Kurulan UBP – HP koalisyonu bu ülkede seçilmişlerin bize ilk kez fark ettiğimiz olay mı gerçekten?
Bu kadar saf mıyız ?
Seçim dönemindeki “UBP ile kahve içmem” açıklamasının sosyal medyada beğeni toplama dürtüsünü de barındırdığını gerçekten fark etmedik mi?
O kadar mı gözler kararmıştı. Koşulsuz inanç tarikatlarda olur ama siyasi partilerde neden olur anlamakta zorlanıyorum.
Mesela ben az önce öğrendim, yıllardır Karpaz’da kaçak balık avlandığını ve “gırgır teknelerinin” rüzgardan dolayı Karpaz’a yanaştığı söylenirdi.
Her iktidar bugüne kadar buna benzer bir şeyler söyledi. Meğer, karşılıklı anlaşma varmış, belgeleri sosyal medyada paylaşıldı.
Belgenin tarihi 27 Haziran 2001…
O günden bugüne 18 yıl geçti, 13. hükümet kuruldu. Bu konuyla ilgili herkes konuştu, UBP, CTP, TDP, DP, HP, ÖRP’nin içinde bulunduğu her partinin iktidarı oldu ama sahile de sahip çıkamadık, denizdeki balığa da.
“Rum’a bir karış toprak vermem” diyenler; 18 yıldır tonlarca doğal kaynağı hibe etmiş Türkiye’ye.
Beslemeymişiz!… Bak sen hele
2001 tarihli ilgili anlaşmadan buranın kazancı ne oldu?
Ben söyleyeyim “Hiçbir şey!”
Ama yine beslemeymişiz işte…
Benim gibi onlarca insan gibi ben de her yıl gırgırların fotoğrafını paylaştım.
Konu gündem oldu sonra mevsim değişti konu kapandı.
Bir sonraki yıl yine.
Bu ülkeye, ortasından bölünmüş bu adaya sahip çıkmaktı dert.
Şikayeti yükseltmek de iki tıktı.
Oysa ki bize balık tutmayı öğreteceğini söyleyenle öğrenecek olan birleşmiş biri balıkları çalmış diğeri de buna kılıf uydurmuştu.
Ve biz besleme olmuştuk…
İşte yöneten aklın iktidarının yapacağı da; olacağı da en fazla bu kadardır.
Denizdeki balık konusunda da kandırıldık
Hükümet programlarındaki sözlerde de
Çözüm müzakerelerine yönelik beklentilerde de.
“Eşek yerine konmak” budur.
Kelimesi kelimesine ülkenin gerçek sahipleri gibi davranırken, biz de “eşekliğimiz” ile kaldık.
Şimdi sanki ülkede ilk kez iradeye dönük müdahale gerçekleştiriliyormuş gibi bir tepki var.
Oysa aynı tiyatronun farklı yüzleri arasında yaptığımız tercihin içindeki yapısal sorununu görmezden geldiğimiz sürece; bıktığımız tiyatro devam edecek.
İsterseniz afili olsun diye #Devam da edebilir.
Geçtiğimiz gün yazdığım yazıda kendimce tepkilerimizde samimiysek verilmesi gereken mücadeleden bahsetmeyi denedim.
Hala gerçekçi mücadele için hareket noktası belirlemek zorunda olduğumuza inanıyorum.
Benimkisi sadece tartışabilmek için zemin oluşturma niyetiydi, farklı düşüncelerle de geliştirilmeli…
Siyasi bir devinim istiyorsak, samimi ve kapsayıcı bir mücadele biçimi geliştirmek zorundayız.
Sonuçta, mevcut yöntemin iş, kariyer, kazanç sağladığı açıktır.
Karar vermek gereken ne istediğimiz ile ilgilidir…
Samimi olarak kendimize bu soruyu sormalıyız.
İş, kariyer ve kazanca dahil olup, aynı tiyatronun başka bir figüranı mı olalım yoksa başka bir sosyal yapıdan, başka bir ekonomik ilişkiden, başka bir siyasi yapılanmayı mı hak ediyoruz?
Ezberlediğimiz sloganları mı tekrarlayacağız, mücadele verip ilerleyen kuşakların altında birleşebileceği yeni sloganları mı yaratacağız?
Kendimize bir yurt mu kuracağız yoksa kendi yurdumuzda kiracı mi kalacağız ?
Sanırım esas cevaplaması gereken sorular bunlar.
Gerisi ise jenerik ve reklamlar…