Üniversite ülkesi olmak ne demektir?
Bir ülke nasıl üniversite ülkesi olur?
Bunun kıstası nedir?
Bilimsel üretim, akademik çalışma, entelektüel standartlar, üniversitelerin verdiği eğitim kalitesi mi?
Yoksa her köşe başına devletten alınan dünya kadar teşviklerle dikilen betonların sayısı mı?
Kıbrıs’ın kuzeyi için ne yazık ki ikinci husus geçerli.
Akademik eğitim, entelektüel yaratıcılık ve bilimsel bilginin üretimine yönelik bir kaygı söz konusu değil.
Yapılan en iyi niyetli açıklamalarda bile alttan alta yatan motivasyon, öğrenci sayısı, üniversite sayısı ve arkasından gelen sıcak paradan başka bir şey değil.
Eğer gözümüzü üniversitelerin her gün gazetelerin arka sayfalarında çıkan reklam içerikli haberlerinden alıp gerçekten neler yaşandığına dair gerçekçi bir bakış edinebilirseniz bunu görebiliriz.
Sadece geçtiğimiz günlerde GazeddaKıbrıs’tan da yayınladığımız üç haber üniversitelerin durumunu gözler önüne sermekte.
Neydi bunlar…
DAÜ’de öğrenci harçlarına yönelik %30’a varan zam, bunu protesto eden öğrenciler ve Rektörün öğrencilere yönelik yakışıksız tutumu…
GAÜ’ye ve Serhat Akpınar’a ait Lefkoşa’daki Kıbrıs Amerikan Üniversitesi’nde akademik personelin 7 aydır düzgün ödenmemesi ve yatırımlarının yapılamamsı. Yönetimin buna en demokratik haklarını kullanarak protesto başlatan öğretmenlere yönelik ise baskı, Mobbing ve istifaya zorlamalar. Kalı ki aynı durum GAÜ’de de devam etmekte. Akpınar’ın sahip olduğu tüm okullarda aynı sıkıntılar yaşanmakta.
Ve son haber ODTÜ Kıbrıs Kampüs’ünden. ODTÜ’de 67 yaşına gelen akademik personelin sözleşmelerinin artık yenilenmeyeceği kararı alındı. Karar “Türkiye ile uyumluluk” adı altında savunulmakta. Fakat bu karar ile birlikte hem bazı bölümlerin kurucu hocalar, hem de gerek sendikada gerekse de yönetimde muhalif tavırlar olan akademik personel işinden olacak. Yani bu karar bir doğrudan sendika ve özgür, eleştirel düşünceye yönelik bir karar. Aynı Türkiye üniversitelerinde muhalif tavırlı hocaların işlerinden atılmaları gibi…
Bu üç güncel örnek üniversite algısının nasıl şekillendiğini göstermekte.
Yabancı öğrencilerin yaşadıkları ırkçılığa kadar varan sıkıntıları,
Yerel yönetimlerin kent nüfuslarının neredeyse 3’de 1’i oranındaki öğrencilerin ihtiyaçlarını karşılayamamasını,
Veya tüm bunların yarattığı kaotik durumu ayrıca bir yere not edelim.
Sürekli olarak müesses nizam temsilcileri ‘üniversitelerle ilgili kötü algı yaratılmaya çalışılıyor’ diye yakarmakta. Halbuki her hangi bir algı yaratma çabasına da gerek yok ki. Her şey çok açık ortada. Yeterli görmesini bilen gözlerle bakılabilsin.
Üniversite kurumlarında kendi öğrencisini para olarak gören, iç piyasayı kalkındıracak bir değişim değeri olarak kabul eden, akademisyeni iktidar ilişkilerine tabii pasif ve iş güvencesinden yoksun bir eğitici olarak tasarlayan ve çalışanlarının en temel sosyal haklarını bile vermeyen, birisi hak aradığında ise onu her türlü yol ile sindirmeye çalışan bir tavır söz konusu.
Halbuki üniversiteler birer yatırım aracı veya ticari kar sağlayan kurumlar değil, dünyayı ve yaşamı sorgulayan; hayatı dönüştürecek bilgi ve birikimi sağlayan kurumlardı(r)…
Ne yazık ki artık sadece ticari akıl ile yönetilen, kalkınmanın motoru olarak kurgulanan ve tamamen sıcak para döngüsü sağlayan ticarethaneler haline gelmiş bulunmaktalar.
Adını koymakta fayda var. Üniversiteler çoktan öldü. Artık konuştuğumuz iktidarın işine yarayacak bilgiler satan ticarethanelerdir. Tabellalarınında “üniversite” yazmaları bu gerçekliği değiştirmiyor.
Herhangi özel bir şirkette hakim olan acımasız ilişkiler, -rekabet, hırs, kazanma arzusu, tüketim güdüsü,- bu ticarethanelerde de hakim olan ilişki biçimleridir.
Öğrenciye kalkınma aracı, bilgiye satılacak nesne, üniversiteye ise kar getirecek kurum olarak bakıldığı sürece, bu ada yarısında akademiden, üniversite olmaktan veya bilimsel bilgiden bahsetmek de o kadar güç olur. Elbette akademisyeniyle öğrencisiyle kendisini bu döngüden kurtarmaya çalışan, bu iktidar ilişkilerine teslim olmayan veya yaratıcılığı ile direnen üniversiteliler var. Fakat genel atmosfere baktığımızda, gün geçtikçe derinliğin, çeşitliliğin ve algı ufkunun daraldığı, yok olduğu bir dönemden geçmekteyiz. Bunun belki de en bariz alanlarından biri artık üniversiteler.
Gazetelerdeki renkli üniversite sayfalarının arkasında büyük, kocaman bir sığlık yatmakta. Tüketim, kar ve rekabet güdüsü ile yoğrulan bir sığlık.
Dipnot
Zeki Çeler’in son şovu
Yıkılan hükümet süresince e çok tartışılan bakanlardan biri Zeki Çeler idi. İyi niyetli bir çaba ortaya koyduğu da işi şova dönüştürdüğü de doğru. Fakat siyaset ne iyi niyetli çabalarla ne de günü birlik şovlar ile yürümekte. Çeler siyasal bir varoluştan ziyade sadece bir imaj olmaya oynadı. Son manevrasını da GAÜ meselesinde yaptı. 15 aylık hükümet süresince sanki de bugüne kadar GAÜ’de her şey yolundaymış da son üç günde birden bire işler yolundan çıkmış gibi söz konusu ünivertsitede son şovunu yaptı. Açıkçası kimse tarafından da inandırıcı veya samimi bulunmadı. Yıllardır GAÜ’de maaş ödemelerinden sigorta yatırımlarına kadar, mobbingten çeşitli hak ihlallerine kadar büyük bir huzursuzluk var. Çeler bu hamlesini hükümet düştükten sonra değil de hükümete geldikleri günlerde yapsaydı inandırıcı olurdu. Ama Çeler, bu son şov ile bir yandan da imaja dayalı bir siyasal varoluşun da olmayacağını yani bir nevi kendi kendisinin inkarını da onaylamış oldu.