Böylesi buhran dönemlerinde, çeşitli konularda birilerine sorumluluk yükleyip suçlular yaratmak normalleşir.
Herkes bir suçlunun arayışına girer ve istisnasız herkes, suçlunun kim olduğunu ortaya çıkarmakla ilgilenir.
Devrimci memur, kendi başına var olmak için çaba gösterenden şikayetçidir. Reformist ve liberal hallerinden ötürü yaşananlar yaşanmıştır.
Sağcı lider, demokrasi ve insan haklarını ön plana getirenlerden şikayetçicidir. Barış ve özgürlüğün sadece düşmanlık üzerine atılan nutuklara sığdırabilmektedir.
Hükümet ise halktan şikayetçidir. Halk, hükümeti bir anlasa, hükümetin ne büyük zorluklarla iş yaptığını bir görse; madalya takıp alkışlayacaktır oysa. Koltuğa oturmak için ne badireler atlanmış, türlü gombinalar ve bilinmez dengelerin dengelenmesi gerekmiştir ama halk nankördür ve şahsi çabaları görmezden gelmektedir.
Bir de suçluların toplaştığı, sosyal medya alanı vardır.
İfade özgürlüğüne ve eleştiriye katlanamayanların; entelektüel çabaya karşı olanların muhafazakar alanlarını rahatsız ettiği için “klavye kahramanı” ilan ettikleri suçlular vardır. Düşünsel emeğin küçültülmesi, anlamsızlaştırılması üzerinden hareket eden bu çabalarda yozlaşmış muhafazakar elitin tepkilerinin özeti “gabak kesmektir”.
Bu anlayış içinde hareket edenlerin ifade karşıtlığı göz kamaştırır…
Bu kadrolar için herkes sussa herşey güzel olacaktır…
Kimse eleştirmese soldaki aksaklıklar görülmeyecek, üstü örtünecektir.
Kimse eleştirmese, sağdaki saçmalıklar görülmeyecek, anavatan, bayrak edebiyatıyla parsayı cukkalamak kolay olacaktır.
Kimse eleştirmese kendi yalanımızda, hiç rahatsız olmadan güzel rüyalar görmek mümkün olacak…
Bu yüzden, tatlı rüyalardan uyandıran herkes suçlu…
Aynı rüyayı görmeyen herkes suçlu…
Rüyadan uyanan herkes suçlu…
Yaşanan somut gerçekleri, ifade eden herkes suçlu…
Açık hava hapishanesine dönen yarım adada suçlu avı sırasında, bir garip ruh hali gelişiyor zamanla…
Kendini aklamak isteyenler, “hepimiz suçluyuz” ifadesine sarılıyor.
Kişisel sorumluluk yavaşça kaybolup, büyük sözler ve hayaller bir anda, kitlelerin tümünün sorumluluğuna dönüşüyor.
Bugün yaşanan ve gelecekte yaşanacak, irademiz dışında olan tüm gelişmeler, birilerinin suçuyken, suç bir anda herkese yükleniyor.
Toplumsal sorumluluğun bir parçası olarak suça ortak oluyoruz, kimin ne zaman işlediğini bilmediğimiz halde…
Hepimiz suçluyuz deniliyor, suçluları aklayıp sorumluluk herkese yıkılıyor.
“Bir dakika benim konuyla alakam yok!” diyecek olsan, birlik ve beraberliğe ihtiyaç olduğu hatırlatılıyor.
Israr etseniz, hiç görmediğimiz “solda birliğe zarar verdiğiniz” iddia edilecek…
Suçu toplumsalllaştırıp, suçluları aklarken, suçsuzları karalamaktan çekinmeyenler korosu herkesi bastıracak gibi üstümüze geliyor…
Cilalı sözlerle ve ebedi nakışlarla içselleştirmemiz bekleniyor…
Suçun kıyısına bulaşanlar, suça yardım edenler, suçu görmezden gelenler, suçu cilalayanlar için “herkesin suçluluğu” kadar mükemmel bir fırsat olamaz heralde…
Suçluluğun çoğaltılması, sorumluluların sorumlulukları ile yüzleşmemesine sağladığı olanaktan ötürü altın bir fırsattır.
Ne kadar çok kişi suçluysa, o kadar az suçlu olacaklar…
Ne kadar çok kişi suçluysa, suçlu olmanın normalleşmesi o kadar mümkün olacak…
Hakkını vermek gerek… Bilinçli veya bilinçsiz iyi bir savunma refleksi…
Oysa, aylardır işsiz kalan insanlar, geçim sıkıntısı deneyimleyen küçük işletmeler gelinen bu noktada ne kadar suçlu olabilir ki?
Bu ülke için bir gelecek hayalinden başka hiçbirşeyi olmayanların suçu ne olabilir ?
Barış derken, bu ülkeyi bir bütün olarak kavrayanların suçu ne olabilir?
Sapkın ideolojik ezberlere hapsolmayıp, dünyayı bütün insanı eşit algılayanların geldiğimiz bu noktada ne gibi bir sorumluluğu olabilir ki?
Birikmiş ekonomik, sosyal ve siyasi sorunların bu hale gelmesinde senelerdir karar alma mekanizmalarını domine eden 3-4 siyasi parti değil mi? Bu karar vericilerin kurdukları ilişkiler sonucu bu noktaya gelmedik mi? Bu yapılar ve onların şürekası dışında kalanları suçlu ilan edince, kazanan kim kaybeden kim olur… Bir daha düşünelim mi ?