”, Karl Marx, 1844 El Yazmaları: Ekonomi Politik ve Felsefe, çev: Kenan Somer, Sol Yay., 1993, s.370.
[24] V. İ. Lenin, Emperyalizm: Kapitalizmin En Yüksek Aşaması, çev: Cemal Süreya, Sol Yay., 1969, s.22.
[25] Richard Wolff, “Kapitalizmin Sıfatları”, Birgün, 25 Ocak 2021, s.5.
[26] Karl Marx, Kapital, Cilt II: Sermayenin Dolaşım Süreci, çev: Alaattin Bilgi, Sol Yay., 1976.
[27] Karl Marx, Grundrisse: Ekonomi Politiğin Eleştirisi İçin Ön Çalışma, çev: Sevan Nişanyan, İletişim Yay., 4. baskı, 2014, s.682.
[28] Öztin Akgüç, “Büyük Ekonomik Bunalımdan Çıkış”, Cumhuriyet, 1 Nisan 2020, s.10.
[29] Oktay Baran, “Sınırlarına Dayanan Kapitalist Balon”, 25 Eylül 2020… https://marksist.net/oktay-baran/sinirlarina-dayanan-kapitalist-balon
[30] Oktay Baran, “Kapitalizmin Tarihsel Sistem Krizi”, 22 Nisan 2020… https://marksist.net/oktay-baran/kapitalizmin-tarihsel-sistem-krizi
[31] “İngiltere Ekonomisi 1709’dan Bu Yana En Büyük Daralmayı Yaşıyor”, 12 Şubat 2021… https://www.avrupademokrat.com/ingiltere-ekonomisi-1709dan-bu-yana-en-buyuk-daralmayi-yasiyor/
[32] “Küresel Düzeyde İflaslarda Gözle Görülür Artış Oldu”, Cumhuriyet, 11 Şubat 2020, s.11.
[33] “Uluslararası Finans Enstitüsü: Küresel Borçlar 272 Trilyon Doları Aşarak Rekor Kırdı”, 19 Kasım 2020… http://direnisteyiz28.org/uluslararasi-finans-enstitusu-kuresel-borclar-272-trilyon-dolari-asarak-rekor-kirdi/
[34] Hayri Kozanoğlu, “Dünya Bankası’ndan Borç Krizi Uyarısı”, Birgün, 24 Aralık 2019, s.11.
[35] Karl Marx, Kapital, Ekonomi Politiğin Eleştirisi, Cilt III: Bir Bütün Olarak Kapitalist Üretim Süreci, çev: Alaattin Bilgi, Sol Yay., 1978, s.430
[36] Karl Marx, Kapital, Ekonomi Politiğin Eleştirisi, Cilt III: Bir Bütün Olarak Kapitalist Üretim Süreci, çev: Alaattin Bilgi, Sol Yay., 1978, s.221.
[37] “Gramsci’nin devrim ısrarı sadece mülksüzleştiricilerin mülksüzleştirilmesini değil, bunun yanı sıra, İtalya’da olduğu gibi-geçmişin hem yadsınması hem doğrulanması olarak- bir halkın yaratılmasını, bir ulusun gerçek kılınmasını temel almaktaydı. Gerçekten Gramsci’nin yazıları, geçmişte bir devrimde neyin devrimcileştirildiğine, neyin niçin ve nasıl korunduğuna dair -nadiren tartışılmış- çok önemli bir sorunu, süreklilik ile devrim arasındaki diyalektik sorununu ortaya koyar.” (Eric J. Hobsbawm, Dünya Nasıl Değişir, çev: Osman Akınhay, Agora Kitaplığı, 2014, s.367.)
[38] Karl Marx, Felsefenin Sefaleti, çev: Ahmet Kardam, Sol Yay., 1976.