74’ten bu yana TC, ordusuyla, göçmeniyle, kültürüyle, yardım heyetiyle, öğrencisiyle, hegemonik yaptırımlarıyla 46 yıldır bu adada.
Annan Planı sürecine dek, soydaşlık sosuna bezeli türkçülük üzerinden şekillenen bu varlık, AKP iktidarıyla birlikte başka bir boyut kazanmıştı.
TC’nin resmi ideolojisinin değişmesinin, türkçülüğün yerini ümmetçiliğin almasının Kıbrıs’ın kuzeyine yansıması, yeni camilerle, ilahiyat kolejiyle vs. burunların dibine gelse de, Atun’un sözde maneviyata yönelerek, hacca umreye falan gidişi dışında, Ķıbrıslı kimliği üzerine etki etmedi.
Ancak, TC varlığının hadsizliğine işaret eden, ihtiyacın ötesindeki görgüsüz ve estetik yoksunu, “heeyt burdayım’ diyen cami mimarisi ve ‘one minute’le taçlanan Kasımpaşalı diplomatik dilin yedibuçuksekizle burada da ete kemiğe bürünmesi, meşhur Halil Karapaşaoğlu şiirine ilham oldu.
Yedibuçuksekiz cevabı, tüm bu fütursuzluk karşısında hiçbir mahcubiyet hissetmeyenlere aitti; bir diğer deyişle, Maraş’ta, acıların üstünde piknik yapanlara…
Sözüm ona, onların da etnik kökeni bellidir, piknik hoş geldincilerinin de bir çoğu Kıbrıslıdır…
Peki, bugün gelinen noktada, KKTC-TC ilişkisinin bağı, bu gırift ilişkinin tutkalı, nedir?
Ne türkçülük, ne ümmetçiliktir; cevap, koca bir hiçtir.
Uzunca zamandır TC, tek taraflı, omurgasız bir siyaseti benimsemekte, KKTC’yi stratejik planları çercevesinde, gizleme gereği dahi duymadan kullanmakta, Kıbrıs için çözüm senaryolarını ‘heeyt’ naralarıyla kafasına estiği gibi değiştirmekte, üstelik miş gibi yapma zahmetine de girmemektedir.
Maalesef azımsanmayacak çoklukta ‘Kıbrıslı’ da buna çanak tutmaktadır; dün çığrılan federasyon türküsü bitmiş, ilhak senaryoları dolaşıma sokulmuştur.
Böylesi bir durumda ‘Kıbrıslılık’, adaya sahip çıkmada, ortak bir değer yaratmada, kavrayıcı olabilir mi…
Yine de, acıların üstünde piknik olmazcıların, etrafında zincir oluşturabilecekleri ortak değerlLer konusu kendileri açısından sıkıntılı olsa da, bu duruşun son derece kavrayıcı ve empatik olduğunu söylemek mümkündür.
Ancak empatinin, insan ilişkilerindeki dönüştürücü etkisi bir yana, bunun tek başına siyasete etkisinin yetersizliği de düşündürücüdür.
Diğer düşünülmesi gereken nokta da, ilhak hayaletinin kol gezdiği bu ortamda, en azından empati becerisini kaybetmeyenlerin, ortak değerler çerçevesinde bir araya gelecek Güneyli, Kuzeyli Kıbrıslıların, Türkiyelilerin, Kürtlerin, (bu çerçeve elbette genişletilebilir) bir arada duruşları, dayanışmaları ve izleyecekleri yol olmalıdır.
Bu bağlamda, piknikle eşgüdümlü tasarlanan eylem , elbette destek haketmektedir lakin bu biraraya gelişin öfke boşaltmaktan öte, sürdürülebilir bir eylemliliğe dönüştürülmesi gerektiği, su götürmez bir gerçektir.
Üzerinde yaşadığimız bu ada, Kıbrıs Kıbrıslılarındır söyleminden fazlasına, ortak bir çatı oluşturabilecek değerlere ihtiyaç duymakta.
Bu ihtiyaç, Tatar’ın alenen desteklenmesiyle de, piknikle de hasıl olmadı; Akıncı döneminde de aynı ihtiyaç söz konusuydu.
Hatta, 74’ten bu yana süregelen TC müdahalesinin bitmeyişi, diğer taraftan, söz konusu ihtiyaca yönelik hep ‘ama’ üretmeye, ortak değer yaratamamış olmaya, yıldırılmış olmaya bağlı değil midir?
Etnisitesiz, ‘ata’dan gelen soylarımızdan bağımsız, insani değerler üzerinden bir araya gelmeye, bu bir araya gelişi sürdürülebilir kılmaya, eğri de otursak doğru konuşmaya, bugüne dek yapılanlarla da yapılmayanlarla da yüzleşmeye acil ihtiyaç var.
Aksi takdirde, cehennem donar, TC müdahalesi bitmez.