Son yıllarda uluslararası örgütlerin etki alanlarının görmezden gelindiği bir süreci deneyimliyoruz. Yakın tarih, Irak’ın işgali sırasında ABD yönetiminin BM kararlarını görmezden gelerek pandoranın kutusunu açtığı zamanı milat olarak kabul eder.
Bu süreçte, Obama dönemi ile yapılan hatalar düzeltilmeye çalışılıp çok taraflı işbirlikleri iletletilmek istense de, 11 Eylül ile başlayan, 2008 krizi ile sıkışan uluslararası düzen, Trump yönetimi ile yeni bir boyuta ulaşmış, ABD – AB bloğunun genel çerçevede yaşadığı çıkmaz, islamfobisi, Suriye savaşı ve Brexit ile birlikte, BM’nin mevcut düzen içindeki etkinliği, ulus devletlerin çıkarlarını uyumlaştıracak kapasitesinde ciddi bir aşınma yaratmıştır.
Verili bu gerçeğin ışığında, BM’nin Kıbrıs ile ilgili pozisyonunun da altının oyulmasına yönelik oluşan söylemlerin etkinliğinin artması, küresel olarak yaşadığımız tıkanmanın bir parçasıdır. Türkiye Cumhuriyeti’nin, seçtirilmiş Kıbrıslı Türk liderliği ve atanmış uygulayıcıları ile birlikte, BM ilkelerini tanımadan, tek yanlı kararlarla, oldu bittilerle ilerlemesine dönük cesaret de bu koşulların içinde gelişen bir sonuç olduğu malumdur.
Tarihe dönüp baktığımızda, Birleşmiş Milletler örgütü, 2. Dünya Savaşı sonrası yok olan kentlerin, hayatını kaybeden insanların, özgürlükleri gaspedilen halkların barış içinde bir arada yaşaması için kurulmuştu.
İlkeler, alınan kararlar küresel bir barış projesinin halkların işbirliğine dayanan, din, millet, etnisite ayrımı olmadan bir arada yaşayabilecekleri bir düzeni yaratma amacından oluşmaktadır. Bu idealizm bugün yok hükmünde olmasının sonsuza kadar devam edeceği anlamına gelmez.
1945 yılından itibaren kolonilerin özgürleşmesi bir gerçektir. Sömürgeciliğin sonlanması bir gerçektir. Alınan onlarca karar, kurulan onlarca uluslararası mekanizmanın yarattığı dönüşüm bir gerçektir. Yugoslav savaşlarında birçok insanın canına kast eden liderlerin yargılanması bir gerçektir.
Ancak, bir coğrafyada sakin farklı etnik, milli, dini unsurların bir arada yaşaması için o coğrafyada bir arada yaşayanların geleceklerini özgür bir biçimde oluşturması için verilen çaba, bazı coğrafyalarda kalıcı çözümler üretmemiş olması da bir gerçektir.
Kıbrıs adası da bu başarısız coğrafyalardan bir tanesidir. Ada üzerindeki çıkar çatışmaları, ada sakinlerinin çıkarlarını kendileri için belirlemesinin önüne geçmiştir.
Bu anlamda Kıbrıs’ta federal çözüm, yaşanan uyumsuzluğun tanımlanarak yeniden ortaklaşmaya dayalı bir özgürlük ve eşitlik projesi olduğunu hatırlatmakta yarar vardır.
Ancak, bu projenin Kıbrısta yaşayan toplumların gerçekleştirmesindeki engellerin başında, adaya dair farklı çıkar gruplarının etkilerinin ada sakinlerinin önüne geçmiş olması ile birlikte ele almak gerekirken, var olan çıkar çatışmasının yeni mağduriyetler yaratılmadan çözülmesi iddiası, baştan beri üzerinde uzlaşılmış federal çözüm projenin yanlış olduğunu göstermez.
Tam tersine, dar görüşlülerin çıkarlarının, uzun dönemli kazanımların önüne geçmesi Kıbrıs sorunun çıkmazıdır. Deneyimlediğimiz tıkanıklık da kısa dönemli çıkar çatışmasından ibarettir.
Dar çıkarlara dayanan anlayışların terk edilerek, yaşadığımız coğrafyanın çıkarlarının, bu coğrafyanın tüm sakinlerinin iyi niyet ve ortak iradesi ile belirlenmesi gerekliliği bakidir. İnsan ömrünün ötesinde bir işbirliği ancak sadece kendi zamanının hesaplarını değil, bunun çok daha ötesini gören vizyoner anlayışlarla mümkün olabilir.
Bu anlamda, deniz ötesinden gelen telkinler, Kıbrıs adasını yurt bilen insanlara yapılmış hakaretten başka birşey değildir.
Farklı siyasi anlayışlara sahip olabiliriz.
Dünyaya ve Kıbrıs’a dair vizyonlarımız içinde nüans farkları olabilir. Bu gerçekçi anlamda demokrasinin gerekliliğinin temelini oluşturur.
Bu açıdan da demokratik bir toplumdaki mevcut meşru yapıların birincil önceliği ada sakinlerinin huzurlu ve mutlu yaşaması ortak değerinde birleştiği kabul edilmektedir.
İthal siyasi projelerin, uygulayıcısı konumundaki kişiler ise bu durumun yarattığı yıkıcı etkinin ne kadar farkındadır bilemem ama deneyimlediğimiz rahatsızlık bir avuç insanın rahatsızlığı değildir. Kıbrısı yurt bilenlerin ortak kaygısıdır, bunun net bir siyasi karşılığı vardır.
Bu mutsuzluğun dönüştürülmesi için zorlamalara karşı, ortak bir ses verilmesi, bunun örgütlenmesi ve somut bir biçimde kurumsal bir karşılık bulması artık bir tercihin ötesinde, toplumsal bir sorumluluk olduğu gerçeği yüzümüze vurmaktadır.
Sorumluluktan kaçan, parmağının arkasına saklanan, yaşanılan süreçleri öteleyerek sürer durumu idare eden anlayışlar artık toplumun bugüne değil, yarınlarına da zarar vermektedir.
Çıkış yolu 50 senedir tekrarlanmaktadır.
50 sene tekrarlanan ortak anlayış içindeki çözümü yok saymak aslında aşınmış BM sistemindeki hal ve gidişten ötürü şark kurnazlığı yapmaktan ibarettir.
Ancak, bunun diplomatik olarak karşılığı olmadığı açıktır.
Egemen eşitlik iddiasının altının iki devlet ile çözümlenmesi, adadaki ikinci egemen devletin, Anayasa Mahkemesi kararlarına dahi müdahale etmekte sorun görmeyen AKP iktidarının gündelik arzularına peşkeş çekecek bir anlayışın temelinde şekillendiği gerçeği açıkça ortadadır.
Türkiye Cumhuriyeti ile iyi ilişkiler geliştirmek, kendi yurdundaki insanlara zulmetmekten çekinmeyen bir iktidarın kuklası olmak demek değildir.
Türkiye Cumhuriyeti ile iyi ilişkiler, bölge coğrafyasında karşılıklı saygı ile bir arada yaşayabileceğimiz bir düzenin yaratılması ile mümkündür.
Bu anlamda da, gücü olanın daha fazla tatmin olacağı bir çözüm çözüm yaratmayacaktır. Güçlü ile güçsüzün eşit ve adilane biçimde bölgeye dair ortak bir vizyon geliştirebileceği bir denge gereklidir. Bu denge konusunda Kıbrıslı Rum toplumunun siyasi eşitliği tanıması, Türkiye’nin ise Kıbrıs’ın geleceğinin Kıbrıslı Türkler ve Kıbrıslı Rumların ortak iradesi ile kurulabileceğini kavraması ile mümkün olacaktır.
Kaybettiğimiz onlarca yıl, bu uyumun yakalanamamış olması ile ilgilidir. Federasyonun özüyleilgili değildir.
Şimdilerde, yangından mal kaçırırmışçasına BM’nin erozyona uğrayan durumundan fırsat yaratıp, oldu bittiler dayatanlar Kıbrıs’ın ve adada yaşayanların çıkarlarına hizmet etmez.
Dahası yeni gerginliklere ve çatışmalara kapı açmaktadırlar. Ancak sonuçsuz görüşmeler ve sorunlu durumlar yaratanlar günü gelince hesap verecektir. Kendi coğrafyasının kaderini, halkına rağmen değiştirmeye çalışanların sonlarına dair tarihin çöplüğü onlarca örnekle doludur.