COVID19 konusundaki kararlarda bilim temelli hareket edileceği genel kabul görüyor. Buna uygun olarak adanın güneyi belirli kategoriler kapsamında çeşitli ülkelerden gelen insanlara kapılarını açmış durumda.
Amaç turizm konusunda bir canlılık yakalamak. Dibe vuruşu engellemek. Güneyde oluşan talebe paralel olarak, kuzeye dönük de talep gelişiyor.
Larnaka üzerinden adanın kuzeyindeki opsiyonları soranlar olunca, değişik diyalogların gerçekleştiğini öğreniyorum. Mesela A kategorisinde bulunan potansiyel ziyaretçi, 15 gün adanın güneyinde tatil yapmak için gelecek bir turist, bu tatilinin 5 gününü de kuzeyde geçirmek istiyor. Ancak aldığı PCR testi geçersiz olduğu ve geçmek için PCR, en fazla 3 günlük olması gerektiği ve tatile geldiği bir yerde bu detaylarla uğraşmak istemediği için gelmekten vazgeçiyor.
Buna benzer durumlarda kuzeydeki birçok küçük hotel sahibi yada AIRBNB üzerinden konut kiralayanlar taleplere karşı “gelmeyin” diyor. Bir adadaki iki yönetimin birbirini tanımaması bir tarafa birbiri ile uyumlu politikalar güdemiyor olmasından dolayı yaşanıyor.
Dahası var, bu ülkelerden gelen insanlar çeşitli ülke vatandaşları olabilir. Mesela, İspanya’da yaşayan bir İngiliz ile Çekya’da yaşayan bir İngiliz’in eş miktarda tehdit yarattığını söylemek doğru olmaz. Çekya A kategorisinde, İspanya B kategorisinde ancak Çekya’da ikamet eden bir İngiliz’in Kıbrıs’ın kuzeyine geçmek istemesi durumunda; kuzey Kıbrıs muhaceret memurları bu gelen kişinin nereden ülkeye girdiğini değil pasaporttaki vatandaşlığına bakabiliyor.
Gelen kişi geçiş noktalarından geçmek isterse nasıl muamele edileceği net değil. Burada gelen kişinin ifadesinin doğru olup olmadığını kontrol edecek bir iletişim kanalına da sahip değil.
Bu aslında yeşil hat üzerinden gerçekleşecek geçişlerde istenildiği kadar etkin denetim olmayacağını göstermektedir. Buradaki sorun, COVID19 değil, COVID19 ile katmerlenmiş Kıbrıs sorunudur.
Benzeri bir biçimde, hükümetin Türkiye yönlü uçuşları açma arzusu vardır. Ancak bilimsel veriler, Türkiye ile uçuşların karantinasız gerçekleşmesi durumunda yayılma riskinin artma ihtimalini ortaya koymaktadır.
Bu da yine halk sağlığını tehdit edecek bir durum yaratmaktadır. İkinci bir kapatmanın ekonomik maliyetlerinin de karşılanamayacağı açık, pandemi hastanesinin de yapılmadığı bir gerçek. Bilmem kaç kusur gündür hiçbir vaka görülmediği konusunda yaptığımız öykünmenin onda biri kadar sağlık altyapısını geliştirmek için harcasaydık muhtemelen sağlık altyapısının çok daha iyi bir durumda olduğundan emin olabilirdik. Ancak, gelinen aşamada bu şansı da kaybetmiş gibiyiz.
Son durumda şunları biliyoruz
1- tamamen kapalı kalmak sürdürebilir değil
2- yeşil hat üzerinden geçişlerde ekstra bariyerler yaratmak ekonomik canlılık yaratmaz
3- Türkiye’den karantinasız girişler halk sağlığını riske atar.
Tüm bunların ışığında hükümet tamamen kapalı kalmanın sürdürebilir olmadığını kabul etmekle beraber; yeşil hat üzerindeki bariyerleri azaltacak iki toplumlu teknik komite himayesinde bir süreç izlemek istemiyor. Türkiye’den karantinasız girişlerin halk sağlığını riske atacağını görmezden gelmektedir. Zaten 15 gün karantinada bekleyip sonra tatil yapmak isteyecek birinin de olması çok mümkün değildir.
Sonuç olarak karar alma süreçlerinde Cumhurbaşkanlığı seçimi belirleyici bir durum yaratmakta, alınan kararlar farklı kaygılara göre belirlenmekte ve mantık çerçevesinden uzaklaşılmaktadır.
Gelinen aşamada kimsenin kazanmadığı ama en çok da sıradan insanların kaybettiği bir kaosu deneyimliyoruz. Belki günü kurtarıyoruz ama gelecekten çalıyoruz.