Bir gün bir sendika seçimi yapılır. Seçime üyelerin önemli bir bölümü katılmaz. Usül takip edilir ve sendikaya bir yönetim kurulu seçilir. Ancak bu gerçekleşirken, temsil edenler ile temsil edilenler arasındaki mesafe o kadar fazla olur ki kimi zaman sendika ile işçilerin sorunları arasında uzaktan bir ilişki kalmaz.
Yönetim diyaloğunu kaybettiği veya kaybettirildiği kitleleri yeniden dahil etmeye dair bir ilgi duymaz, mağdurlar bu durumdan dolayı hem sendika hem de zayıf durumundan faydalanan veya hakkını gasp edeni eleştirir.
Sendikacı eleştiri altında olduğunu fark edince onu eleştirenlere karşı cephe alır, emek düşmanlığı ile emekçiye saldırabilir. Sendikaya karşı gerçekleştirilen eleştirinin haksız olduğunu, esas hakları gasp eden yönetimde aranmasını söyler.
Zaman geçerken, sendikacı iktidarını perçinler, üye sayısı belki azalır ancak sendika “örgüttür” suç örgütsüz kalıp mağdur olanın hanesine yazılır. Sonuçta sendika her halinde sevilmelidir, sendika kutsaldır. Bu sendikanın adı olmak zorunda değildir.
Konuya bu açıdan baktığımızda sendikanın uzaktan baktığı bir işçinin, onu temsil etme kabiliyeti aşınmış sendikaya yanaşmamasını haklı bulanlar olacaktır. Bulmayanlar olacaktır. Ancak o araçla istenilen bir hakkın mücadeleni vermek çok güç veya imkansız olduğu açıktır.
Bunu görmek isteyip istememek esas meseledir. Seçimlerde boykot konusunu da bu gözden incelemek faydalı olabilir.
Kaygıları olan yurttaşlardan söz ediyoruz. Bozulan demografik düzenden, gasp edilen iradeden, altı oyulan kamu kuruluşlarının durumundan, yoksullaşmaktan kaygılı yurttaşlar vardır. Ancak, sorunları çözeceği araç olarak ortaya konulan makamların görevi esasen bu sorunları derinleştirmek olduğuna dair bir olgu ile karşı karşıyayız.
Bu olguyu açığa çıkarmak, iktidara doğru bildiğini söylemek sadece seçime dair değil ahlaki bir duruştur. Kaygı duyulan konulara karşı müdahale yapacak yöntemin eksikliği, sona ermeyen kolonyalizme karşı araçsız kalındığını ifade etmek, dönüştürücü iklim olmaksızın sorunları derinleştiren bir olguyu araçsallaştırmanın faydasız olduğu tespiti sizce ilerici bir tespit olarak görülmemeli mi?
Direksiyonu olmayan bir araçta, direksiyon varmışçasına ısrar ederek onu yönlendirebileceği varsayımı kitleler için ikna edici değil.
Bir kopuşa ihtiyaç varsa ve ilerici olan sürer durumu dönüştürme yolunda uygun koşulları saglamaksa eğer; vereceğimiz siyasi kararların basmakalıp fikir hareket ve ideolojik sloganlardan fazlası olması makul bir tespittir.
Demokrasi, güvene dayalı bir sistem ise güvenini kaybeden yurttaşların bunu ifade etmesi önemlidir.
Yeniden güven tahsis edilme ihtiyacı artık için sadece toplumlararası ilişkilerle sınırlı değildir.
Kuzeyde yaşayan insanların arasında da güven yaratıcı önlem uygulanması ihtiyacı vardır. Bunun adımlarını da kurumsal yapılar yapabilmelidir. Devlet aygıtının gücü olsun veya olmasın ihtiyaç budur.
Bunu görmezden gelmek ve gerçekleşmesi güç vaatlerle birbirimizi ikna etmeye çalışmak güven yaratici önlem değildir. Ancak, gerçekleşmeyen vaatlerle bezenmiş yolda ısrar etmek tam tersine ilerici ve dönüştürücü siyaseti görmezden gelmek demektir.
Sorun bu kadar açıkken, bunu görmeyip bir ay sonraki yüzdeliklere odaklanmak bu manada anlamsız bir beklentidir. Bu anlamsızlığa taraf olanların tercihi boykot yönüne evrilmektedir. Evrimleşen bu durumun eleştirilmesi kaçınılmazdır. Sendikacının işçiyi eleştirdiği gibi, siyasi seçkinlerin, adayların veya taraftarların aynı anlayışa sahip olmamasını beklemek saçma olurdu… Ümit edelim ki boykota dair ifadelerimizle, bu kutuplaşma yerine diyaloğa izin verecek bir iklimin çıkacağı neticeye ulaşalım. Eğer illa ki bir göstergeye odaklanılacaksa, bu yüzdelikler ve işlevsiz sıfatlar değil dönüştürücü güce hakim olan diyalog ortamına imkan sağlayacak sonuçlara odaklanalım.