John Pilger[1] – Çeviren: Mestan Dilbilmez – 18 Şubat 2022 – Dünyadan Çeviri
Marshall McLuhan’ın “siyasetin halefi propaganda olacak” kehaneti gerçekleşti. Ham propaganda artık Batı demokrasilerinde, özellikle ABD ve Britanya’da kural haline geldi.
Savaş ve barış konularında hükümetlerin aldatmacaları haber olarak bildiriliyor. Uygunsuz gerçekler sansürlenir, şeytanlar beslenir. Model, çağın para birimi olan kurumsal laf çevirmeleridir. 1964’te McLuhan “aracının mesajın kendisi olduğunu” [“The medium is the message.”] ilan etmesi ünlendi. Yalan şimdi mesajdır.
Ama bu yeni mi? Laf çevirmenin babası Edward Bernays’in savaş propagandası için bir kılıf olarak “halkla ilişkileri” icat etmesinin üzerinden bir asırdan fazla zaman geçti. Yeni olan, ana akımdaki muhalefetin sanal olarak ortadan kaldırılmasıdır.
The Captive Press‘in yazarı, büyük editör David Bowman, bunu “bir çizgiyi takip etmeyi ve nahoş olanı yutmayı reddeden ve cesur olan herkesin bir pencereden fırlatılıp atılması [defenestration]” olarak adlandırdı. Bağımsız gazetecilerden ve kurumlardaki yasadışı uygulamaları ifşa edenlerden, bir zamanlar medya kuruluşlarının sıklıkla gururla yer verdiği dürüst başına buyruklardan [mavericks] bahsediyordu. Uzay kaldırıldı.
Son haftalarda ve aylarda bir gelgit dalgası gibi haddelenmiş savaş histerisi bunun en çarpıcı örneğidir. “Anlatıyı şekillendirmek”, jargonuyla bilinir; çoğu olmasa da çoğu saf propagandadır.
Ruslar geliyor. Rusya kötüden de beter. Putin kötüdür; İşçi Partisi Milletvekili Chris Bryant’ın ağzından salyalar akıta akıta: “Hitler gibi bir Nazi”. Ukrayna, bu gece, bu hafta, gelecek hafta Rusya tarafından işgal edilmek üzere. Kaynaklar arasında, şu anda ABD Dışişleri Bakanlığı adına konuşan ve “ABD hükümetinden geldiği” için Rusya’nın eylemleriyle ilgili iddialarına dair hiçbir kanıt sunmayan eski bir CIA propagandacısı da var.
Kanıtsızlık kuralı Londra’da da geçerlidir. Canberra hükümetini hem Rusya’nın hem de Çin’in saldırmak üzere olduğu konusunda uyarmak için özel bir uçakla Avustralya’ya uçarak 500.000 £ kamu parası harcayan Britanya Dışişleri Bakanı Liz Truss, hiçbir kanıt sunmadı. Antipodlar [Antipodean: Avusturalya ve Yeni Zelanda’lılar için kullanılan, dünyanın tam zıt tarafındakiler anlamına gelen bir adlandırma] başlarını salladı; “anlatı” orada tartışılmaz. Nadir bir istisna olan eski başbakan Paul Keating, Truss’un savaş çığırtkanlığını “çılgın” olarak nitelendirdi.
Truss, Baltık ve Karadeniz ülkelerini kaygısızca karıştırdı. Moskova’da, Rus dışişleri bakanına, Britanya’nın Rostov ve Voronej üzerindeki Rus egemenliğini asla kabul etmeyeceğini söyledi -ta ki kendisine bu yerlerin Ukrayna’nın değil Rusya’da olduğu kendisine işaret edilene kadar. Downing Street No: 10’a [başbakanın adresi] giden bu sahtekârın soytarılığı hakkında Rus basınını okuyun ve başkası adına utanın.
Kısa süre önce Moskova’da Boris Johnson’ın kahramanı Churchill’in palyaço çeşitlemesini oynadığı bu maskaralık, gerçekleri, tarihsel anlayışı ve savaşın gerçek tehlikesini kasten kötüye kullanma olmasaydı, hiciv olarak kabul edilebilirdi.
Vladimir Putin, Ukrayna’nın Doğu Donbas bölgesindeki “soykırım”dan söz ediyor. 2014’te Ukrayna’da, Barack Obama’nın Kiev’deki “sözcüsü” Victoria Nuland tarafından yönetilen darbenin ardından, neo-Nazilerin istilasına uğrayan darbe rejimi, Ukrayna’nın nüfusunun üçte birini oluşturan Rusça konuşan Donbas’a karşı bir terör kampanyası başlattı.
Kiev’deki CIA direktörü John Brennan tarafından denetlenen “özel güvenlik birimleri”, darbeye karşı çıkan Donbas halkına yönelik vahşi saldırıları eşgüdümledi. Video ve görgü tanığı raporları, faşist çetelerin Odesa Kenti’ndeki sendika genel merkezini yakarak içeride mahsur kalan 41 kişiyi öldürdüğünü gösteriyor. Polis seyirci kalıyor. Obama, “uygun şekilde seçilmiş” darbe rejimini “dikkate değer kısıtlamaları” nedeniyle tebrik etti.
ABD medyasında Odessa vahşeti, “milliyetçilerin” (neo-Naziler) “ayrılıkçılara” (federal bir Ukrayna referandumu için imza toplayan insanlar) saldırdığı “karanlık” ve “trajedi” [bir olay olarak] olarak gösterildi. Rupert Murdoch’un Wall Street Journal Gazetesi kurbanları lanetledi: “Hükümet, Ölümcül Ukrayna Yangınının Muhtemelen İsyancılar Tarafından Çıkarıldığını, Söylüyor“.
Amerika’nın Rusya konusunda önde gelen otoritesi olarak kabul edilen Profesör Stephen Cohen şunları yazdı:
“Odesa’da etnik Rusların ve diğerlerinin kıyım gibi yakılarak öldürülmesi… İkinci Dünya Savaşı sırasında Ukrayna’daki Nazi imha ekiplerinin anılarını yeniden canlandırdı. […] 1920’lerin sonlarında ve 1930’ların sonunda Almanya’yı alevlendirenleri anımsatan meşaleli yürüyüşlerin yanı sıra [bugün] geylere, Yahudilere, yaşlı etnik Ruslara ve diğer “saf olmayan” vatandaşlara yönelik fırtına birlikleri benzeri saldırılar Kiev yönetimindeki Ukrayna’da yaygın hale geldi…
“Polis ve resmi makamlar, bu neo-faşist eylemleri önlemek ya da kovuşturmak için neredeyse hiçbir şey yapmıyor. Aksine, Kiev, Nazi Alman imha pogromlarının yanı sıra Ukraynalı işbirlikçilerin onuruna sokakları adlandırarak, onlar için anıtlar dikerek, onları yüceltmek için tarihi yeniden yazarak ve daha da fazlasını yaparak, işbirlikçileri sistematik olarak rehabilite ederek ve anarak, neo-faşistleri resmen cesaretlendirdi…”
Günümüzde neo-Nazi Ukrayna’dan nadiren söz ediliyor. Britanya’nın, neo-Nazileri de içeren Ukrayna Ulusal Muhafızlarını eğittiği haber bile değil. (Matt Kennard’ın Consortium News‘de 15 Şubat’ta yayınlanan gizliliği kaldırılmış haberine bakın.) Şiddet yanlısı, desteklenen faşizmin 21. yüzyıl Avrupası’na dönüşü, Harold Pinter’dan alıntı yapmak gerekirse, “asla olmadı… bu meydana gelirken bile.”
16 Aralık’ta Birleşmiş Milletler, “Nazizmin, neo-Nazizmin ve çağdaş ırkçılık biçimlerini körüklemeye katkıda bulunan diğer uygulamaların yüceltilmesiyle mücadele” çağrısında bulunan bir kararı masaya yatırdı. Buna karşı oy kullanan tek ülke ABD ve Ukrayna oldu.
Hemen hemen her Rus, Hitler’in 1941’de Ukrayna’nın Nazi kültüne tapanlar ve Nazi işbirlikçileri tarafından desteklenen tümenlerinin batıdan süpürüldüğü yerin Ukrayna’nın “sınır bölgesinin” düzlüklerinden geçtiğini biliyor. Sonuç 20 milyondan fazla Rus’un ölümüydü.
Oyuncuları kim olursa olsun, jeopolitiğin manevralarını ve sinizmini bir kenara bırakan bu tarihsel hafıza, BM’nin Nazizmi yasadışı ilan etmek için 130’a karşı 2 oyladığı haftada, Moskova’da yayınlanan saygı-arayan, kendini korumayı hedefleyen Rusya’nın güvenlik önerilerinin arkasındaki itici güçtür. Bunlar:
- NATO, Rusya’ya sınırı olan ülkelerde füze konuşlandırmayacağını garanti ediyor. (Slovenya’dan Romanya’ya füzeler çoktan yerleştirildi; bunu Polonya takip edecek.)
- NATO, Rusya sınırındaki ülkelerde ve denizlerde askeri ve deniz tatbikatlarını durduracak.
- Ukrayna NATO üyesi olmayacak.
- Batı ve Rusya bağlayıcı bir Doğu-Batı güvenlik paktı imzalayacak.
- ABD ile Rusya arasında orta menzilli nükleer silahları kapsayan dönüm noktası niteliğindeki anlaşma yenilenecek. (ABD, 2019’da terk etti.)
Bunlar, savaş sonrası Avrupa’nın tamamı için kapsamlı bir barış planı taslağı anlamına geliyor ve Batı’da memnuniyetle karşılanmalıdır. Ama Britanya’daki önemini kim anlıyor? Onlara söylenen, Putin’in bir parya ve Hıristiyan âlemi için bir tehdit olduğu.
Yedi yıldır Kiev’in iktisadî ablukası altında olan Rusça konuşan Ukraynalılar, hayatta kalma mücadelesi veriyor. Adını nadiren duyduğumuz “kitlesel” ordu, Donbas’ı kuşatan 13 Ukrayna ordusu tugayıdır: tahminen 150.000 asker. Saldırırlarsa, Rusya’ya yönelik provokasyon neredeyse kesin olarak savaş anlamına gelecektir.
2015 yılında Almanlar ve Fransızların arabuluculuğunda Rusya, Ukrayna, Almanya ve Fransa cumhurbaşkanları Minsk’te bir araya gelerek geçici bir barış anlaşması imzaladı. Ukrayna, şimdi kendi kendini ilan eden Donetsk ve Luhansk cumhuriyetleri olan, Donbas’a özerklik teklif etmeyi kabul etti.
Minsk anlaşmasına hiçbir zaman şans verilmedi. Britanya’da, Boris Johnson tarafından vurgulanan çizgi, Ukrayna’ya dünya liderleri tarafından “dikte ettirildiği” yönünde. Britanya ise Ukrayna’yı silahlandırıyor ve ordusunu eğitiyor.
Birinci Soğuk Savaş’tan bu yana NATO, Yugoslavya, Afganistan, Irak ve Libya’daki kanlı saldırganlığını sergileyerek ve geri çekilmeye yönelik ciddi vaatlerini bozarak Rusya’nın en hassas sınırına etkili bir şekilde yürüdü. Avrupalı “müttefikleri” kendilerini ilgilendirmeyen Amerikan savaşlarına sürükledikten sonra, konuşulmayan büyük şey, NATO’nun kendisinin Avrupa güvenliğine yönelik gerçek tehdit olduğudur.
Britanya’da, “Rusya” denilince bir devlet ve medya yabancı düşmanlığı tetikleniyor. BBC’nin Rusya’yı haberleştirdiği, kolayca öngörülebilir düşüncesiz düşmanlığa dikkat edin. Neden? İmparatorluk mitolojinin restorasyonu her şeyden önce kalıcı bir düşman gerektirdiği için mi? Elbette daha iyisini hak ediyoruz.
[1] John Pilger ödüllü bir gazeteci, film yapımcısı ve yazardır. Biyografisinin tamamını buradaki kendi web sitesinden okuyun ve onu Twitter’da takip edin: @JohnPilger.