Küreselleşme, teknolojinin yaygınlaşması gibi gelişmeler sosyal güvence ve refah konusunda belli başlı kaygılar yarattığı bilinen konulardır. Ayrıca yeni gelişmeler emek piyasasını doğrudan etkilerken, üretkenlik, verimlilik ve büyüme gibi konularda yeni anlayışların gelişmesine sebep oluyor. Diğer bir tarafta gelir dağılımına yönelik yeni koşullar da ortaya çıkmaktadır. Teknoloji şirketlerinin görece kısa süre içinde küresel anlamda devasa bir varlık birikimine sahip olması bunun en basit örneğidir.
Karşı konulması mümkün olmayan gelişmeleri dikkate alarak, geleceğin emek ilişkilerini anlamlandırmak önemlidir. Çünkü, her ne kadar da “gelecek” diye belirsiz bir zaman diliminden söz ediyor olsak bile, bu belirsiz zaman diliminin nesiller sonrasından öte elle tutabilecek kadar yakın bir dönemi içine aldığını kabul edebiliriz.
Teknolojik gelişmenin emek piyasası açısından birkaç sonucu vardır. Ağırlıklı olarak emek yeni koşullara ayak uydurmak zorundadır yada oyun dışında kalır.
1970lerden bugüne kadar mevcut veri setleri incelendiğinde ise, küresel ve bölgesel düzeyde ortaya çıkan kanıtlar orta-beceri seviyesine sahip işlerin (satış temsilcisi, ofis asistanı, kalifiye zanaatkar vs.) zaman içinde azaldığını, yüksek beceri ve düşük beceri düzeyindeki istihdam olanaklarının ise korunduğu veya arttığı görülür.
Bu aslında orta kesimin zaman içinde daraldığını, düşük ve yüksek beceri isteyen gerektiren istihdam olanaklarının arttığını gösterirken, gündelik dilde ifade edilen “kaybolan orta direğin” neden yok olduğuna dair de önemli bir noktayı işaret etmektedir.
Orta beceri düzeyindeki iş olanaklarının azalması illa ki kötü bir haber değil. Ancak, şu an gerçekleşen duruma baktığımızda, orta beceri gerektiren istihdam olanakları azaldıkça bu alanda üniversite diplomasına sahip olanların ağırlıkla “yüksek beceri” isteyen işlere doğru kaydığını, diplomasızların ise düşük beceri gerektiren ve ücreti daha düşük alanlara kaydığı görülmekte, gelir adaletsizliğinin hızla arttığı gözlenmektedir.
Yani sistemin işleyişi şu an, beceri üzerinden bir ayrım yaratmakta; sosyal ayrımcı mekanizmalardan bağımsız olarak ekonomik sınıflar yaratmaktadır. Ekonomik sınıfların katmanları ise teknoloji ile kurulan ilişkiye bağlı.
Öyleyse üst katmandakilerin varoluşsal kaynağı radikal teknolojileri öğrenmek, ona sahip olmak veya onu kullanabilmek olarak karşımıza çıkıyor.
Günümüzde, otomasyon, yapay zeka gibi gelişmelerin ekonomik faaliyetlere daha fazla dahil olacağı zaten öngörülüyor. Bu bir taraftan düşük beceri isteyen meslekler için istihdam olanağını azaltırken, maaşların da düşmesi gibi sonuçlar yaratacak. Onları daha yoksul kılacak. Ancak, bu yeni gelişmeler emek dostu yeni teknolojilerin ortaya çıkmasıyla daha önce olmayan yeni meslekleri de ortaya çıkaracağını iddia edebiliriz. Muhtemelen bunlar da yeni orta sınıfın ilk katmanlarını oluşturacak.
Yaşanan bu ekonomik dönüşümün, popülist etkileri de ortaya çıkmaktadır. Muhafazakar tutum geleneksel olarak kendine ait olmayan tabanı temsil etmeye başladı. Meseela, Avrupa ve ABD’de yaygın olarak devletin emekçileri yüz üstü bırakmasından kaynaklı tepkilerin aşırı milliyetçi ve aşırı uç unsurlar tarafından örgütlediği ve yaşanılan yoksullaşma süreçlerinin faşizan tepkilerle göçmen, mülteci ve diğer sosyal (LGBTIQ+) ve siyasi azınlıkları sorumlu ilan ettiği görülmektedir. Trump, Brexit, Orban ve Erdoğan politikaları teknolojik gelişmelerin mağdurlarının dili olurken, onlara bir gelecek sözü vermedi. Ancak, emekçilerin artık güncel olmayan becerilerinin güzelleyerek, adaletsizliğin gelişmesine de seyirci kaldı. Sorumluluğu ise yukarıda bahsedilen ötekilere attı.
Covid19 pandemisi ile birlikte, teknoloji kullanımının daha yaygın bir hale gelmesi ve emek ilişkilerinin derinden etkilenmiş olduğu da bir başka gerçek. Geleneksel olarak istihdam arttırıcı kamu politikalarının bu noktada yeterli ve etkin müdahaleler sunmadığı ise ciddi bir sorun olarak karşımıza çıkıyor.
Bu durumda emek – teknoloji ilişkisinin yeniden tanımlanması, geleceğin emek ve istihdam alanlarının belirlenmesi ve kamu politikalarının da güncel olarak yeniden gözden geçirilmesi gerekiyor.
Bu noktada, muhafazakarların aksine ayrımcı olmayıp kapsayıcı olan bir büyüme vizyonunun gerekliliği ortaya çıkıyor. Beşeri sermayeye eşit erişime olanak sağlayacak, teknolojisinin ekonomik aktörlerin tümünün kullanımına olanak sağlayacak, yeterli kamusal yatırım ve inovasyonun öncülüğünde bir yaklaşım temel hareket noktası olurken, üretim kaynaklı iklimi etkileyen dışsallıkların da sürdürebilir stratejilerle çözülmesi çok daha önemli olacak. Tüm bunlar yapılırken toplumsal cinsiyetten kaynaklı ayrımcılıkların önüne de geçilmesi gerekiyor.
Bu noktada gelişen teknolojilerin, emek piyasasına olan etkilerinin neler olacağının etraflı çalışmasının yapılması son derece önemlidir. Böylelikle işgücündeki dönüşümlerin neler olacağı öncedeen tahmin edilebilir ve gerekli yönlendirmelerin yapılmasına olanak sağlayacak kamu politikalarına olanak sağlanabilir.
Artan otomasyon/Yapay zeka/robotlaşma vs. gibi radikal teknolojik müdahalelerin emek piyasası ile ilişkisi daha sağlıklı kurulabilir. Bununla beraber, buna karşılık gelecek emek piyasasında ihtiyaç duyulacak becerilerin erişilebilir kılınması son derece önemli olacak.
Covid19 pandemesi özellikle düşük beceri gerektiren mesleklerde istihdam edilmiş kişileri daha olumsuz etkilediği bir gerçek. Bu noktada teknolojik değişimlerden de bu grubun olumsuz etkilenmesi, bu kesimlerin marjinalize edilmesi ile sonuçlanabilir.
Bunun önünün alınması için, şimdiden yenilikçi politikalar gerekli. Sadece aktif piyasa önlemleri ile değil, eş zamanlı olarak temel becerilerin geliştirilmesi ve hayat boyu eğitime olanak sağlayacak faaliyetlerin de desteklenmesi gereklidir. Kız çocuklarının Fen, Teknoloji, Mühendislik ve Matematik (STEM) gibi çalışmalara dahil olmasının desteklenmesi de özellikle erkek egemen teknoloji alanında dönüşüm sağlanması için önemli olacak.
Özellikle teknik okul mezunlarının hali hazırda, “orta seviyede beceri gerektiren işlere” yönelik odaklandığı gerçeğini hatırlarsak, bu kişilerin bir bölümünün kısa dönemde sorun yaşamasa da uzun dönemde derin sorunlar yaşaması muhtemeldir. Bunu görmezden gelmenin toplumsal maliyeti de yüksek olacak. Bu anlamda da, eğitim sisteminin radikal olarak dönüştürülmesi elzem görülmeli, özellikle eğitim sendikaları bu anlamda yenilikçi çalışmalara olanak sağlayacak yaklaşımlara odaklanması gerekli olacaktır.
Bu çerçevede baktığımızda, zaman geçtikçe tüm kapalı durumuna rağmen kuzey kıbrıs ekonomisinin güncel gelişmelerden muaf olacağını düşünmemiz gerekiyor.
Nasıl ki tüm kapalılığa rağmen, 30 yıl önce hayal edemeyeceğimiz yazılım ve ekipmanlar hayatımızı kolaylaştırıyorsa, şimdi çok daha üst düzey fırsatlar karşımıza çıkacak ve bunlar hayatımıza eskisinden çok daha kısa sürede entegre olacak.
Bu durumda, modern kurumlar ve modern bir yönetim anlayışının oluşturulması Kıbrıs’ın siyasi geleceğine denk gelecek kadar önemsenerek ele alınmalıdır. Özgürlükçü, bilimsel ve güncel gelişmelere duyarlı kamu politikaları elzem. Aksi halde yapılan ezbere faaliyetler karşılıksız bir maliyetten farksız olarak kalacaktır. Oysa ki, kamu yönetiminin görevi yarattığı maliyeti, toplumun geneli için bir ortak iyiye döndürmek olabilmelidir. Dahası, bunun mağdur ve mazlum kesimleri dahil ederek kurgulanması gerekmektedir.
Adanın kuzeyinde bu açılardan çok geride olduğumuz açıktır. Ancak, bu konularda adım atılmadığı sürece deneyimlediğimiz ekonomik kriz sermaye desteği ile ötelense bile, beşeri varlığın gelişimi ile tamamlanmalıdır. Beşeri sermayeyi, insan kaynağını güçlendirmedikçe ve dönemin ihtiyaçları ile donatmadıkça ekonomik ve varoluşsal krizimizden kurtulmamız mümkün olmayacaktır.