15 Ocak 2020 eski ile yeninin birbiri ile karşılaştırılmasına olanak sağlayan bir gün oldu. Gündüz Sendikal Platform, 40 örgütü temsilen 15 kişilik bir grup olarak, asgari ücretin 8 bin 829 TL olmasına talep eden bir eylem yaptı. Maalesef, eylem organize eden örgütler tarafından bile benimsenmedi.
UBP Başbakan Cumhurbaşkanlığı seçimine dair düşüncelerini “Elini sıkmadığım adam kalmadı. İsim vermeyim ama, iddiası olmayanlar neden aday oluyor anlamıyorum” şeklinde toplumla paylaştı. Ardından katıldığı UBP ilçe toplantısında hükümete geldiklerinde büyük bir bütçe açığı, işlemeyen bir ekonomi bulduklarını ve ilk olarak bunu hallettiklerini, ülke ekonomisinde istikrarın sağlandığını ifade etti.[i] Kimse, ciddiye almadı.
Aynı saatlerde, “Yol Yoksa Seyrüsefer Da Yok” diyerek sosyal medyada organize olan 2 binden fazla insan yol kazaları ve trafik gündemi ile toplanıp, sosyoekonomik anlamda yaşanılan sorunları kurulan kürsüde dile getirdi. Sloganların belirlenmesi sosyal medyada açılan anket ile demokratik bir biçimde belirlenmişti. Miting meydanında da organizasyon komitesi adına yapılan 3 konuşma dışında mikrofon herkese açıktı.
Başka bir deyişle, halk meclisini kurmuş, kendi iradesine ele alarak ne isteyip ne istemediğini açıklamıştı. Konuşmalar arasında eyleme katılanlara destek vermek isteyip, onları cesaretlendirmek için konuşanların olduğu kadar, acısından dolayı “bin gara belanızı versin” diyerek, meydanda yöneticilere hissiyatlarını söyleyenler de vardı, “uyandık” diyerek meseleyi özetleyen de… Yaşananlar doğrudan demokrasinin, nasıl çalışabileceğini gösteren en önemli deneyimlerden biriydi. Hele, Afrika Gazetesine yapılan saldırı sonrası sendikacıların, Afrika Gazetesi genel yayın yönetmeni Şener Levent’i konuşturmamak için sarfettiği enerjiyi hatırladığımızda, bu cesur bir karar olarak görülmelidir.
Eylem hazırlanırken, halkın, siyasi partileri burada görmek istemiyoruz mesajı kayda değerdi. Eleştirilerin muhalefet ile iktidara eşit şekilde paylaştırılması, sendikalara olan güvensizliğin ortaya konulması da ciddi mesajlar içermektedir. Açıkça, hedefte bir kişi yoktu. Tüm siyasi odaklar hedef olarak seçilmişti. Bu açıdan sanırım herkesi birleştiren nokta da buydu: Biriniz değil Hepiniz!
Oyunu verdiğinde, “hayırlı olsun” diyen insanların on yıllardır “hayrını göremediği” siyasi partilere tepkisi vardı. Tepki, adanın kuzeyinde oluşturulmuş statükoyaydı. Verili koşullar ve kurulmuş ilişki biçimi yolun yamalanarak çözülmesinin de sebebiydi, seyrüsefer parasının memur maaşı olarak harcanmasının da.
Tabii ki, siyasi parti ve örgütlere olan karşıtlık sendikalar kapatılsın, siyasi partiler kapatılsın gibi bir noktada olmadı. Meydandakiler, daha az demokrasiden değil; daha fazla demokrasiden taraf oldu. Daha iyi bir temsili yapı, daha adil bir ekonomik yapıdan taraf oldu.
Daha önce de paylaşmıştım, toplumun sokağa inip, irade beyanında bulunması ardından da onu sosyal medyayla çoğaltması zaman zaman yaptığımız ritüellerimizden biriydi. Ancak, son zamanlardakilerden en büyük farkı, bu sefer etkiye – tepki veren bir eylem değildi. Öncü olan, etkiyi başlatan bir eylemdi.
Bu eylem; mevcut örgütlü yapılanmaların iç statükolarını değiştirmelerinin gerekliliğine dair daha açık bir mesajdı. Bunu tüm örgütlü yapılanmalar görebilmeli.
Neredeyse konuşmacıların tümü, siyasetçilerin kendilerini seçim zamanı görmesinden, ellerini sıkıp işleri takip etmemesinden rahatsızdı. Bu sanırım, Ersin Tatar’ın gururla dile getirdiği “elini sıkmadığım adam kalmadı” ifadesinin de artık büyük kitleler için anlam ifade etmediğini göstermektedir. “Elini sıkmak” yerine, “kucaklayanların” da bu noktada yöntemlerini yeniden gözden geçirmeleri konusunda bir mesaj verildiği bir eylem oldu.
Ancak, tekrarlanan bir başka nokta daha vardı. “Oturduğunuz koltuklara, bizim oylarımızla geldiniz, görevinizi yapın” şeklinde yapılan açıklamalar, siyasette hesap verebilirlik noktasındaki en önemli müdahalelerden biridir. Binlerce insanın bir meydanda “bu devleti ve bu hükümeti kabul etmiyorum” demesi ve bunun alkışlanması, aslında içten çürüyen bir yapının olduğunu gözler önüne seriyor.
Konuya kendi siyasi penceremden bakınca, dörtlü koalisyondan başlayıp buna geldiğimiz süreçte sistem tıkandığına şahit oluyoruz. Hem politik hem ekonomik bir kriz ortamı deneyimliyoruz.
Reform yapamayan hükümetler, ekonomik dönüşümü sağlayamayan uygulamalarla yüz yüzeyiz. Yoksullaşan insanlar her geçen gün biraz daha belirgin bir biçimde karşımıza çıkıyor.
Yoksullaşma sosyal bir risk ve bu riske karşı direngenliğimiz yok.
Yoksullaşırken, kamuya ödenen doğrudan ve dolaylı vergilerin de kamusal ortak varlıklarımıza harcanmadığı açıkça görülüyor. İnsanlar, kaynakların eşit paylaşılması mümkün değilse de, adil paylaşılmasını istiyor. Adaletsiz bir paylaşımın sonucu olarak, insanlar yollarda ölürken, sadece yol kazaları değil, aynı zamanda iş cinayetleri, sosyal sorunlar ortaya çıkıyor. Günlük hayattaki huzur iklimi bozuluyor.
Bütün bunlar olurken, siyasi partiler bunlara odaklanıp bunu bir siyasi program haline getiremiyor. Magazin dergisi kıvamındaki siyasi açıklamalar, kahvedeki dedikosu için iyi gidiyor dainsanların önceliklerine bir karşılık verilemiyor. Koşullar bu hale gelince de doğal olarak toplumsal bir patlama yaşanıyor.
Yaşananlar, sadece bir öfkeyi temsil etmiyor. Aynı zamanda geleneksel yapıların, geleneksel uygulamaları ile yola devam edemeyeceğini de ortaya koyuyor.
Dünkü eylemden öğrenilmesi gereken çok şey var. Muhtemelen en büyük mesaj da siyasi parti ve sendikalara oldu. Anlaşıldı mı onu zaman gösterecek…
Tepkiyi iradeye dönüştüren bir avuç insanın başarısı takdir edilmelidir. Hayatın her alanına, toplumun her kesimine ulaşan bir dili yakalayan organizasyon komitesi, önemli bir örnek oldu. Evrensel ve kapsayıcı bir dil ile kitleleri bir araya toplayıp, öfkeyi sokağa taşıdıkları için teşekkürü hak ediyorlar.
Ancak henüz konu kapanmışa benzemiyor.
Bu hareketin devamı gelecek. İşte o zaman çok daha kalabalık bir kitle olarak orada olacağız.
[i]https://www.kibrispostasi.com/c35-KIBRIS_HABERLERI/n308807-tatar-hukumete-gelir-gelmez-ekonomiye-care-bulduk-ve-istikrari-sagladik