Uluslararası bir etkinlik daha izolasyonlara takıldı. Rum tarafının yıllardan beridir sistematik bir şekilde Kıbrıs Türk tarafının her alanda uluslararası olarak katılımını veya görünürlüğünü sağlayacak/artıracak her türlü etkinliği engelleme girişiminde bulunduğu bir gerçektir. Özellikle KKTC’nin tek taraflı ilanından sonra 1983 itibariyle BM Güvenlik Konseyi’nce alınan 541 ve 550 sayılı kararlara dayandırarak bu engelleme girişimlerinde bulunmaktadırlar. Buna rağmen bugüne kadar bu girişimlere prim vermeyenler de oldu ve bazı hatırı sayılır müzisyenler Kuzey Kıbrıs’a gelerek konserlerini gerçekleştirdiler. Burada tamamen siyasi bir meseleden bahsediyoruz.
Kıbrıs sorunu devam ettiği sürece, Rum tarafı da kendi siyasetine bağlı olarak Kıbrıs Türk tarafına ve toplumuna her türlü kısıtlamada bulunmaya devam edecektir. Bu yeni bir durum değildir; 1964’ten beridir değişen dinamiklerle birlikte maalesef böyle bir yapının içinde yaşıyoruz. Süregelen siyasi bir sorun içinde, sadece Kıbrıs Rum tarafı değil, BM Güvenlik Konseyi kararları eliyle tüm uluslararası toplum Kıbrıslı Türklere izolasyon uygulamaktadır.
1983’te bu kararların neden alındığını ve Kıbrıslı Türklerin neden bu izolasyona maruz kaldığını da düşünmek ve iyi analiz etmek zorundayız. Dünyadan kopuk ve diplomasiden nasibini almamış bir şekilde siyaset yürütüldüğü noktada maalesef bunun cezasını da toplumlar büyük bedeller ödeyerek çekiyorlar.
Buradaki temel nokta, hiçbir şekilde faydamıza olmayacak, hatta üzerimizdeki kısıtlamaların daha da katılaşmasını motive eder bir şekilde Rum tarafını provoke etmeye yönelik bir siyaset izlemeyi ve sonra da “Rumlar yine bize izolasyon uyguladı” diye hayıflanarak kendi konfor alanımızda kalmayı sürdürecek miyiz yoksa bugün uluslararası hukukta aleyhimize kullanılan enstrümanları ortadan kaldıracak şekilde uluslararası hukuka dayalı, hesap verilebilir ve adil bir yeni düzen inşa etmek üzere mücadele mi edeceğimizdir.
Biz onları provoke ettikçe, onlar kendi konfor alanlarını daha da güçlendiriyorlar. Onlar bizi provoke ettikçe de biz kendi konfor alanımızı güçlendirmeye yöneliyoruz. Bu statüko sarmalının içinde de olan toplumlara oluyor. Siyaseti, daha çağdaş ve çoğulcu toplumlar yaratmak üzere değişim ve dönüşüm için kullanmadığımız müddetçe, bu böyle devam edecek. İstediğimiz bu mu?