Herkesin birbirini suçlama oyunu oynadığı bir süreçte, bu hınç ve haset ortamına kapılmadan bir değerlendirme yapmak için sanırım biraz zamanın geçmesinde fayda vardı.
Nitekim dağılmış dörtlü koalisyonun ortakları ve onların sosyal medya cengaverleri yavaş yavaş durumu kabul etmiş, sindirmiş ve normalleştirmiş kıvama gelmekte.
Bu süreçte belki de işin en komik ve en trajik tarafı, mesela CTP’lilerin HP’yi vuracaklar diye neredeyse Hüseyin Özgürgün’ü yüzyılın mağduru konumuna yerleştirmeye çalışmaları; TDP’lilerin hükümetteyken söyleyemediklerini artık sanki çok ciddiye alınacaklarmış gibi hükümet dağıldıktan sonra söylemeleri; HP’lilerin kendilerine gelen eleştirilere yönelik “en iyi savunma saldırıdır” ilkesinden hareketle eski koalisyon ortaklarını kamuoyunda ‘gambazlaması’ ve sosyal medyada birbirlerini pohpohlaması; DP’nin ise Kıbrıslı Türk popülizmini dibine kadar kullanması ve Denktaş öznelinde ‘temiz çocuk’ havası yaratmaya çalışması… Bu görüntüler bize Kıbrıs’ın kuzeyinde siyasetin ne kadar kısır ve niteliksiz olduğunu ortaya sermekte.
Tüm bu şamata içerisinde, hınca ve haset duygusuna kapılmadan, Halkın Partisi ve Kudret Özersay üzerine belli başlı noktaları vurgulamakta ve tartışmaya açmakta fayda var. Bu aslında 2016 yılında Gaile dergisinde yazdığım “Kudret Özersay’ın önlenebilir tırmanışı” isimli makalenin de kısa bir devamı olacak.
Makaleyi merak edenler veya tekrar okumak isteyenler buradan okuyabilirler.
Yazıya geçmeden önce ‘neden CTP-TDP-DP ile ilgili değil de HP ve Özersay ile ilgili böyle bir yazı yazma ihtiyacı duydun?’ diye soracak olursanız, bunun cevabı aslında çok bariz. Çünkü yaklaşık 5 yıldır siyasette en fazla kendisinden söz ettiren, en fazla tepkiyi ve övgüyü almış, söylemleri en çok tartışılan, hatta belki de son zamanlarda en çok tepki duyulan kişi Özersay oldu. 2016’da “önlenebilir tırmanışı” hakkında yazdığımda, bunun aslında önlenemez olduğunun farkındaydım. O yazıyı aynı zamanda bir merak ve ne olacağına dair bilinmezlik duygularıyla yazmıştım. Henüz yazıldığında HP yoktu fakat bugün geriye dönüp baktığımda genel olarak yazının bağlamının bugün gelinen noktayı açıklamak ve anlayabilmek adına hala güncel olduğunu düşünüyorum.
Ve işte bugün de artık “önlenemez düşüşten” bahsediyoruz. Böylesine kesin bir ifade kullanmak riskli olabilir. Bunu kabul ediyorum. Fakat en azından bundan sonra Özersay’ın işinin hiç de kolay olmayacağını vurgulayabiliriz.
Çünkü 5 yıllık bir süreçte bu siyasal hareket söylemini ‘geleneksel siyasetin” anti-tezi olarak kurarken bugün geleneksel siyasetin, yani kendi değişleriyle “eski siyasetin” alışkanlık dünyasından beslenir hale geldi. En basitinden 15 ayda “bunlarla hükümet kurmayız” dediği tüm merkez partilerle hükümet kurması bir nevi kendi kendinin inkarı oldu. HP’nin hızlı yükselişi, hızlı tükenen koalisyonlar, hızlı kurulan yeni ortaklıklar, hızlı gelen istifalar…
HP bir süreden beridir, hatta hükümet devam ederken dahi ciddi bir türbülansa girmiş durumdadır. İşte bu türbülansı ve yeni sağ siyasetin akıbetini anlayabilmek için bazı noktaların altını çizmekte fayda var.
1. HP ve Özersay dönüştürücü potansiyelini kaybetti
Özersay, Toparlanıyoruz Hareketi’nden başlayarak tüm siyasal söylemini eski siyasetin çürüdüğü, statükonun artık böyle devam edemeyeceği ve hatta KKTC’nin ve kurumların da bu haliyle sağlıklı bir devlet misyonunu yerine getiremeyeceği üzerine kurdu. Aslında doğrudan siyaset kurumunu ve siyaset yapma alışkanlıklarını hedef aldı. Tezi ise kısaca samimi, yeni, temiz ve şeffaf bir siyaset ile hem eski siyasetten hesap sorulacağı hem de yapısal olarak çürüyen, tıkanan veya işlemeyen noktaları düzelterek yani popüler tanımla ‘evin içini süpürerek” dönüştüreceği idi.
Kısaca Özersay ve HP için yeni siyasetin temel motivasyon noktası dönüştürücü bir potansiyeli taşıması ve bunu beslemesi idi. Açıkçası 2015 yılından beridir de bence kendi bağlamları içinde güçlü bir iletişim stratejisi ile de toplum içerisindeki tepkili, öfkeli, hayal kırıklığına uğramış veya diğer partilerden uzaklaşmış kesimleri kendisine çekebilmesinin en önemli ve temel faktörü de bu dönüştürüşü potansiyeli ve bu yöndeki iddialarının güçlülüğü, bunları topluma pazarlayabilmiş olmasıydı.
HP içerisindeki demokrat, liberal veya sosyal sorunlara hassasiyeti yüksek insanların varlığı hem bu potansiyeli besledi hem de bu potansiyelden dolayı bu noktadaki insanlar HP’ye yakınlaştılar. Bu durumun toplum içinde HP’nin inandırıcılığını ve güven duygusunu olumlu anlamda besledi.
Fakat hem koalisyon sürecinde hem de son iki-üç haftada yaşananlar HP’nin dönüştürücü potansiyelinin artık ortadan kalktığını ve ciddi bir inandırıcılık krizi yaşayamaya başladığını göstermekte. Hükümet döneminde sadece parti ve hükümet programlarında olmasına rağmen hayata geçirmek için çaba dahi göstermedikleri vicdani ret, maronit açılımı gibi meselelerden dolayı değil; aynı zamanda HP’nin bu süreçte AKP tarafından nasıl bir siyasal üs olarak kullanıldığının da bariz bir şekilde açığa çıkması anlamında. Buna ikinci kısımda geri döneceğiz.
Öte yandan HP’de hükümet bozulduktan sonra yaşanan istifalar tam da yukarıda bahsettiğim dönüştürücü potansiyelin nasıl yok olduğunun da bir göstergesidir. Demokrat ve toplumsal damarı güçlü kesimler UBP koalisyonuyla birlikte yavaş yavaş partiden uzaklaşmaya başladı. Bununla birlikte Parti içerisinde politik olarak muhafazakar, kültürel olarak ise geleneksel KKTC formlarıyla uyumlu bir çoğunluk oluşmaya başladı. Yeni bir parti olarak ortaya çıkan HP, artık geleneksel ve eski partiler arasındaki yerini aldı.
HP ve Özersay bugüne kadarki en büyük tökezlemesini yaşadı. Fakat bu tökezlemenin artık kalıcı etkileri olacak. Bunun ilki HP’nin dönüştürücü ve siyasetteki olumlu havasının darmaduman olmasıdır. Bunu geri kazanabilecek mi? Zor soru. HP’de artık hem kendi içinde hem kamuoyunda ciddi bir meşruluk, inandırıcılık ve güven bunalımı var. Sokaktaki insan için 15 ay önce söylenen bir cümle o gün ne kadar inandırıcı geliyorsa, 15 ay sonra bugün söylenen aynı cümle bir o kadar inandırıcı gelmiyor artık.
2. HP, AKP politikalarının üssü haline geldi
15 aylık koalisyon döneminde Kudret Özersay’ın, TC Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu ile basına kaç kez fotoğraf verdiğini saymadım. Birden çok olduğu herkesin hatırında en azından. Fakat Özersay ile Çavuşoğlu’nun arasındaki samimiyet ve sıcaklık eski arkadaş olmalarından gelmiyor. Aralarındaki esas sıcaklık, politik bir işbirliğinden kaynaklanıyor. Kıbrıs’ın kuzeyinde, AKP’nin tasarladığı adımları sorunsuz bir şekilde hayata geçirebileceği siyasi odaklardan biri de çok net HP’dir. Açıkçası UBP ile HP koalisyonunun mimarının Çavuşoğlu olmadığına toplum inanmış değil.
Hem Kıbrıs Sorunu ekseninde hem de yeni KKTC tasarımlarının hayata geçmesi anlamında Halkın Partisi kuruluşundan beridir böyle bir misyonun taşıyıcıydı. Bu misyon daha önce Davutoğlu-Özersay, şimdilerde ise Çavuşoğlu-Özersay ilişkisi ekseninde şekillenmekte ve hayata geçmektedir. HP’nin özellikle hükümeti dağıtmasıyla birlikte apaçık bir şekilde böyle bir eksene girmesi; daha doğrusu böylesine bir eksende artık düzgün yürüyememesi hem Parti’ye hem de Özersay’a dair güvenilirliği ve inandırıcılığı aşındırmaktadır. Çünkü AKP ile girdiği ilişki ve bunların pratik yansımaları hem parti içi dengelerde hem de toplumsal alanda semptomlarla ve tepkilerle karşılaşmaktadır. Çavuşoğlu’nun marifetiyle hükümetin bozulması ve arkasından gelen Parti içi tepkiler, istifalar bu huzursuzluğun dışa vurumudur.
Burada bir not da eklemek lazım. Uzun süredir Özersay’ın Cumhurbaşkanlığı’nı hedeflediği ve tüm motivasyonunu bu olduğu bilinmekte. Son yaşananlar göstermiştir ki, Cumhurbaşkanlığı için Özersay partisini bir akşamda bile harcayabilecektir. Bir günde partisine bile zarar vereceğini bile bile koalisyon harcayanlar, yarın Cumhurbaşkanlığı için neler harcamazlar? Fakat bir şeyin altını daha çizmekte fayda var. Özersay’ın Cumhurbaşkanlığı’nı bu kadar güçlü bir arzu ile istemesinin nedenin sadece kişisel hırs olarak açıklayamayız. Özersay’ın Cumhurbaşkan’ı olması aynı zamanda bir Türkiye planıdır. Ortada kişisel değil yapısal bir mesele var. Talat’ı bir şekilde kontrolde tutan ve kendisiyle uyumlu ilişkiler yakalayan AKP, Talat’tan sonra arzu ettiği bir Cumhurbaşkanı görmedi. Bunu kesinlikle kazanan Cumhurbaşkanları’nın AKP ve Türkiye’ye karşı dik durduğu veya Türkiye’nin resmi politikasının dışında bir politika geliştirdiği anlamında söylemiyorum. Fakat bu alanda zaman zaman yaşanan gerilimlerle, AKP’nin Kıbrıslı Türklerin iradesini gerçek anlamda hazmedemediğini ve oradaki iradeyi de tamamen kendisine katmak istediğini gözlemlemekteyiz.
Özellikle son yıllarda Akıncı’nın başkanlığı süresince AKP ile Cumhurbaşkanlığı arasında gerilimlere kadar varan süreçler yaşanmakta. Dolayısıyla AKP, sadece hükümete değil, Cumhurbaşkanlığı’na da kendisiyle uyumlu, makul kişilerin oturmasını istemektedir. Özersay da AKP’nin bu yöndeki adayıdır. Yeni KKTC bir yerden de bu bağlamda şekillenecektir. Aslında şahit olduğumuz pek çok gelişme günü birlik ve kişisel tekil olaylar değil, yapısal bir sürecin stratejik hamleleridir. Önümüzdeki Cumhurbaşkanlığı seçimleri belki de bunun bir kırılma noktası olacaktır.
Fakat buna rağmen Özersay’ın Makyavelci motivasyonlarla gelişen kişisel hırsı, Çavuşoğlu ekseninde AKP politikalarına bağlılığı ve hali hazırda onların ifadesiyle ‘eski siyaset’ ile yaptıkları ‘çıkar evliliği’ partinin ve kendisinin önlenemez düşüşünü hazırlamaktadır. Bu süreçte Türkiye’nin HP ve Özersay’a daha fazla destek vereceği ve doğrudan Cumhurbaşkanlığı için işaret etmekten kaçınmayacağına da şahit olacağız.*
Bir yandan da özellikle UBP ile koalisyonda HP’nin süreç içerisinde bir vakum aletine maruz kalmış gibi eriyeceğine ve parçalanacağına şahit olabiliriz. Çünkü UBP dediğimiz parti çok sağlam bir çıkar ve güç mekanizmasıdır. KKTC’ye hakim olan ne kadar olumsuz değer, alışkanlık ve çürümüşlük varsa UBP’de de vardır. Bunun bulaşmaması içten bile değildir.
Egemen misiniz?
HP dönüştürücü potansiyelini kaybetti de diğerleri kazandı mı? Hayır! Ne CTP ne de TDP bu süreçten kalıcı anlamda olumlu bir güç ve potansiyel kazanarak çıkmadı. HP’nin yarattığı kötücül ortamdan faydalanarak, tepki ve öfke üzerine yapılan muhalefet kısa süreli bir manevi rahatlama getirebilir. Fakat 15 aylık dönemde Tufan Erhürman’ın Türkiye’ye yaranmak için girmediği kılık kalmadığını da gördük, TDP’nin Eğitim ve Çalışma alanlarındaki başarısızlıklarını da, söz verilen yasaların, yapılması amaçlanan açılımların unutulup gittiğini de.
Ekonomik kriz sürecinde nasıl da hükümetin elinin kolunun bağlandığını ve egemenlik icra edemediğini de gördük. Ve evet egemenlik! Soruların dönüp dönüp geldiği ve tıkandığı yer. Hükümet olabilirsiniz, iddia sahibi olabilirsiniz, statü sahibi olabilirsiniz, hatta koalisyon bozup yeniden koalisyon kurabilirsiniz. Fakat egemen misiniz? Değilsiniz! Bunu bildiğimiz halde neden bugüne kadar yaptığımız tekrarları yine ve hala yapmaya devam edelim? Egemenlik tartışmasını bir başka yazının konusuna bırakalım ve bitirelim.
Kısacası Özersay bir organizatördür. Restorasyonun; yani yeni KKTC’nin, bağımsız Türk devletinin ve yeni toplum inşasının. Fakat gözüken o ki, içine girdikleri türbülansta, meşruluk krizinde ve inandırıcılık bunalımında bundan sonra işi çok zor gibi. Hükümeti bozması ve UBP ile koalisyona girmesi bugüne kadar iç politikada yaptıkları en kötücül hamle idi.
İçine girdikleri süreçte muhtemeldir ki HP’den ve Özersay’dan daha çok kötücül tavır ve hamle göreceğiz. Tüm bunlar aşağıya doğru sürüklenen bir HP ve Özersay imajını yansıtmaktadır.
*
Siyaseti belki de devlet merkezinden çekip, egemenliği belki de hükümet olmak olarak değil de toplumsal bir düzlemde düşünmeye başlayıp özgürleşme siyasetinin adımlarını örebiliriz. Yoksa gelmekte olan şey, hepimizin üzerinden geçecek olan bir heyuladır.
*Öyle ki Tufan Erhürman’ın ve Özersay’ın Cumhurbaşkanlığı adayı olması doğrudan AKP’nin Akıncı’yı devirmek için oynayacağı satranç hamlesi olacağını da ön görmek mümkün.