Döviz neden artıyor sorusuna verecek cevabınız olabilir, ancak bunu nasıl durdurursunuz sorusuna verecek cevapta Kıbrıslıtürkler yok hükmündedir. Türk lirasının resmi para birimi olarak kabul edildiği günden itibaren Kıbrıs’ın kuzeyi para politikaları konusunda ülkedeki tüm siyasi özneler dış kapının mandalıdır.
Ancak, alım gücü azalırken, yoksulluk artarken buna karşı etkili politikalar geliştirmek, istihdam devamlılığını sağlamak gibi konulara yerel çözümler yaratmak mümkündür. Bunun için yerel kaynakların neye göre harcanacağının önceliklendirilmesi gerektiği ile başlanacak bir yaklaşım gerekirr. Bu ise yürütmenin karar vereceği bir meseledir. Ancak sorunları çözmek yerine derinleştirecek yollar izlemek bir kktc hastalığıdır.
Aynı şekilde TC ile kktc arasında imzalanan protokolde para transferinin gerçekleşmemiş olması konusu da bir sorundur. Kamunun gerek gerçekleştirebileceği yatırım projeleri, gerekse yoksullukla mücadele için önceliklendirilecek adımlar için imzalanan protokol gereği 2,2 milyar TL’nin kktc bütçesine aktarılması gerekmektedir. Ancak bu işlem hala daha gerçekleşmemiştir.
Alttaki görselde görüldüğü gibi maliyenin paylaştığı haziran ayı gelir rakamlarında TC’den bir kuruş bile aktarılmamıştır.
TC’den aktarılmayan kaynakların aktarılması talebini yapmak imza sahibi olan Kıbrıslıtürk tarafının sorumluluğudur. Ancak imzalanan bir anlaşmada tarafların sorumluluklarını yerine getirmemesini siyaset gündeme almamayı tercih etmektedir. Bunu anlamak zordur.
Bir taraftan bağlayıcı bir anlaşma yapıp, diğer taraftan bunun gereklerinin yerine getirilmemesi hukuki ilişkinin özüne aykırıdır. Bu sorunun yok sayılması ile hedeflenen “TC ile iyi ilişkiler” kurmaksa, bunun “kötü ilişki” örneği olduğunu söylemek gerekir. Hukuki anlaşmalarda tarafların anlaşmaya uygun adım atmamasına sessiz olmak “iyi ilişki” değildir. Eşinden şiddet gören bir kişinin “evlilik sözleşmesini” bozmamak adına sessiz kalması gibi anlamsız bir ısrardır. Kötü bir seçimdir.
Temmuz ayında yerel gelirlerin 700 milyon TL’ye ulaştığına dair öngörüler ifade edilmektedir. Bu rakama turizm sektörü açıkken bile ulaşılmamıştır. Bir tarafta lokomotif sektörlerin vergi gelirlerindeki payının düşüklüğünü sorgularken diğer taraftan bu kadar yüksek bir rakam toplayan kamu iradesi yarattığı kaynağı nasıl kullanacağını konuşmak gerekmektedir.
Gelirlerin adilane bölüşümü, dar gelirliler ve COVID19’dan dolayı mağdur olan kesimleri yeteri kadar korumadığı ortadadır. Bu sosyal adalet anlayışını yaralamaktadır… Toplumsal kutuplaşmanın derinleşmesine neden olmaktadır. Adilane bir bölüşüm gereklidir.
Hükümet krizi, döviz krizi, seçim krizi, imar planı krizi derken yaşam kalitesinin gittikçe azaldığı bir durum ile karşı karşıyayız. İşin en saçma tarafı ise, siyasi aktörlerin bu durumu çözmek yerine bu durum üzerinden var olmayı tercih etme eğiliminde olmasıdır. Sanırım statüko dediğimiz anlayış, sorunlara odaklanarak çözüm açılımları yapamayan anlayışın kendisidir.