Covid-19 pandemisinin dünya genelinde sonu görünüyor gibi, ancak virüsün sonuçları gelecekte uzun yıllar boyunca hissedilmeye devam edecek.
Salgın şimdi dünya çapında 5.9 milyon can aldı, uzmanlar ise ölüm oranının aslında çok daha yüksek olduğunu belirtiyor. Gerçek sayı ne olursa olsun, Covid-19 ile ilgili ölümler, dünya çapında cesetlerin ve toplu mezarlıkların aşırı artmasına yol açtı ve mezarlık alanlarını adeta “boğdu.”
Yeni yapılan bir çalışma ise, bu normalin üzerindeki ölümlerin sonucu ortaya çıkan ekstra bedenlerin çevresel etkisinin canlıları da tehdit ettiğini gösteriyor.
Cesetlerin oluşturduğu riskler
Çevre Bilimi ve Kirlilik Araştırması’nda yayımlanan araştırmaya göre, pandemi sırasında çok daha yüksek sayıda insan kaybından kaynaklanan mezarlık kirliliği, çevredeki kentsel çevreyi de etkileyebilir.
Bir beden çürümeye başladığında, ayrışma sürecinde mezarlık sızıntı suyu olarak bilinen bir sıvı üretiyor. Çalışmada “canlılar için son derece toksik olan ve ayrıca kanser gibi hastalıklarla ilişkili olabilecek” söz konusu sıvının “mineral tuzları ve organik maddeler açısından zengin” olduğunu belirtiliyor.
Geçmişte, kentlerden ve insanlardan uzakta inşa edilen mezarlıklar artık şehirlerin ortasında kaldı ve insan yerleşimlerinin hemen yanında ya da içinde yer alıyor.
Çalışmada, cesetlerdeki kalp pillerinden çıkan metaller, kişinin gömüldüğü herhangi bir mücevher ve hatta tabutun kendisinden gelen cilalar ve metallerin bile toprağa sızabileceğine dikkat çekiliyor. Ancak bu süreç bir gecede gerçekleşmiyor. Mezarlık sızıntı suyunun birikmesi zaman alıyor ve genellikle ortalama üç yıldan sonra ayrışan vücuttan salınmaya başlıyor.
Süreç aynı zamanda mezarlığın iklimine de bağlı. Daha yüksek sıcaklıklara ve yağışa sahip bölgelerde, diğerlerine göre daha yüksek seviyelerde ağır metal kirliliği görülmesi de daha muhtemel.
Euronews‘in aktardığına göre, Güney Brezilya’daki kentsel mezarlıkların topraklarındaki metalleri inceleyen Alcindo Neckel, Popular Science’e şunları söylüyor:
“70 kg ağırlığındaki bir ceset, çürürken 13 kg mezarlık sızıntı suyu salacaktır. Yüzlerce cesedin gömülü olduğu ve toprağın ve yeraltı suyunun ne kadar kötü bir şekilde kirleneceği bir mezarlığı düşünün. Bu sadece bir halk sağlığı sorunu değil, aynı zamanda büyüyen şehirlerin ekonomik bir sorunudur. Bu gidişle ölüler yaşayanları yavaş yavaş zehirleyecek.”
Ülkelerde alınan önlemler neler?
Yeraltı suyunun kirlenme riskini azaltmak için birçok ülkede cesetlerin gömülmesi için katı kurallar bulunuyor.
Birleşik Krallık‘ta gerekli olan minimum yeraltı suyu koruması; bir cesedi “insan tüketimi için su sağlayan herhangi bir kuyudan, sondaj kuyusundan veya kaynaktan en az 250 metre uzağa ve nsan tüketimi için kullanılmayan herhangi bir kaynak veya su yolundan en az 30 metre uzakta”” gömmeyi içerior.
Mezarlar ayrıca zeminin doygun olduğu derinliğe de dikkat ederek kurgulanıyor. Bu, mezarın kazıldıktan sonra içinde durgun su olmaması gerektiği anlamına geliyor.
Japonya’da ise yaşlanan nüfus ve yer darlığı nedeniyle, cesetlerin yüzde 99,9’u yakılıyor. Bu yöntem, mezarlıklar nedeniyle yeraltı suyu kirlenmesi sorununu tamamen ortadan kaldırıyor.
Türkiye‘de ise Belediye Mezarlıkları Nizamnamesi‘ne göre, “beldenin nüfusuna ve senelik umumi vefiyatına göre tesis edilecek olan mezarlıkların genişliği, mevkii ve meskenlere mesafesi, toprağının vasıfları, su menbalarına ve mecralarına zararı olup olmadığı; bu gün mevcut olup belediyece istimaline muvakkaten müsaade edilen mezarlıkların fenni ve sıhhi şartları haiz olup olmadığı ve tamamen veya kısmen terki veya istimalde devam icap edip etmediği” Bakanlar Kurulu’nca belediye yetkililerinin tasarrufuna bırakılmış.
Ayrıca, mezarlıklarda kar ve yağmur sularının birikmesinde meydan verilmeyecek surette sel yolları veya mecraları yapılması ve bu sular umumi mecra varsa oraya yok ise üstü kapalı derin bir çukura akıtılacağı da hükme bağlanmış durumda.
Ancak, çoğu ülkede bu tür katı önlemlere uyulmuyor. Hindistan’da, ikinci Covid dalgası sırasında birçok ceset Ganj Nehri yakınında sığ toplu mezarlara gömülmüştü ve bunların çoğu mevsimsel selden sonra yeniden ortaya çıkmıştı.
Cesetler yeterince gömülmezse kolera gibi hastalıklar su yollarına yayılabileceğinden, bu durum yerel halk arasında sağlıkla ilgili endişeleri artırmıştı.