Kıbrıs Radyo Yayın Kurumu – Hazırlayan: Vula Harana
27 Temmuz 2020 günü elektronik Kathimerini gazetesinde gazeteci Panayotis Kaparis’in kayıplarla ilgili bir yazısı vardı. Değişik bir bakış açısı ortaya koyan makaleyi sizinle paylaşmak istedik.
Kimi Kıbrıslı Rumların Türk şeytanı olarak andığı kimilerininse Rum kökenli olduğunu iddia ettiği merhum Rauf Denktaş, 1974 işgalinden kısa bir süre sonra kayıp akrabaları olan tüm Kıbrıslı Türkleri toplayıp sevdiklerinin ölmüş olduğunu ve dönmelerini beklememeleri gerektiğini açıkladı. İnsanlar önce öfkelendi sonra ağladı, canı yandı ama sonunda tüm keder aşamalarını geçerek teselli buldu. Kimileri kısmet buymuş dedi, kimileriyse kader/ ve hayatlarına devam ettiler.
Yaşı ilerlemiş akrabalar kısa bir süre sonra kayıp gençlerinin yolunu izledi. Bizdeyse o sıralarda Kutsal Başpiskopos III Makarios, Kayıp Akrabaları Komitesi’nin rahmetli başkanı Papahristoforos ve o dönemin tanınmış siyasi isimlerinin pek çoğu, kayıpların perişan haldeki akrabalarını sürekli tekrarlanan ama bulanık tek bir ifadeyle bilgilendiriyordu. Kayıplarımızın akıbetinin ne olduğunu öğrenmek için elimizden geleni yapacağız. Böylece de kayıp insanların hâlâ hayatta olma ihtimalini işaret ediyorlardı. Bu trajik hikayeye, dönemin büyücü ve medyumları da dâhil olmuştu. Hayatta olan kayıp insanlarla “”iletişim kurdular ve kayıp ailelerinin servetlerine el koydular.
Kesin olan tek şey şu ki, kayıp akrabalarının ürkütücü dramının arkasında, birçok siyasi ve ekonomik çıkar yatıyordu. Olay/ ölülerin yanısıra birçoğu ömrünün geri kalan kısmını ölene dek antidepresif ilaçlarla geçirmek zorunda olan akrabaların da kurban olarak yer aldığı bir “mezar soygunculuğu”ndan ibaretti. Bazıları/ yıllarca silah arkadaşlarının veya diğer görgü tanıklarının ifadelerine rağmen sevdiklerinin öldürüldüğünü kabul etmeyi reddeden kayıp akrabalarının da bu işte sorumlu olduğu konusunda ısrar ediyor. Trajedinin mütevazı bir yönü daha var; bazıları kayıp akrabalarından faydalanarak devletten bir ödenek aldı, kimileri devlette kendine bir iş sağladı, kimileri de kayıplar sorunu konusunda görünüşte aydınlatma yapmak için yurtdışına seyahat etme olanağını buldu. Kıbrıs konusunda zor kararlar almaktan kaçınmak ve elbette sandalyesini korumak için kayıplar dramını kullanan birçok politikacı da suç ortağı oldu.
Kayıp akrabalarının trajedisi,/ kayıpların ve 1974’te düşenlerin akıbetinin belirlenmesi masalıyla bu güne kadar devam ediyor. Kayıp ve akrabalarının bu trajikomik draması, kimliği tespit edilen kayıpların cenazelerinde en karakteristik biçimiyle hayat buluyor. Hayatta olan akrabalar bir kez daha ağlamaya ve sevdikleri için yas tutmaya çağrılıyor. Cenaze törenlerinde tanınan ya da tanınmayan isimler, korku hikayelerini ya da gördüklerini ve duyduklarını veyahut da hayal ettiklerini anlatıyor. Cenazelerde toplananlar ağlarken TV yıldızları haber bültenleri için şok edici röportajlar oluşturuyor. Onlarca yıldır Gazeteci Andreas Paraschos arkadaşım bu konuda yazıp çiziyor ama belli ki, söyledikleri mevcut statükonun kulaklarına ulaşamamış. Öyle ya, dönemin siyasi isimlerinin ailelerinde kayıp insanlar yok.
Kayıp dramının yeni trajik yanı, kayıpların kemiklerinin tamamını veya çoğunu bulmaya çalışmaktır. Son olarak gün ışığını gören, bir öykü kayıp bir kişinin dişinin bulunması olayı oldu. Genetik materyal olarak bulunan ve kimlik tespiti yapılan tek kalıntıydı ve akrabaları onu gömmeyi reddederek daha fazla kemik bulunmasını talep etti. Duygusal olarak, akrabalar haklı olabilir. Ama mantıksal ve teolojik olarak, kesinlikle yanlışlar. Cenazeler ruhların huzur bulmasının yanısıra aynı zamanda yaşayanların da teselli bulması içindir. Zira insan topraktan gelir ve toprağa gider, inansak da inanmasak da. Geriye kalan tek şey ruh ve anılardır. İster bir dişi gömün, ister bir deri parçasını ya da hiç bir şey olmasın, yaşayan ve ölüler için kurtarıcı olan duanın sağladığı sıcaklıktır.