Bir seçim süreci daha geride kalırken, Kıbrıs’ın, Ortadoğu sorunlar sarmalından, bölgesel denklem ve dengelerden ayrı tutulamayacağını anlamış olmalıyız. Özellikle Türkiye’nin bölgeye açılan, kendisi açısından en sorunsuz yolunun Kıbrıs olduğunu, Kıbrıs olmadan, Kıbrıs’ın bugünkü yapısı olmadan, Türkiye’nin bölgesel denkleme tutunamayacağını, son süreç bize bir kez daha gösterdi.
Türkiye’nin Ortadoğu politikası, Suriye’den Libya’ya çok bilinmeyenli bir denklem içerisinde sıkışmış kalmış durumda. Buna paralel olarak , içte derin ekonomik krize de bağlı olarak, ülkeyi yönetememe durumunun getirdiği daha da otoriterleşme sürecinde, Türkiye adına Kuzey Kıbrıs’taki Cumhurbaşkanlığı seçimini, daha da önemli hale getirdi. Adeta, Akıncı profilinde ‘’düşman’’ yaratıp, Kıbrıs’ta ‘’zafer’’ kazanmaya ihtiyaç duyuldu. Ve kendilerince o ‘’zafer’’ kazanılarak, iç kamuoylarını savaş ortamında tutmaya devam edecekler…
Bizler, bulunduğumuz ortamda, seçimlerin hangi şartlarda yapıldığını ve ne anlama geldiğini, demokrafik yapının nasıl olduğunu çok iyi bilerek seçimlere girdik…
Bu seçimler, Kıbrıslı Türklerin ‘’demokratik dünyaya’’ ses verebilme seçimiydi… Bir bakıma bir araçtı. Müdahalelerle seçimi kaybettik deyip, sızlanmanın bir anlamı yok… Önemli olan süreci devam ettirebilmektir. Süreci devam ettirebilmek için de, muhalif bir duruş sergileyip, Ortadoğu’daki emperyalist projeler ve uygulayıcıları karşısındaki tarafımızı netleştirmemiz gerekir…Netleştirmemiz gerekir ki, Kıbrıs’tan bölgeye ve dünyaya ses verebilelim, bakışımızı belirleyebilelim. Ancak bu şekilde İrademizi ortaya koyma yoluna girebiliriz…
Tek başına bir Cumhurbaşkanı seçmekle irade sahibi mi olacaktık?…İrade sahibi olmak isteyen, bölgesel emperyalist projelere ve onların Kıbrıs’taki uzantılarına karşı muhalif bir duruş sergiledikten sonra, gerekirse onlarla diyaloğa geçer…Böylesi bir sürece girmedikçe irade sahibi de olunamaz… Bu seçim sürecinde, esasen federasyon isteyenler-istemeyenler çatışması yoktu. Kıbrıslı Türklerin irade sahibi olup-olmama çatışması vardı…Ve o çatışma sürüyor…
Artık büyümek isteyen, ancak büyümesine izin verilmeyen bir çocuk (bir yavru), umudunu canlı tutabilmesi adına, Tufan Erhürman ve Mustafa Akıncıyı, umutlarının önüne koydu veya onları umutlarının önünde görmek istedi (veya buldu)…Onlar da bu umutları sahiplendiklerini farklı söylem şekilleri ile ifade ettiler… Şimdi onlara düşen ve onlardan beklenen, her türlü baskıya rağmen, umutlarına, oy atarak veya atmayarak da olsa, sahip çıkmaya çalışan, yüzde 48+’ nın ne demek istediğini , neye karşı oy verdiğini veya vermediğini, iyi anlamalarıdır. Unutmayın ki , başka bir ortamda 48+ , 78 veya 28 anlamına da gelebilir…Bu durum, birlikte bir mücadele anlayışının oluşup oluşamayacağına göre değişir .Yoksa, seçimlere her zaman müdahale edilir. Seçim sonuçları da her zaman hilelidir…
Yine unutulmaması gereken önemli bir şey var ki, sadece boş bir kutuya, bir kağıt parçası atmakla umutlarımıza ve geleceğimize sahip çıkılamaz…
Kıbrıs’a ve Kıbrıs’ta yaşayıp, geleceğini Kıbrıs’ta gören herkese biçilen rolün dışına çıkmanın, bedellerinin olduğu, bizlere bir kez daha hatırlatıldı. Bize dendi ki; siz ‘’Ortadoğu denkleminin gönüllün sabiti’’ olmaya devam edeceksiniz. Bunun dışına çıkmayı dillendirmeyi bile düşünmeyeceksiniz… Bu anlayış, Kıbrıs’ı kendi yurdu bilip geleceğini ona göre belirlemeye çalışanlar, ayrıca buraya 1974 den sonra, Türkiye’den gelip yerleşenler ve yerleştirilenler için de geçerlidir. Bu kesimin de önemli bir kısmı, Türkiye hükümetlerinin bölgesel politikalarının ‘’gönüllü esiri’’ haline getirilmişlerdir. Ve bu ortam hep canlı tutulmaktadır…
Dikkat edilirse, her zaman için Türkiyeli Kıbrıslı ayırımı üzerinden etnik kökene bağlı olarak bir ayırım yapmaya çalışıyorlar. Bu anlayış da, gelmiş geçmiş bütün Türkiye hükümetlerinin bir politikası şeklindedir… Hiçbir hükümet döneminde bu anlayış değişmemiştir… Bu anlayış, Kıbrıs’ta, Kıbrıslı hatta Kıbrıslı Türk varlığını dahi kabul etmediği için, başında Kıbrıslı olan hiçbir şeye sempati ile bakmamıştır. İradesine de tahammül edememiştir. Kıbrıslı Türklerin, özgüven sahibi olup, kendi ayakları üzerinde durabilmesi, Türkiye’deki süregelen hakim anlayış için, adeta bir tehdit unsuru oluşturmuştur. Kıbrıslı Türklerin kendi ayakları üzerinde durması , federasyon’un kapısını aralayabileceği düşüncesiyle, bu durum adeta tehlikeli kabul edilmiştir. Gerçekte ise , geçmişten bugüne, Türkiye’nin Kıbrıs’a bakışında, Kıbrıs’ta federasyonu amaçlayan bir politikası hiç olmamıştır…
Şu anki gerçekçi durum, Kıbrıslı Rumların hakim anlayışı ile Türkiye’nin anlayışının buluştuğu noktanın, Kıbrıs’taki mevcut statükonun devamı veya kendi içinde devam niteliğindeki düzenlenmesi noktasıdır…
Durum bu noktada iken, “mavi Vatan’ın” içinde bir de “Yavru’dan” bahsediliyor. Bu “yavru” hiç büyümeyecek, konuşamayacak, neyi isteyip neyi istemediğini söyleyemeyecek, yürümeyecek , koşmayacak, arkadaş edinemeyecek…Bu durumda bu ‘’zavallı garibana’’, bu ‘’engelli yavrucuğa’’ yardım eli uzatmak, ‘’onun haklarını savunmak!’’, ona ‘’haklarını vermek!’’, her iki kesim için de, bir ‘’insanlık görevi!’’ olacak…
Peki bu durumda olan bir ‘’yavruyla’’ kim eşit şartlarda ortaklık yapar. Birileri ortaklık yapacaksa bakıcısıyla veya ondan sorumlu kim ise onunla anlaşmak ister.
Bölgesel denge ve koşullar uygun olur. Ekonomik çıkarlar dengelenirse, iradesiz bir yavrucuğa soran bile olmaz.
Onlar yeni bir statükoda anlaşır veya anlaşamazlar, o ayrı mesele…
Ama çok iyi de anlaşabilirler…