Sevgili Niyazi Kızılyürek, pazar günü Yeni Düzen Gazetesindeki köşesindeki “Türkiye Batı ve AB ile Yeni Başlangıç Yapabilecek Mi?“ başlıklı köşe yazısını aşağıdaki paragrafla bitirdi.
“Cumhurbaşkanı Erdoğan eğer bir kez daha eksen değiştirip Batı’ya sadece kurumlar düzeyinde değil, fikir düzeyinde de yönelecekse, ki kendisinden beklenen budur, o zaman iç politikada kendisine yeni müttefikler aramak zorundadır…”
Öncelikle, yazıyı okumadıysanız, okumanızı tavsiye ederim. Yazının son paragraf dışındaki tüm analizine katılmakla beraber, sonuç ifadesine eleştirel olarak yaklaşmayı yararlı buluyorum.
Şahsi düşüncem, Kızılyürek’in ortaya koyduğu beklentinin Erdoğan ülkeyi yönetiyorken gerçekleşmesinin imkansız olduğudur.
Böylesi beklentileri zamana oynayan batılı ülkeler için ne şiş ne kebap mantığına uygun bir bahane olarak öne sürülebilir. Ancak, niyet zamana oynamak değil de, gerçekten Erdoğan’ın bir noktada fikirsel bir dönüşüm geçireceğine ikna olunmuşsa; bu batılı aklın ve mantığın kendi kendine yarattığı en büyük mitlerden biri olduğunu söylemekte yarar var. Çünkü yeni olası ittifakların olası üç adayı vardır. Birincisi ideolojik olarak karşıt olduğu “CeHaPe zihniyeti”, diğeri türlü kötülüğü yaptığı HDP ve sonuncusu da “Daha dur, Bunlar İyi günleriniz” diye sopa gösterdiği İyi Parti.
Erdoğan’ın iktidarda kalmak için uyguladığı büyük kutuplaştırma kampanyasının sonucunda ortaya çıkan bu tabloda, bence Erdoğan’ın yeni bir müttefik ilişkisine girmesi artık imkansız. Böyle bir adıma el uzatmak Erdoğanizmi yaşatması anlamına gelirken, onunla beraber yok olmayı kimse tercih etmeyecektir.
Nasıl bu sonucu vardığımı daha iyi ifade edebilmek için konuyu biraz daha detaylandırmamda ve biraz geriye giderek konuyu ele almakta yarar var.
Erdoğan, uzun bir zamandır – ama herhalde Kıbrıs konusunda Batılılar tarafından yüzüstü bırakılıp Türkiye’nin geleceğinin dolaylı olarak Batıda olmadığı mesejı verildikten sonra – aşamalı olarak aşamalı olarak daha sert bir tutum geliştirdiği açıktır.
Mülteci kartını etkin bir şekilde kullanmasına sebep olan olaylar, Batının gözü önünde gelişmiştir. Dahası Batı’da tüm bunların olmasına çanak tutmuştur.
Öyle ki, Kıbrıs konusunda çözümsüzlük sonrası Türkiye – AB ilişkilerinde, önemli konuların engellenmesi, mülteci konusunda Türkiye ile Yunanistan arasında bir çizgi çekilerek “aday ülke” konumundaki Türkiye Cumhuriyeti topraklarının AB toprakları olmadığı ve olmayacağı izleniminin yaratılması, Erdoğan’ın başına buyruk hareket etmesi için yeterli imkanı sağlamıştır.
Trump ile Erdoğan arasında yaşanan akıl uyumu da bu konuları derinleştirmiştir. ABD seçimlerinden önce birkaç mülakatta şu ifade göze çarpıyordu: “Cumhuriyetçi Parti Trump’ın partisidir. Beyaz Saray Trump’ın yeridir.” Bu anlayış ile “AKP, Erdoğanın partisidir. Ak Saray Erdoğan’ın evidir. arasında bir uyum olduğu açıktır.
Bu uyum, Erdoğan’ın uzun zamandır iktidarda olmasından kaynaklanan etki ile birleşmektedir. Sadece Ak Saray değil, artık Türkiye Cumhuriyeti Erdoğan’ın ülkesidir.
Bu gözümüzün önünde koskoca coğrafyadaki demokratik sistemin ölümüdür. Erdoğan’ın ülkesi, Türkiye Cumhuriyeti demek değildir. Bu derin bir farktır ve birçok kesim bu farkı görmemekte ısrarcıdır.
Ancak, kağıt üzerinde Türkiye Cumhuriyeti uygulamada ise Erdoğan’ın ülkesi ile karşılaşan batılılar için bu durumu batılı demokrasilerin çerçevesinden anlamaya çalışmak pek de mümkün değildir.
Erdoğan’ın ülkesinde insan hakları ihlallerinin normalleştirilmesinin sebebi ile dış politikadaki şahinleşmenin kaynağı birbirine dayanır.
FETÖ, PKK gibi referanslarla gücü elinde bulundururken, Suriye’de, Kıbrıs’ta ve hatta Afganistan’da insan hayatlarını hiçe sayarak kazanılması planlanan zaferlerin tümü Erdoğan’ın ülkesinin ideolojik yapıtaşlarını temsil etmektedir.
Erdoğan’ın ülkesi, Afganistan’da Talibanla karşı karşıya kalınca kan döküleceğinin farkındadır.
Erdoğan’ın ülkesi Suriye’de cihatçıları desteklerken, bunun Batı çıkarlarına zarar vereceğini, hatta bu yüzden de Batının derinliğini kaybedecek mülteci krizi gibi durumlar yaratacağının da farkındadır.
Erdoğan’ın ülkesi kamu kaynaklarıyla Rusyadan 2 milyar dolara S400 alırken bunun boş bir harcama olduğunun bilincindedir. Aynı şekilde bunun hesabını vermek zorunda olmadığının da bilincindedir.
S-400 üzerinden eline koz yaratıp bunu sonuna kadar kullanırken eş zamanlı olarak Rusya ile absürt bir çıkar ilişkisinde hareket etmekten çekinmez Erdoğan’ın ülkesi.
Erdoğanın ülkesinin temel yaklaşımı Erdoğanın merkezde olduğu, tüm ilişkilerde pazarlığın ve dengenin Erdoğan üzerinden şekillenmesine olanak sağlar. Kurumsal süreklilik yerini, şahsına bırakmıştır. Bu yüzden de kurumlar üzerinde de Erdoğan’ın kararları belirleyici olmaktadır. Hepimizin bildiği Merkez Bankası ve faiz kararları bunun için bariz bir örnektir.
Kıbrıs konusunda da, ilhaka kadar ilerleyeceğini tahmin ettiğim adımlar Erdoğan’ın iktidarını korumak içindir. Erdoğan ülkesinin hükmünün devamının sağlanması ancak Erdoğan ile doğrudan iletişim kurarak biat edebilecek kişilerle gerçekleştirilebilir.
Kıbrıs’ta geçtiğimiz aylarda yapılan seçimde sadece bu sağlanmamıştır, artık öyle bir durum yaratılmıştır ki, Kıbrıs’taki veliahtlar da Erdoğan ülkesine bağlılığına göre sıralanmıştır. Sırf bu yüzden ilhak denemesi yakındır.
Diyeceğim, temel olarak liberal demokrat Türkiye Cumhuriyeti ortadan kalkmış, liberal olmayan bir demokrasi ile Erdoğan’ın ülkesi kurulmuştur.
Erdoğan’ın ülkesinde ona biat ederek gücüne ortak olacaklarla; onunla savaşarak onun olağanüstü hal koşullarında gücü elinde tutmasına devam edebileceği düşmanları arasında seçim mümkündür.
Fikirsel dönüşüm Erdoğan’ın ülkesinden Türkiye Cumhuriyeti’ne dönüştürür ve çoktan ayrıldıkları o limana geri dönmeye Erdoğan’ın rıza göstermeyeceği açıktır.
Dişsiz güç Avrupa Birliği zirveleri, pozitif gündemle toplanıp sonuçsuz kararlar ürettiği sürece Erdoğan ülkesinin güçlenmesi için yeşil ışık yakar. Erdoğan ülkesinin meşru zemininin güçlenmesi için olanak yaratır… Erdoğan’da kazandığı her ekstra günde, Erdoğan ülkesindeki merkezi gücünü daha da geliştirmeye harcamaktadır.
Türkiye Cumhuriyeti’nden yana olan dinamikler irade gösterir, Erdoğanizme karşı demokratik bir mücadeleyi kazandıktan sonra Erdoğan geri adım atarsa böylesi bir fikirsel dönüşümden bahsedebiliriz. Böylesi bir ihtimal olsa dahi, bunun kesinlik kazandığını söylemek için erkendir.
Hal böyleyken, Erdoğan bildiğimiz Erdoğan, Erdoğan’ın ülkesi de sadece Erdoğanın bildiği gibi var olmaya devam edecektir.
Eminim ki, Kızılyürek bu durumu gerek üyesi olduğu Avrupa Parlamentosu gerek kendi deneyimiyle çok daha iyi analiz edebilmektedir. Benimkisi, son paragrafa dair ölü gözünden yaş beklemeyelim çağrısıdır…
Hepsi bu…