Ortaokul ve liseyi Maraş’ın yanı başında okudum. Limanın yanından geçerken duvarlarda “Maraş Namustur, Veren Namussuz” ifadesi bölgeye dair çocukluğumdan kalan en önemli hatıradır.
Benim için ise Maraş hep bir utanç oldu. Sivil insanları hedef almak, bir savaş suçudur. Maraş’ın bu hali sivil insanları hedef almaktadır ve başlı başına bir savaş suçudur.
Maraş’ın namus olduğunu söyleyen aklın, en yakın politik akrabaları bugün iktidarda. Ancak, kimse “namustan” bahsetmiyor, bahsedemiyor.
Başbakan’ın söylemediğinden ‘emin olduğumuz!’ ama bir türlü kim olduğunu bilmediğimiz birileri ise Kapalı Maraş’ın açılarak Las Vegas’a benzeyeceğini söylüyor.
Başbakan Tatar’ın açıkladığından emin olduğumuz bir ifade ise “üzerine inşaat yaptıkları için hak iddia ediyorlar” şeklinde oldu. Oysa ki Annan Planı’nda ve son yürütülen müzakerelerde Kıbrıslı Türklere gerek karşılıksız, gerek eşdeğer olarak tahsis edilen Kıbrıslı Rum mallarında, bireysel hak iddia etmek için tam da aynı argümanı Kıbrıslı Türkler kullanıyor. “Significant Improvement” olarak bilinen detaya göre, 74 öncesi Kıbrıslı Rum mülkünü, 74 sonrasında Kıbrıslı Türk kullanıcısı mülkün değerini anlamlı bir şekilde arttırdıysa, mülkün geleceğinin belirlenmesi konusunda ilk söz kullanıcıya ait olacağına dair bir uzlaşı mevcuttu. Başbakan bu konuda şikayetçi mi doğrusu birinin açık açık sorması gerek. Çünkü eğer “hak iddia edilmesin” diyorsa; eşdeğer ve tahsis mülk kullanan birçok insanın mülkiyet hakları gelecekte tehlike altında olacak.
Özersay ise konunun envanter çalışması olduğunu ifade ediyor. Özersay aynı anda hem uluslararası hukuka uygun bir süreçten hem de malların evkaf malı olduğunu ifade ediyor. Oysa ki, Kıbrıs’ın Britanyaya devri sırasında evkaf mallarının satılmasının önü açılmıştı. 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti anlaşması eklerinde de yine Evkaf’a ait mallara karşılık birkaç milyon sterlinin alındığı Küçük’ün imzasıyla teyit edilmişti.
Evkaf hukuku doğal hukukun bir yansımasıdır. Doğal hukuku,modern hukukun önüne koymak mümkün müdür? Evkaf üzerinden Maraş’ta hak iddia etmek; işlenen bir suçun, mevcut ceza yasasına göre değil de, bir zamanlar Kıbrıs’ta şeri mahkemeler olduğundan, konunun şeri hukuka göre incelenmesini talep etmek gibidir. Şeriat hukuku ile adaletin tecelli etmesi gerektiğine dair bir pozisyonunuz varsa bu AİHM’de karşılık bulur mu?
AIHM’de böyle bir ayrıcalık bekleyip, hak iddiasının 1974 öncesi mülk sahipleri kadar meşru olduğunu söylemek bence güçlü bir savunma değil. Ancak, dürüst olayım Türkiye Cumhuriyeti için “Maraş’ı bir koz olarak kullanıp; şu ana kadar hiçbir faydasını görmedik ve şimdi yaptığımız onca yanlış için misliyle tazminat ödeyecek çaresizlikteyiz” savunmasından daha iyi bir bahaneyi temsil ediyor.
Serdar Denktaş ise açıklamasında bir taraftan hükümeti acelecilikle suçlarken, “bu açılımı Kıbrıs’ta bir anlaşmaya varabilmek için atılmış bir adım olarak göstermeliyiz” demektedir. Yani cümleyi tersten okursak “bu açılım Kıbrıs’ta bir anlaşmaya varmak için atılmış bir adım değildir” sonucunu çıkarabiliriz. Bu adımın esas sebebinin Kıbrıs sorununu çözmek olmadığı ortadadır. Çünkü yine Serdar Denktaş’ın açıklamasında “önemli olan bu açılımın neden yapıldığının anlatılmasıdır” demektedir. Hal böyleyse, aslında gelinen noktada, yerel bir irade ile değil atılacak adımın muhtemelen deniz ötesi başka çıkarların korunması için atıldığı bir süreç yaşıyoruz. Baskının sebebi Türkiye’nin AİHM korkusu mu yoksa olası tazminatların büyüklüğünün Türk ekonomisinin kaldıramayacağı kadar yüksek olma ihtimali mi şu an konuşmak için erken.
Sol partilerin Maraş konusunda ne söylediğine baktığımda ise daha vahim bir durum ile karşılaşıyorum. CTP Genel Başkanının “sosyal medya” açıklamasında ise konunun sebeplerine dair tek bir kelimeye yer verilmemiştir. Onun yerine “Maraş’ın KKTC yönetiminde açılacağı iddiasının tam olarak hükümete mi, parti ya da partilere mi yoksa tek tek kişilere mi ait olduğunu anlamak maalesef tam olarak mümkün olmadı” şeklindeki açıklaması, aslında CTP nezdinde konunun “Özersay’ın şahsi hareketleri mi?” tartışmasını aşamadığına işaret ediyor. Açıklamanın herhangi bir içeriğe sahip olmaması, niyet okuması yapmak dışında başka bir olanak vermese de TDP Başkanı Cemal Özyiğit’in meclisteki açıklaması ise muhalefet adına durumun çok daha içler acısı bir durumda olduğunu gösteriyor. Çünkü TDP açıklamasında, konuya dair bir şey söylemek yerine konunun Cumhurbaşkanlığı’nda tartışılması gerektiğini ortaya koydu.
Sadece hükümettekiler değil, pan-Türkist yazıları ile bildiğimiz Sabahattin İsmail’in de Maraş konusundaki katı pozisyonunu terk ettiğini ve konuyu AİHM’e havale ettiğini görüyoruz.
Sabahattin İsmail, meseleye dair neredeyse en kapsamlı yol haritasını ortaya koyuyor. Taşınmaz Mal Komisyonu’nun işlevinin Maraş’ı da kapsayacak nitelikte olması sağlanacağından bahsediyor. İsmail, ya iade edilecek KKTC’de Türk iradesinde yaşayacak, tazminat isterse TMK bu tazminatı ödeyecek diyor. Aynı zamanda Vakıflar ile Kıbrıslı Rum koçanları kıyaslanacak deniliyor.
Ancak, İsmail’e göre esas kapsam “bir rum bir türk ile anlaşıp satış işlemi yapacağını ve TMK’nin kararı olarak AIHM’denonaylatılacağını söylüyor.” Yani zaman kazanmaya yönelik açılım ifade ediliyor. Tazminat ödemek yerine, iki taraf arasında satış sözleşmesi yaparak mülkiyet değişimine olanak sağlanması isteniyor. Satış yapıldığında mülkün sadece o günkü değeri konuşulacak. Ancak telli bölgede kalmasından doğan kullanım kaybı, mülküne erişememe gibi kayıplarından doğan tazminatın ise nasıl ödeneceği ifade edilmiyor.Muhtemelen burada tazminatlardan kurtulmak için yeni bir hukuk yolu açılmaya çalışılıyor. Ancak geri dönecek Kıbrıslı Rumların isteyeceği tazminat ve süreçler her halükardaolacaktı. Ancak araya 3. Kişilere satış eklenerek, burada tazminat yükünden kurtulmak isteniyor.
Beklenen, Maraş’ta malı olan bir Kıbrıslı Rum mülk sahibinintüm bu kayıplardan feragat ederek, mülklerin mevcut değerine satacağıdır. Ancak, tazminattan feragat etmek pek de ikna edici bir durum değildir. Kıbrıslı Rum mülk sahiplerinin KKTC yönetimi altında, mülklerine dönmesi olasılığında bile hala daha her bir mağdurun tazminat hakkı olduğu gerçeği değişmemektedir. Ancak zaman kazanmak için etkili bir yöntem sunulduğu gerçeği değişmemektedir.
yanı Sabahattin İsmail veya Kudret Özersay gibi isimlerin Türkiye hariciyesi ile iyi ilişkilere sahip olduğunu biliyoruz. Bu isimlerin “envanter çalışması” ile açtıkları tartışmanın, aslında pandoranın kutusunu açmak demek olduğunu da biliyoruz.
Yıllarca bastırılan, hakkında konuşanın Rumcu ilan edildiği, kimi zaman hızını alamayan “solcu abilerin” bile meseleye fanatik milliyetçilerle aynı pencereden baktığı Maraş meselesi artık geri dönmesi mümkün olmayan bir sürece girmiştir.
Bölgenin askeri bölge statüsünün kaldırılması, envanter çalışmasının yapılması ve en sonunda yasal sahiplerine muhtemelen tazminatıyla beraber iade edilmesi sağlanacak.
Uyguladığımız “pro-aktif” politika sayesinde karşılığında Kıbrıslı Türk tarafının hiçbirşey alamayacak ve 1974’den beri oluşturulan toprağa karşı siyasi statü paradigması tüketilecek.
Peki neden böyle oldu?
Maraş’ın yasal sahiplerine iadesine karşılık birşeylerbeklemek siyasi bir süreçte, bir pazarlıktır. Taraflar aracılı veya aracısız bir biçimde birbirleri üzerinden pazarlık yapmaktadır.
Ancak, konu AİHM’de görüşüldüğünde; orada mesele üçüncü bir kişinin adalet referansı ile karar vermesi demektir. Burada siyasi bir pazarlık unsurları tüketilmektedir.
Geldiğimiz noktada pazarlık ihtimali tüketilmiştir.
Sivil insanlara on yıllardır yaşatılan travmalara ve her sabah bir utançla uyanmamıza sebep olanlar vakit varken Maraş’ı iade ederken hem utancımızdan arınır hem de yaşadığımız bu absürt hallerin insanileşmesine katkı koyabilirdi.
Maraş’ı yılanlara bıraktık diye şikayet edenler, bunu kolektif bir iyi için kullanabilirdi.
Ancak, pazarlık kozu olarak kullanacak olanlar bu kozukullanmaya cesaret ve irade gösteremedi.
Şimdi ise elinizde tuttuğunuz kozun bir işlevi kalmadı. Çünkü onun geleceği ile ilgili kararı siz değil, AİHM verecek.
AİHM sürecinin nasıl devam edeceğini ve kararın ne olacağını bilmek zor.
Alınacak karar sadece Kıbrıslı Rum mülk sahiplere deva olmayacak, aynı zamanda Kıbrıslı Türk toplumunda bu utancın parçası olmak zorunda bırakılanlar için de adaletin tecelli etmesi anlamına gelecek.
Onlarca yıl bu utancı ve insanlık dışı bir manzarayla yaşamayı reva görenler ise Maraş üzerinden olası kazanımları da yok ettikten sonra umarım kendilerine düşünmek için süre ayırırlar ve makul ve yapıcı bir anlayışın ülkenin geleceği için ne kadarönemli olduğunu anlayabilirler.